Sen gittikten sonra ben hiç gülmedim.
Ağzımı bıçak bile
açmadı.
Ekmeği çiğneyen dişlerimin arasına sıkıştırdım şimdi sevdanı.
Kürdan mı
olursun, kurban mı bilemem bu hikayede..
Ama unutma senaryo yazılmış ,
aktörler
ve aktristler yerlerini almıştı.
Kader rejisör, nefis süflör olmuştu,
bir sevda
sahnelenecekti bu oyunda.
Sonu belli
olmayan;
iklime, mekana ve zamana göre renk değiştiren
bir sevdayı canlandıracaktık
seninle seyircisi olmayan sahnede.
Başaramadık..
Bağlı kalmayı, bu oyunu
oynamayı, rol yapmayı bile başaramadık.
Unuttun ilk bakışmayı.
O bakışmadan
nasıl kaçtığını hatırla şimdi.
Sahneye çıktığın ilk andaki mutluluğu hatırla.
Seyircisi olmayan sahnede seninle ilk ele ele tutuştuğumuz anda sanki tüm
dünyanın seninle beraber mutlu olup ta seni alkışladığı o sahneyi unutma.
Ten
değildi aşk sadece, silüet değildi.
Seni Allah rızası için sevebilmekti.
Acıların bile tatlandığı bir hayatı paylaşabilmekti aşk.
Sen acılara dayanamadın belki de.
Hadi belki
hepsi hayaldi,
hadi hepsi bir uydurmaydı.
Göz göze geldiğin anda gördüğün o
rüyada mı yalandı?
Kaçtığın belki de ben
değil,
içinde yaşattığın korkuların çıkılmazlıklarında kaybolacağın bir hayattı.
Sallanan ve urganları artık kopmaya yüz
tutmuş bir köprünün üstündeki çaresiz çocuk gibi baktım hep koşmak istediğim
noktaya..
Bir adım daha atsam ya ip kopacaktı, ya da dayanamayacaktı ayağımı
bastığım çürük tahtalar beni taşımaya..
Atmaya
çalıştığım her adımda yetimhaneyi ziyaret eden ailelerin gözlerine bakan kimsesiz
çocuklar gibi beni götürün dercesine baktım köprünün gözüken o uç noktasına.
Sımsıkı tutundum, o çürük tahtalara.
Sonu yoktu
biliyorum, çürüttün işte bu köprü gibi hayatımı da..
Ne bir adım ileri, ne de bir
adım geri atabiliyordum artık..
Senaryo da oyunda bitti sonunda..