MEKTEP ÇOCUĞU 2
Ah bir bıçağım olsaydı…
Gökyüzü, kara bulutlarla iyice karardı. Esinti de arttı. Yüzüme iğne gibi bir şeyler batıyordu. Soğuk, göğsüme bile işliyordu. Kalın yün çoraplarım olduğu halde ayaklarım buz gibiydi. Karalastik ayakkabı ayakları çabuk üşütüyordu. Dizlerimin dermanı iyice azaldığı için adımlarım belli belirsizdi. Gözlerim bulanıklaşıyordu. İki Belova arasını ortaladığım halde evler çok uzaktaydı. Sarıkaya da öyleydi. Sanki ben yaklaştıkça onlar uzaklaşıyordu…Ötemdeki derecik kıyısında kar öbekleri görünce birden irkildim. Sendeleyip düşecek gibi oldum. Kar tümseklerini, sinerek beni bekleyen kurt sürüsü sandım. Köstebeklerin çıkardığı toprak yığınları olduğunu anlayınca, korku belasına derinden sesli soluk verdim. Korkudan ayaklarımı fazla açmışım ki, toparlanırken neredeyse düşüyordum. Ceketimin iç cebinden bir şıkırtı sesi geldi. Sakladığım kibrit aklıma geliverdi.
Dizlerime azcık derman geldi. Kibrit kutum dopdoluydu. Çöplerin yarısını, yanan başları bir tarafta olacak şekilde ceketimin sağ cebine koydum. Bir çöpü sağ elime aldım. Kutu sol elimde. Ellerim üşüyor olsa da kutuyla çöpü sımsıkı tuttum. Çöpü ikiledim. Kurtlar, ayı ya da yaralı domuz saldırdığında iki çöpü birden yakıp üstlerine atacağım. Cayır cayır yakacağım canavarları. Daha çok alev yapıp ses çıkarsın diye kibrit çöpünü üçledim. Çekerek tez çıkarmak için çöplerin yarı kısmını dışarıya alıp iki kutu arasına sıkıştırdım. Yanıcı kısımları içerdeydi. Düşmesinler diye uyuşuk parmaklarımla kibrit kutusuyla çöpleri sıkıca tutmaya başladım.
Kibritim güven verse de korkuyu defedemiyordum. Hava giderek bozuyordu. Kibrit kutusuyla çöpleri tutan ellerim benden kopuklar gibiydi. Hepten uyuşmasınlar diye sıcak soluğumu üflerken önümü göremeyip tökezliyordum. Üstelik daha fazla yoruluyordum. Kutu ve çöpleri tutan ellerimi küçük teyzemin ördüğü kazak altına soktum. Ceketin yakaları tam kapatmadığı için göğsüm daha fazla üşümeye başladı. Bir tek sırtım üşümüyordu. Ağırlaşan ve ipi omzumu kesen torba soğuktan sırtımı koruyordu.
Karnım da iyice acıktı.
Ara sıra sağ tarafımdaki ormana bakıyordum. Orman sık olduğundan kurtları göremesem de beni gözlediklerini hissediyordum. Aklıma birden Allah’tan yardım dilemek geldi. Öğrendiğim ne kadar dua varsa hepsini okudum. Fatiha suresini beşledim.
“Büyük Allah’ım…Kurtlara yem etme beni…Ayıya parçalatma…Yaralı domuza karnımı deştirme… Beni dermansız bırakma Allah’ım…Soğuktan koru…Yaz sıcaklığı kadar olmasa bile beni ısıt…Sana yalvarıyorum Allah’ım…Anama, babama, kardeşlerime sağ salim ulaştır beni…Ölürsem eğer, anam çıldırır…Saçını başını yolar… Bağrını döver…Veysel’im!..Veysel’im! diye diye dağlara taşlara düşer… Sütten kesilir… Yavru kardeşim ölür… Babam, gizli gizli ağlar… Abam, kendini yerden yere atar… Dövünür durur… Ortanca kardeşim,ağam ağam diye bağırıp ağlar…Üzüntüden dedeme inme iner… Ebem, ortalığı kırıp geçirir…Küçük dayım, emanete hıyanetlik ettin diye Kaypak Ülfet’i öldürür…Hapislere düşer…”
Gözlerimi üşüten yaşları ceketimin yeniyle sildim.
Gözyaşlarımı gine ceketimin yeniyle sildim.
Kazak altındaki ellerimi çektim. Soğuktan ve korkudan parmaklarım kutu ve çöplere yapışık gibiydi. Böyleyken bile bazen efelik yanım üstün geliyordu.
“Ah…Karabaşlarım yanımda olsaydı korkar mıydım hiç?..”
Devam edecek. 3 bölüm kaldı.
Veysel Başer