Gördün mü dünyayı?
Küçücük parmaklarınla sıkı sıkı tutundun mu elime?
Duydun mu aylardır aşina olduğun sesimin yankısını ..?
Sevdin mi pembe pijamalarını ..?
Ahh.Öyle isterdim ki adının sesimdeki yankısını duymayı,sana rengarenk patikler alıp ; başını göğsüme yaslayıp uyumanı seyretmeyi.Minicik parmaklarına dolardım parmaklarımı,mesela.Burnunu dayayıp boynuna,o misk kokunu çekerdim içime doyasıya.Aynı soruyu defalarca sormana bile sesimi çıkarmazdım inan ki.Boya kalemleriyle duvarları boyamana izin vermezdim belki ama yanına oturup sana mutluluğun resmini çizmeyi öğretirdim.Küçük bir ev çizerdik yolları envai çeşit çiçeklerle kaplı.Sonra elma ağacı çizerdik,ateş kırmızısı elmalar olurdu üzerinde.Sen salıncak yapardın iki tane,en sevdiğin şey olurdu sallanmak.Bir tane de tahterevalli mesela.Havada kalmayı sevmediğinden,dengede olurdu.Ardından nehir çizerdik masmavi.Gökyüzünü boyadığımız renkten biraz daha koyu tabi.Küçük balıklar çizerdin üstüne,sanki suyun üstündeymiş gibi havada olurdu,olsun.Babanı çizerdin elinde oltayla.Bende çimenleri boyardım yeşile,gözlerinin rengini seçerdim elbette boyarken.”M” şeklinde dağlar yapardın sen.Bende 62’den nasıl tavşan yapılırmış gösterirdim sana sonra sen ‘Pufi dimi anneciiim bu derdin’ ,başımı sallardım keyifle , anlardım oyuncak ayına benzettiğini.En son olarak kağıdın köşesine saçlarından daha koyu bir sarı ile güneş çizerdin.Işıl ışıl gözlerle bana bakarak.Sanki güneş parıltısını senin gözlerinden almış zannederdim.
Yıllar geçerdi,ben beslenme çantanı hazırlarken uyuya kalırdın kahvaltı masasında.Yanağına yapışan ekmek kırıntıları,parmaklarındaki çilek reçeli ile…Seni uyandırmaya kıyamaz ama uyandırmak zorunda olduğumu hissettiren servisin korna sesi eşliğinde usulca mırıldanırdım adını,doğduğun ilk andan beri kim bilir kaç kez mırıldandığımı düşünerek.Sallana sallana inerdin merdivenleri.Bende dış kapıyı kapattıktan hemen sonra koşardım mutfak camına.Seni izlerdim ; servise binerken kapının kenarından destek almadan rahatça binebileceğin günden,üniversiteye adım atacağın güne kadar hayatının her anından endişe ederek.
Zaman su misali akıp giderdi.Ben saçlarımda yeni yeni çıkmaya başlayan beyaz tellerle uğraşırken sen üniversite sınavına hazırlanıyor olurdun.Dershane-okul-ev arasında mekik dokurdun.Yılların ne çabuk geçtiğini düşünürdüm ; seni odanın kapısından gizlice seyrederken.Gözlerini,kirpiklerini yanağındaki o bir görünüp bir kaybolan gamzeni babana ;dudaklarını,uzun ince parmaklarını,hafif kemerli burnunu bana benzetirdim…
Sayılı gün çabuk biterdi,sınav günü gelirdi.Senin heyecandan ellerin titrerken,ben kalbimin sesini duymandan korkardım ; sana sımsıkı sarılıp ‘sana güveniyorum,meleğim’ derken.Elimde bir dua kitabı ile uğurlardım seni sınava.Çevreme bakınırdım,benimle aynı heyecanı hisseden dudakları aynı ritimle kıpırdayan anneleri görüp sakinleşirdim az da olsa.Yelkovan akrebi,akrep yelkovanı kovalardı 3 saat boyunca.Gözlerindeki ışıltı,huzursuzluğa bırakırdı yerini ve belirirdin onca insanın içinden karşımda.Gözlerimde o çocukluktan kalma ; kırılan vazoyu nereye saklayacağını bilemeyen çocuklara özgü o çekingen bakış olurdu…Dudaklarından dökülecek her söze muhtaç dolardım kollarımı boynuna,tıpkı küçükken istediğin bir şeyi aldırmak için beni ikna etmeye çalışmandaki huzursuzluk ile.Korkarak sorardım sana sınavını.Ve aylar sonra alırdım benden ayrı geçireceğin yıllarını ikamet adresini…