Stadyumun etrafında köfteci arabalarından çıkan duman etrafı sardığında, kokusu tok karınları bile kendine çekiyordu. Köşe başındaki ihtiyar köftecinin hemen yanı başında elinde fıstık torbasıyla yaşlı ve kamburumsu bir adam yükünü azaltmanın telaşı içindeydi. Köfteciye yaklaşan genç delikanlı ise şapkasından ayakkabısına kadar tuttuğu takımın rengi sarı ve kırmızıydı. 
Genç delikanlı yaşlı köfteciye yaklaşıp; “Amca at bakalım yarım köfte…” dediğinde üstü kirli, sakalları birbirine karışmış, kırışık alnı ve altmışlık yüzüyle bir yandan köfteleri ızgaranın üstüne koyarken genç delikanlının kulağına eğilip “Evladım biliyor musun, bende yıllar önce bu takımda görev yapmıştım”  dediğinde delikanlı heyecanla:
“Gerçek mi? Hangi mevkide oynuyordunuz?” diye sorduğunda köfteci adam gülümsedi. Köfteleri ters-düz yaptıktan sonra çevresinde birikenlerin meraklı bakışlarına rağmen ortaya attı:
“Nerdeee! Futbolcu olsaydım, köftecilikte ne işim vardı!” 
Genç delikanlı:
“Bu takımda görev yaptım, deyince…”
“Evet, bu takıma hizmet ettim ama malzemeci olarak.”
Genç delikanlı köftesini alıp, ekmeğinden genişçe ısırıp, nefes kalmayan ağzından çıkardığı zor sözle:
“Olsun be amca, önemli olan bu takıma hizmet etmişsiniz ya…”
“Ah evlat, hizmet ettik de sanki ne oldu?  Elime geçen prim ve maaşları tutmasını beceremedim. Hayatın hep böyle şaşalı gideceğini zannettim.  Her önümüze geleni dost bilip içki sofralarında, pavyonlarda parayı bitirdim!” dediğinde, genç delikanlı son lokmasını da ağzında çevirerek birazdan başlayacak olan derbi maçının uzun kuyruğundaydı. Stadın giriş kapısına yaklaştığında turnikelerde bekleyen polisler de üst aramasındaydı. Ceplerden çıkartılan bozuk paralar bir kutuda birikiyor,  diğer başka kutularda da çakmak ve çakıların çelikleri göz alıyordu.
Genç delikanlı içeriye girdiğinde stadın her tarafı hemen hemen dolmuştu. Maçın başlamasına da henüz on dakika vardı. Takım kadroları anons edilmeye başlandığında seyircilerin tezahüratları televizyonun karşısındaki ortamdan oldukça farklıydı. Genç delikanlı, elindeki bilete baktı. “R-13” numaralı koltuğunun yukarılarda olduğunu düşünerek merdiven boşluğundan yürümeye başladı. Yerini bulup oturduğunda keyifliydi. Sarı kırmızı renkli futbolcular hakemlerin ardından sahaya çıktığında, seyircilerin çılgın tezahüratları da ortalığı yıkıyordu. Sarı ve kırmızı renkli konfetiler ile yanan meşalelerin dumanından bırakın futbolcuları, sahayı görmek bile mümkün değildi. Rüzgârın denize doğru esintisi kısa sürede sarı ve kırmızı renkli meşalelerinin dumanını kısa sürede dağıtmıştı. Her futbolcunun anonsuyla seyirciler “Oley!” sesleri arasında çılgınca alkışlıyordu.
Orta hakem yan hakemlerin kale filelerini kontrol etmesini izliyor. Dördüncü hakemle göz gözeyken düdüğü de ağzında maçı her an başlatmak üzereydi. Rakip takımın yedek kulübesindeki teknik heyette heyecan içinde maça hazırdı. Futbolcular bir gün önceden medyaya verdiği beyanatlar da, maçı kazanıp yollarına devam edeceklerini söylemişlerdi.  Hakem düdüğü öttürdüğünde amigolar “Bir… İki… Üç!” diyerek seyircileri coşturmaya devam ediyordu. Maça başlayan konuk takım futbolcuları topu kendi aralarında uzun süre çevirdiklerinde seyircilerin korkunç ıslık sesi kulakları neredeyse sağır edecekti. Neyse ki Sarı kırmızılı takımın 3 numarası topu yoğun baskıyla kaptığında, ıslık sesleri yerini alkışa bırakmıştı. Bir tarafta “Sen çok yaşa…” maratondan “Beraber yürüdük biz bu yollarda…” Kale arkasındaki tribünlerin birisinden sarı, karşısındakinden ise kırmızı sesleri durmak bilmiyordu.
Futbolcuların ıslak ve çamurlaşan zemindeki mücadelesi hiç durmuyor, kemik sesleri arasındaki futbolcuların acı içindeki bağırmaları sanki yakından duyuluyordu. Hakemin gözü top ve futbolculardaydı. Maçın henüz başında çıkardığı üç sarı kartla “Maç kontrolüm altında” diyordu.  Sarı kırmızılı takımın 10 numaralı en yırtıcı ve pahalı yabancı futbolcusu topu kaptığı gibi hızla ceza sahasına daldı! Çalımları kesilmiyordu. Topu aniden durdurduğunda konuk takımın iki futbolcusu da yediği çalımla boşa çıkıp ne yapacaklarını bilemediler. Birbirine bakıp, sanki içlerinden “Yılın gibi sıyrıldı helal!” der gibiydiler. Yırtıcı futbolcu üçüncü rakip oyuncu tarafından ceza sahası içinde yere bilerek düşürüldüğünde hakem oralı bile değildi. Bütün futbolcular hakemin etrafında itiraz ediyordu. Kaptan hakemin yanına koşarak yaklaştı, ellerini saygı gereği arkasında avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
“Hocam arkadaşım ceza sahası içinde biçildi! Bunun adı buz gibi penaltı değil mi?” diye bağırmasına,  hakem hiç oralı değildi.  Kımıldamadan itiraz eden kaptana dik dik bakarak:
“Sizin hiçbir şeyden haberiniz yok! Kurallar değişti,  size duyurmadılar mı?”
“Ama hocam ceza sahası diyorum!”
“İtiraz yok! Yönetmelik değişti… Size bildirmediler mi?”
“Hocam yüz yıllardır devam eden penaltı yönetmeliği mi değişirmiş?”
“Değişir, değişir, burası Türkiye! Bir gecede kanunlar değişmiyor mu?”
“Ama hocam!”
“Aması filan yok! Oyununuza bakın lütfen!”
Hakem çevresinde biriken futbolcuları elliyle ileriyi gösterme hareketiyle maça devam etmelerini emrediyordu… Sarı kırmızılı futbolcuların bir kaçı hakeme dokunsa da hakemin umurunda değildi… Dik duruşuyla futbolculara sürekli iki eliyle “Oynayın… Oynayın!” diyordu.  Sarı kırmızılı futbolcular çaresiz mevkilerine geçip oyuna devam ediyordu. Tekmeler bu kez Meclisteki gibi hava da uçuşuyordu. Sarışın uzun ayaklı futbolcu havada makas yapıp ayaklarını rakibinin suratına yerleştirdiğinde 10 numaralı sarı-kırmızılı futbolcu suratını tutarak yere düşmesiyle sağlık ekibi de hakemin onayı ile hemen sahadaydı. Birkaç dakika içinde yüzüne buz tutulan futbolcunun tedavisi saha kenarında devam etti. Hakeme yaklaşan kaptan bu kez:
“Hocam bu hareket faul değil miydi?”  dediğinde hakem ciddiyetini bozmadan bakışını itiraz eden kaptana yöneltti.
“Kaptan, kaptan bu çocuk oyunu değil. Erkek oyunu, olacak o kadar…”
“Ama hocam rakip oyuncu resmen oyuncuma çifte attı… Neredeyse çenesini kıracaktı!”
“Omuz omuza gibi düşünün… Hadi oyununuza devam edin…”
Maç olanca hızıyla kıran kırana devam ediyordu. Seyirciler hakemin yaptığı hatalara “Yuh! Yuh!” sesiyle bağırıyorlar. Sahaya atılan pet şişelerin saçtığı sular taç çizgisini geçip saha içine birkaç metre girse de yan hakeme isabet etmiyordu. İlk yarının sonlarına doğru maç orta sahada kilitlenmeyi hakemin ilk yarı düdüğü çözmüştü. Skor tabelasında “ 0 – 0 “ yazıyordu.
Seyirciler devre arasında takımlarının marşı ve müziğiyle coşuyor, aralarında yaptıkları yorumlarla hakeme veryansın ediyorlardı. Cep telefonlarından televizyondaki spor yorumcularını dinlediklerinde isyanları bir kat daha artıyordu. Buz gibi verilmeyen bir penaltının kaderlerini değiştirdiklerine inanıyorlardı.
Hakem ikinci yarı için çıkış tünelinde belirdiğinde “Yuh!” sesleri ortalığı inletiyordu. Futbolcular saha içindeki yayılışına geçtiklerinde kalecilerde oldukları yerde zıplayarak maça hazır olduklarını gösteriyorlardı. Hakemin düdüğü ile ikinci yarı ilk yarıdaki hızıyla kaldığı yerden devam edeceğe benziyordu. Bu kez ev sahibi takım topu rakip oyunculara vermeden pas trafiğini artırmıştı. Her top çevirişte “Oley!” “Oley!” sesiyle seyircilerin keyfi yerindeydi. Sarı kırmızılı takımın zenci futbolcusunda enerji tükenmiyordu. Sağlı sollu yaptığı ataklarla rakip savunma oyuncularını aşıp, kaleciyi görmesiyle birlikte topu plase ile kaleye bıraktı. Top yuvarlana, yuvarlana direği sıyırıp dışarı çıktığında, seyircilerin uğultuları da kesilmiyordu.
Konuk takımın sakallı kalecisi topu degajla orta sahayı geçirdi. Topla baş başa kalan arkadaşı beş metre ofsaytta olmasına rağmen hakemin düdüğü ötmeyince deparına devam etti. Bu kez kaleci ile karşı karşıyaydı. Kalecinin sağından bırakıp biraz önce direği sıyıran top, filelerle buluştuğunda seyirciler ıslıkla hakemi sürekli protesto ediyorlardı. Yedek kulübesinden fırlayan futbolcularla teknik direktör sahanın içindeydi.  Bütün futbolcular hakemin etrafında gole yaptıkları itirazlarıyla etten sanki duvar halindeydi. Hakem hiçbir şey olmamışçasına donuk vaziyette kimseyi yanına yaklaştırmadan elleri ileride öylece duruyordu. Kendisine dokunan birkaç futbolcuya sarı kart gösterdiğinde futbolcular tırsmıştı. Kafalarını sallayarak yerlerine geçtiğinde dört-beş futbolcu pozisyonun bal gibi ofsayt olduğunu belirterek itirazları bitmek bilmiyordu. Kaptan futbolcularını geri çekip hakemle yalnız kaldı.
“Hocam bu pozisyon ofsayt değil mi? Adam beş metre farkla bal gibi ofsayttı!”
“Kural değişti…”
“Hocam maç oynanırken kural mı değişirmiş?”
“Sizin hiçbir şeyden haberiniz yok. Futbol federasyonu dün aldığı kararla hem penaltıları hem de ofsaydı kaldırdı…”
“Hocam iyi misiniz, dünyanın kabul ettiği böylesi önemli kurallar kalkar mıymış?”
“Olur, evladım olur, burası Türkiye,  bir gecede ne kanunlar, ne genelgeler değişir!  Hadi şimdi geç yerine de maçına devam et!”
Seyirciler, futbolcular ve teknik heyet isyandaydı. Sahanın kenarında biriken pet şişelerden geçilmiyor, “Bib!” diye küfür eden  seyircilerin sesleri takımına gelecek cezalara rağmen kesilmiyordu…

Ertuğrul Erdoğan
Ocak 2014/Bursa
www.erdoganlaedebiyat.com

( Maç Başlıyor başlıklı yazı ErtğrulErdoğan tarafından 16.01.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu