SINDIRGILI EMMİ

 

(Öykünün çok yerinde yöresel ağız kullanılmıştır. Okunuş zorluğunu gidermek

ve anlam değişikliğini önlemek için bazı sözcüklerde çift harf tercih edilmiştir.

Ayrıca, yöresel bazı sözcüklerin açıklaması öykü sonundadır.)

 

       Burhaniye  Mayıs 1997

       Günlerden cumartesi.

       Aybala; babasının yönetimindeki inşaat şirketinde mimar olarak çalışan ablası Ayşe’ye arkadaş olurken, doğum iznine ayrılan sekreterin yerine de bugüne özel sekreterlik yapıyordu. Ayrıca, lise ikide okuduğu halde başına bela ettikleri dershaneden kaytarmanın keyfini de çıkarıyordu.

       Bilgisayarda oyun oynarken giriş kapısının tıklatıldığını fark edince koltukla birlikte kayarak masa altındaki butona bastı ayağını. Açılan giriş kapısından orta boylu, bereli, bol ceketli, yaşlı görünen bir adam girince doğruldu. Biraz ürkek bakınan yaşlı adama, “Buyurun amca,” diyerek masa önündeki koltuklara davet etti onu.

       Yaşlı adam, yavaş adımlarla ve biraz da eğik gelerek usulca oturdu koltuğa. Yandaki odadan, boylu boslu, gerdanı fazla açık bir başka kız çıkınca doğrulup başını öne eğdi. Göğüslerinin üstü görünen bir kadına ya da kıza bakmak, terbiye anlayışına göre ayıp ve edepsizlikti. “Hoş geldiniz amca. Lütfen ayakta kalmayın,” diyen büyük kıza bakmaksızın “Hoş bulduk,” dedi. Masada oturan Aybala’ya dönüp el bağladı.

       “Yanıış yere gelmedim de mi?”

       Adamın; kendisine bakmayışının nedeni anlayan Ayşe, gülümsemekle yetindi.

       “İnşaat ve daire konusunda görüşmek için geldiyseniz doğru yerdesiniz amca. Buyurun oturun.”

       Büyük kıza sakınarak bakış atan yaşlı adam, başıyla “evet” deyip, büzülürcesine oturdu koltuğa.   

      Üç gün önce, akşama doğru gelmişti Burhaniye’ye. Dün; Ören, Öğretmen Evleri ve İskele taraflarını gezerek çevreyi tanımak isterken daire ve yazlık fiyatlarını da sorgulamıştı. Bugün ikindi vaktine kadar ilçe merkezini dolaşarak epey inşaat görmüş ve bazı iş sahibi adamlarla görüşmüştü. Gördüğü yerleri, özellikle Ören’i çok beğenmiş, Burhaniye’ye  yerleşmek isteyen kızına hak vermişti. Bu işyerine öylesine ayak sallarken birden bastıran yağmura yakalanıp biraz ıslanmıştı. Islaklıktan üst başının kokabileceği sanıyla tedirgindi.  “Zaamet edmeyin,” demesine rağmen sunulan çayı, başını öne eğerek içiyordu. Karşı koltuğa oturan büyük kızdan sakınıyordu gözünü. Islaklığa, sıkıntının verdiği ter de eklenince, cebinden çıkardığı kırışık büyük bir mendille yüzünü silip;

       “Efendiniz nerde?” diye sordu Aybala’ya.

       Adamın nasırlaşmış, kalın damarlı elleri ve gariban duruşuyla yüreği incinen Aybala,  “Efendiniz nerde?” sorusuyla gülümsedi. Ablasının; efendinin İstanbul’a gittiğini, bir hafta sonra döneceğini söyleyince anladı efendinin babası olduğunu. Yine gülümserken adamın yüzünü ekşitmesini garipsedi.

       “Efendimizi niye sormuştunuz?” diye sordu biraz da gırgırına.

       “Denk düşeese gızıma bi dayre alıvecem,” dedi adam.

       Aybala, ablasını işaret ederek; “O işleri bu hanım da yapar,” deyince adamın kart yüzü gevşedi biraz. 

       “Burlada epey inşaat gezdim,” dedi Aybala’ya. “Sizin binaları beğendim. Pahalı sataala dedile. Ondan pek umutlu gelmedim emme, hadi hayırlısı bakam,” Aybala, “Ben o işlerdenanlamam amca, Karşındaki hanımla konuş,” deyince sıkılarak büyük kıza döndü.

       Ayşe: “Amca, iş görüşmesinden önce bir şey sormak istiyorum. Bana bakmaya, günaha girerim diye mi çekiniyorsun?”

       Adam, yerinde belinledi adeta.

       “Tööbeler olsun deel. Gızla bi yana, heves edip azcık açık giyinen gadına bile, utandırcem deye bakmam. Edebim böle.”

       Yaşlı adamın anlayışından etkilendi kızlar. Ayrı ayrı kutladılar. Hoşnut kalan adam;

“Ucuz dayre veceniz mi?” diye sordu büyük kıza.

       “Binalarımızı beğenmenize sevindim amca,” dedi Ayşe. “Sağlam iş yaparız. Haliyle biraz pahalı satarız.”   

       “Helbet eyi mal, gıymatında para ede. Biz de tütün ekeriz. Eyi tütüne eyi para verirle.”   

       “Nerelisin amca?”   

       “Sındırgı’nın bi köyünden.”   

       “Kızının burayla ne gibi bir ilgisi var?”   

       “Burdeki hasdanede hemşirelik yapaken burasını pek beğenmiş. Denizini sevmiş. Emekli olunca burda yaşacekmiş. Şincik Bursa’da. On üç yaşındeki gızıyla galıyo.” 

       “Kocasına ne oldu?”   

       “Geberdi!”

       Aybala, gülmemek için dudağını dişledi. Adam, “Essahtan geberdi mi, gebermedi mi bilmiyoz emme, biz gebermiş gabul ediyoz galik,” deyince gülümsedi. Bu yakınış Ayşe’nin  tuhafına gitti.

       “Damadınıza çok mu kızgınsınız?”

       “Hem de pek fena,” dedi adam, başıyla da belirterek. “Ondan söz edince *hövgem gabarıyo.  Gabaat benim gızda. Başını yaktıı gibi bizi de perşan etdi...”   

       “Anlatırsan dinleriz amca. Belki bize de yararlı olabilir. Önce çayı tazeleyelim,” diyen Ayşe, boşalan çay bardağını alıp gitti.

                                                           ***

       “Benim gız, burdan Bandırma’ya göçmüş,” diyerek anlatıma geçti adam. “Hasdanede amalıyat olan bi oolanla yüz göz olmuşla. Derken, birbirlene dutulmuşla. Oolan, benim gızdan dört yaş güçcükmüş.”

       Adamın son sözleri, çağrışım yaptırdığı için ablasına bakmasızın saklıca gülümsedi Aybala. Yirmi yedi yaşındaki ablası, yakında nişanlanacağı taze avukattan iki yaş büyüktü.    

       “Oolan, tokdurluk mektebini gazanıp Isdanbol’a gitmiş,” diyerek konuşmasını sürdürdü  adam. “Benim gız da, oolanın ardından bu defa da Isdanbol’a göçmüş. Özel bi hasdeneye girmiş. Oolanla ev dutup barabar galmaya başlamışla.”

       Daha çok Aybala’ya dönük anlatsa da, önceki gibi bakışlarını pek sakınmıyordu Ayşe’den. Kanıksamış olmalı ki, az açık göğüslerle gerdan, umurunda değil gibiydi.

       “Benim gız, oolanı hem okutmuş, hem de üsdünü başını yumuş. Aşını bişirmiş. Goynuna girmiş. Derken gebe galmış. Bunnardan heç habarımız olmadı. Benim gız bi yaz, gucaanda bi gız çocuuu ve bi oolanna çıkageldi. Hem pek sevindik, hem şaşdık. Hem de, habarsız evlenip çocukla geldikleenden köylük yerde utandık. Damat bizi beğenmedi. Heç mi heç *hışdanmadık. Beğenmezse beğenmesin, gızımıza eyi baksın dedik. Üç sene sona gocası tokdur olmuş. Bi

ilaç şirgetine girmiş. Altında araba verilince, cebine de eyi para girince *noldum delisi olmuş bizim damad. Garısıynan çocuunu ehmale başlamış. Garısının yanında bilem barabar çalıştığı gızlanan oynaşcek gadar edep fukarası olmuş. Gelmedii günne artdıkça artmış. Sonadan *keri  temelli terk eylemiş evi. Habarımız olunca gızın yanına gittim. Bi örendim ki, aboo!.. bunnar evli değillemiş...”

       Hâlâ o dönemin öfkesiyle bir elinin dışını öbür elinin içine vurarak ses çıkartıp;  “Bize yalan söylemişle,” diye devam etti adam. “Başımdan gaynar sulaa aktı. Utancımdan yerin dibine girdim. Benim gız da, yapılannarı kendine yediremiyodu. Altı-yedi yıl yedir içir, üsdüne başına bak. Goynuna gir. Peydahladıı çocuunu doğurup böyüt...”  Bu kez de elinin tersini dizine vurdu. “Sona da sikdir olup gitsin...” 

       Aybala, patlayan gülüşünü yalancı öksürükle örttü. Ayşe, gülümsedi. Yaşlı adam, söylediği sözün farkında değildi. Kalan soğumuş çayı yudumladı.

       “Sonacııma efendim, oolanın çalıştıı yere giddim. Garınla gızını neye bırakdın len dedim? O benim garım deel deyince...” Yerinde kımıldadı. “O vakit ne bok yemeye çocuk peydahladın a deyyus! deye bağırdım.” Az da olsa yine bağırdı. Aybala, gizleyerek sessiz güldü. Adam, yine yanlış bir kelime kullandığının farkına varmadı. “Köye geldiiniz vakit evlendinizi sölediniz,” diyerek konuşmasını sürdürdü adam. “Ben annamam deye tersledim hergeleyi. Selbes olcemiş. Canı istedii vakit eve gelcemiş. Başga garılanan gönül eylecemiş. Benim gız da istedii adamla gezcek tozcemiş.”

       Ayşe: “Ne biçim erkekmiş o öyle?”  

       “Sorma gadın gızım. Söyledikleni aklım hafsam almadı. Ganım dondu. Benim gız garılık yapamıyo mu dedim, hayır dedi. Çocuuna, evine bakmıyo mu dedim, gine hayır dedi. Namısına halel mi getiriyo dedim, a ah dedi. O vakit gan beynime akıvedi. Öleyse çocuklu garını neye bırakıyon a pezevenk deyip tokadı *dakı dakıvecedim emme, elimden gurtuldu. Bıçaam yanımda olsedi o dakka garnına saplacedim. Beenim beter dönmüşdü.  Sesime gelenle oldu. Beni dışarıya çekeeleken bu *godeş! sizi de sata! Ekmek yediği tekneye sıça! dedim. Hem de *böyük poyradan.”  

       Aybala yine sessiz gülerken Ayşe, saklı gülümsedi.

       “Hövgem gabardı da gabardı,” diye devam etti adam. “*Aaşam üzerine gadar bahça duvarı arkasında bekledim. Geç vakit arkıdeşlenen binadan çıkan godeşi yanıma *ünnedim. Gelmedi dürzü. Arabaya binip gitdile. Yanıma gelsedi, elimdeki daşı gafasına indircedim. Eve gelince olannarı annatdım gızıma. Benim gök gözlü gız hoş, gözel emme, biraz eesik akıllının teki.” Farkında olmadan Aybala’yı bir kez daha sessiz güldürdü. “Ööle olmaseydi bu hallere düşe miydi heç?...Adamını seviyomuş da...Onun dedii gibi yaşayanna vaamış da… Gıza da pek beter hövgelendim.  Seni keraneye satmadıına dua et! deye baadım!” Azdan yine bağırdı. “Dertlere düşen benim gız işinden oldu. Epe sıkıntı çekdik. Yok pahasına bi tarla satdım. Ben de çökdüm anası da...Zor zaamet, altı ay Isdanbol’da galdık. Benim gız, sözde gocası gelir deye *tatafiye bekledi durdu. Ne gelen oldu…ne de arayan...İşde o vakit gafası dank etdi benin gızın. Torunu nufuza geçirtmek için ha bakam de bakam deyerek mahkime kapılaanda süründük. Sındırgılı bir tanıdık yardımıynan gızı tekrar saalık bakannıına aldırdım. Bursa’deki bi hasdanede çalışıyo şincik.” 

       Aybala: “O adam kızını arayıp sormuyor mu hiç?”   

       “A ah. Arayıp sormasın daha eyi.” 

       Ayşe: “Kızın, o adamı hâlâ umut ediyor mu?”  

       “Etmeyo. Gafasından temelli atmış galik.” 

       “Evlenmeyi düşünmedi mi?” 

       “A ah. Evlenmesini ben de isdedim. Baya da isdeyeni çıkmış. Evlenmek isdemiyo. Erkeklere güvenci galmamış galik. Gızı böyüdü ya, hele şincik evlenmenin lafını bilem etdirmeyo. Gine haram süt emmiş birine düşesem, o da gızıma göz goyaa deye düşünüyo.” 

       “O adam, kendinden yaşlı diye kızını bırakmış olabilir mi?” diye soran Aybala, ablasına çaktırmadan gülümsedi. 

       “Bi adam, ayrılmayı gafasına goydukdan sona sürüylen bahane bulur,” dedi adam. “Benim garı benden üç yaş böyük. Üsdelik daha acar.” 

       Aybala, nedenini bilmeksizin sessiz güldü. 

       Ayşe: “Karınızın sizden büyük olması aranızda bir sorun yarattı mı hiç?”

       Aybala, sesli gülmemek için kendini zor tuttu.

       “A ah,” dedi adam. “Yokarıda Allah va, garımdan pek memnunum. Gıymatımı pek bilir. Dünyayı galbıra goyup elesem, ööle bi gadın bulamam ben...”

       Aybala, ağzını kapatarak kıkırdarken Ayşe, gülen yüzüyle bravo çekti.

       “Bizim orda seramik toprağı çıkıyo,” dedi adam. “Benim tarlayı satın aldıla. Onun parasıynan gızıma bi dayre alıvecem.” Kızların yüzlerine bakıp önüne odaklandı. Ayşe’nin, “Başka evladın yok mu?” sorusuna, “Bundan böyük evli bir gızım daha va köyde,” dedi.  “O hakgını gardeşine devretdi.”   

       Aybala: “Kendinize ayırmadınız mı?”

       “A ah. Tütün parası yetiyo bize. Dere gıyısında bahçamız va. Ordan, domatiz, *kelem, fasille, patetis, sooan, samsak gibi nevalimizi galdırırız.  Düzlük bi yerde de tarla va. Ona da buldey ekeriz. Çoluk çocua minnet etmeden geçiniriz.”

                                                           ***

       Ayşe, “Üzgünüm amca. O fiyata daire veremeyiz,” deyince yaşlı adam koltukta büzülüp kaldı. Üzülen Aybala, içli soluk verdi.

       “Biraz daha para bulamaz mısın amca?”  

       “Bulamam a gızım,” dedi adam yılgın. 

       “Köydeki damadından al.”  

       “Oolan evercek. İsdeyemem. Tütün parası desen...o da seneyi bulur. Hanım gızla…Dul bir gadınla, yetim gızına yardımcı oluven. Buvasını ölmüş gabul ediyoz galik biz.”

       “Abla bir çözüm bul,” diyen Aybala, dokunsan ağlayacak gibi oldu.

                                                           ***

       Ayşe, giriş katından bir daire önerdi. Adam, kızının korkacağını dile getirdi.

       “Burası sakin bir yerdir,” dedi Ayşe. “Aynı katta komşuları olacak. Girişte olursa, emekliliğinde yapacağı sağlık hizmetleri daha kolay olur.” 

       İhtiyar adam, çaresizliğin acı soluğunu verirken kızların yüreklerini de dağladı.  

                                                           ***

       Yaşlı adam; boynu bükük, ümitle kızlara bakıp, gözlerini yine öne döndürdü. Ayşe, indirim yapıp ödeme kolaylığı sağlayarak zemin kattan da bir daire teklif etti. Giriştekidaire için, “Pencerelere demir parmaklık yaptırırız,”  güvencesi verdi.

       “Şincik garar veremecem,” dedi adam. “Gızımla görüşem, hangisini isderse gabulüm. Allah razı olsun. Melek gibi gızla olduunuz *şılayan yüzlenizden belli oluyo. Dilleniz de pek datlı. Gurban olduum Allah, ne eyi, ne gözel insanla yaratmışsın...” Sakınmadan hayranlıkla baktı kızlara. “Arada elimize para geçeese ödeme yaparız. Borçlu olup düşünmekdenseuyuz olup gaşınmak daha eyidir,” demesiyle, borcuna sadık olduğunu belli etti. “Gaparo alceniz mi?”diye sorup arkasından da, “Almayın. Gızım gabul etmezse param sebil olmasın,” deyişinden ve mahzun bakışından etkilendi kızlar.

       “Kaparo yok amca,” dedi Ayşe. “Kızın, on beş yirmi gün içinde gelip dairelere baksın. Fiyatlarda bir artış olmaz.  Dairelerin planlarını vereyim. Kızın görsün.” Kalkıp, karşıdaki  dolaptan aldığı katlı planları verdi adama. “Karşılıklı bir şeyler içerken açıklama yaparım,”deyip ayrıldı.

       Aybala; “Ablam da yandaki apartmanda oturacak. İlerde kızınla komşu olur. Ablama gidip geldikçe ben de kızını ve torununu tanımış olurum,” deyince pek sevindi yaşlı adam.

       “Aman ne gözel… Dayreleden birini mutlak alırız. İçime ayrı bi sevinç dolduruvedin gözel gızım.” 

       Aybala’nın içine de sevinç doluverdi...

                                                           ***

       “Pek gözel, pek cana yakın gadın gızlasınız,” dedi yaşlı adam, sunulan meyve suyunu içerken. “Efendinizi eyi seçin. Arpadan da un olur emme, yufga açılmaz...Allah, gönünüze göre efendi vesin…”

       Yaşlı adam, gösterilen yakınlık ve iyiliğin borcunu da iyi dilekle ödemek istedi...

 

Veysel Başer

 

Hışdanmamak        : Önemsememek

Noldum                   : Ne oldum

Hövgelenmek          : Öfkelenmek.

Sonadan keri          : Daha sonra.

Böyük poyradan      : Yüksek sesle

Dakı dakıverme       : Peş peşe tokat atma.

Godeş                      : Ahlaksız, pezevenk. 

Ünneme                  : Çağırma.

Tataviye-tatafiye    : Boş yere

Kelem                     : Lahana

Şılayan                   : Parlayan.

                            










 

( Sındırgılı Emmi başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 12.06.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu