Başı döndü. Ani bir karartı havayı bulandırdı. Kıyıdan epey uzakta oluğunu anladı. Ama hangi ara gelmişti buraya? Daha beş dakika bile olmamıştı suya atlayalı. Şimdi düşünemiyordu. Hava ne çabuk karardı? Anlamıyordu. Bir asa mı değdi de su soğudu, her şey değişti. “Hasta mıyım?” diye geçirdi içinden. Ateşi yoktu. “Kıyı, kıyı” diye bağırmaya başladı. İnsan göremiyordu, bir serap mıydı? Uyudu. Dalgaları beşik mi sanmıştı, suyu yatak… Uyudu.

 Gözleri rüya görmüşçesine rahat açıldı. Duvar yerine gökyüzünün mavisini görüyordu. Yatak yerine kendini kumlara uzanmış, yastık yerine başını bir yengece yaslanmış bulunca, sıçradı. Olduğu yerden kalktı. Üşüyordu. Titriyordu. Etrafta kimse yoktu. Bağırmaya başladı bir boşluğa:

 _Kimse yok mu? Hey, beni duyabiliyor musunuz?

 

 Seslendikçe, kendi sesiyle yanıt buluyordu. Yankı yapıyordu kelimeleri: “Neredeyim?”
 Çıplaktı. Titriyordu. Sarınacak bir şeyler aramayı düşünürken, sarı bir yeleğin de kendini izlediğini fark etti. Koştu. Hemen sırtına geçirdi. Derin bir sıcaklık hissetti. Bedenini bir şeyler kucaklıyor, sıkıyor, kopyalıyordu. Üç farklı renkte kendini bölünmüş gördü. Kişiliği ayrılıyordu. Biri; şimdiye kadar iradi kullandığı kişiliği, diğeri; hayalleri ve gerçekleştiremediği, içinde büyüyen tutkuları öteki ise; hayvansı duygularıydı. Diğer kişilikler ufalandı ve geriye üçüncüsü olan hayvansı bir yapı çıktı. Meğer kadın evvelde kaplanmış, dünyada daha önce kaplan olarak bulunmuş. Baskın çıkan bu duygusu diğerlerini ezip geçince, kadın, olağanüstü bir değişim yaşadı. Hızla dönmeye, kıvrak hareketlerle oynamaya başladı. Bu enerjiyle denizi süratle yarıp geldiği kıyıya döndü.

 Uzaktan hızla bir şeyin yaklaştığını görenler paniğe kapıldı. “Kasırga geliyor!” “Kaçın!” “Aman Allah’ım, kıyamet mi kopuyor?” “Deniz üzerimize geliyor?”… “Bu bir hayvan!” “Hayır insan!” “İnsan kadın!”

  Şaşırdılar. Bu bir insandı ama daha çok kaplana benziyordu ve insan dışı hareketler yapıyordu. Hızla dönebiliyordu. Yaklaştıkça, gözlerinin sarılığı beliriyordu. Arkadaşları ne kadar değişse de tanıdılar onu, biri koşarak yanına yaklaştı. O ise gözleri sabit bir noktaya bakmış, duruyordu. Donmuş gibi, büyülenmiş gibi… Omzuna elini atan arkadaşını, üzerindeki sarı yelek çekti. O, yok oldu ve sarı yelek arkadaşının bedenini sıkıyor, kavrıyor, kişiliğini üçe ayırıyordu şimdi. Bedenini saran bu sarmaşık gibi sarı şeyin ne olduğunu düşünemeden, üç parça kendini gördü. Üç kopya kendi karşısındaydı. Renkleri değişik. Biri; şimdiye kadarki kişiliği, diğeri; hayalleri ve gerçekleştiremediği, içinde büyüyen tutkuları öteki ise; hayvansı duygularıydı. Bir kenara büzüp sıkıştırdığı, bir gün ortaya çıkıp canavarlaşacağını tahmin edemediği nefsiydi bu. Ağır basan, şimdiye kadar hayal ettiği kuş gibi olmaktı. Kanatları çıktı; büyük, sarıkanatlar. Sevinçle, uçmanın keyfini çıkardı, yorulana kadar uçtu, uçtu. Nihayet yorulunca büyük bir ağaca kondu. Etraftakiler: “Kadın” diyorlar “Uçuyor” diyorlar “Ama nasıl, insanlar uçamaz” deyip çekişiyordu. Korku dolu gözlerle uçan kadını takip ediyorlardı.

  Kadının eşi, ardından koşup ağaca tırmandı. “Ne oldu sana?”dedi. O: “Ne oluyor bana?” dedi. Ona uzanırken eşi, sarı yeleğe değen elinde bir elektriklenme hissetti. Sarı yelek, üzerine yapıştı. Bu değişimle eşinin yok olduğunu fark edemedi adam. Bedeni şişiyor, inceliyor, bir şeylere benzeyip eski halini alıyordu. Sonunda kişiliği kendini beş parçaya böldü. Ama üçü aynı renkti. Mavi ağır basmıştı ve yelek hâlâ sarıydı. Adam, şimdiye kadar fazla aksiyon filmi izlemiş olacak ki “Türk adam” şekline büründü. İrili ufaklı “Türk Adam” yazıyordu; mavi bedeni ve sarı yeleğinde. Kuyruğundaki anten yardım çağrıları yayıyordu. Gökdelenin tepesinden düşüp dokuzuncu katta yetiştiği çocuk, sarı yeleğin biçimini alırken adam, yok oldu.

 Çocuk yeryüzüne tek parça indi, görenler ona hayretle baktı. Yeryüzünde fazla insan kalmamıştı. Çocuğun tek hayali, lunaparktı. Kendini eğlenirken buldu, geç vakte kadar oynadı, oynadı. Gece olmuştu. Dilenci görünüşlü bir adam boş boş bakınıyordu. Kafasını eğip, arada, derin iç çekiyordu. Yaşamak için bir sebebi yokmuşçasına yolun ortasında yürüyor, duyarsızca evreni inceliyordu. Ona göre yıldızlar pek anlamsızdı. Çocuk, bu adamın yanından geçerken; toprak kokulu adam, birdenbire üzerine düştü. Yeleğin içine hapsolan çocuktan geriye kalan sarı, bu adamın bedenini sardı, olmadı. Önce şişirdi, sonra indirdi. Kopyası yoktu bu adamın, dolayısıyla emelleri de. Nefisle doyan bu sarı yelek, emelsizliğe sabredemedi.

   Kısa da olsa tutkularını yaşayan milyonlarca insan bir matruşkaya sıkışmış, sadece bu adamı içine sığdıramamıştı. İnsanlar matruşkadan; güneşe benzer bir renkle yeryüzüne dağılmaya başladı.



Halime Erva KILIÇ
( Sarı Yelek başlıklı yazı yagmur-kilic tarafından 17.08.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu