Etraftaki
davetlilere aldırmayan İvan, elini Elena’nın omzuna koydu. Her
şeyi unutmuş, hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Hatta özlediğini göstermek
için de eğildi ve fırsat vermeden dudaklarından öptü. Elena, "Lütfen”
derken gayri ihtiyari, beli belirsiz karşılık verdiğine kendisi de
şaşırmıştı. İvan :
“Geleli çok oldu mu?” dedi.
“Partiye mi? Ülkeye mi?”
“İkisine
de”…
“Partiye yeni geldim. Ailemi ziyarete gitmiştim. Ülkeye ise üç dört gün önce geldim,” dedi. Sesindeki suçlamayı önleyemeyen tonuyla ”Beni aramayacak mıydın?” dedi. Kadın içini çekti ve yere baktı. İvan’ın üzerindeki elbiseyi daha önce görmemişti.
Kadın
yüzü kızararak; ”Evet, arayacaktım”dedi.
“İçki
ister misin?”
“İçkiyi
bıraktım. Hatta kahveyi de…”…
“Kahveyi
bıraktın mı? Ama çok severdin!”
“Hazır
kahveden nefret ediyorum. Moskova'da ise bundan başka bir
şey yok.”
“Sen de sigara
kokmuyorsun?”
“Bıraktım.”
“Gerçekten
mi? Ne zaman?”
“Sen gittikten sonra”…
Yukarıdan birilerinin emir vakileriyle aniden İvan’la evlenmeye karar vermişti. İvan’ın tepede geniş çevresinin olması, Elena’nın doktorasını yapmasına, tanınmasına, hatta basamakları hızla çıkmasına ve rahat bir hayat sürmesini sağlamıştı. Geçici birkaç işte çalışmıştı. Kısa sürede, kuşağının en parlak filologlarından biri olarak tanınmaya başlamıştı. Uzun bir süre, kalıcı, gerçek bir meslek yaşamı da olmadığı içinde huzursuzdu. Üniversitede öğrendiklerini nasıl olsa bir gün kullanacağına, önemli bir işle görevlendirileceği günü bekliyordu.
Üniversitedeyken gönlünü kaptırdığı Özbek gencini de tamamen unutabilmiş değildi. Evlendiklerinde, evliliğin rutin yaşamına dalmış birçok şeyi unutmuştu. Birlikte televizyon seyrediyor, yemek pişiriyor, arkadaşlarıyla dolaşıyorlardı. Doğal olarak arada bir kavga da ediyorlardı. İlk yılların ateşli tutkusu daha zengin bir ilişkiye dönüşmüştü.
Her
geçen gün, Elena biraz daha ona bağlanıyordu. Zaman zaman çocuk yapmaktan
bahsetmişler, ancak bunu pek ciddiye almamışlardı. Bir hafta ciddiye alırken,
diğer bir hafta vazgeçiyorlardı.
Bu mutluluk aniden paramparça oldu. İvan Moskova’da Politbüroya çağrılmış. Merkezde kendisinin de bilemediği bir gizli görevle görevlendirilmişti. Onu görmeye giden hiçbir ziyaretçi bile kabul edilmiyordu. Telefonla bile, ona ulaşma imkânı olmuyordu. Ancak o ararsa arıyordu. Elena her arayışında, ne zaman döneceğini soruyorsa da; İvan her defasında bilmediğini söyleyip duruyordu.
İvan işinde başarılı biriydi. İlgisiz parçaları bir araya
getirmeyi seven biriydi. Dünyanın en gizemli şehirlerinden biri olan Kremlin’nin
nasıl işlediğini çok iyi bilirdi. 1984’te hiç kimsenin tanımadığı bir
politbüro üyesi olan Gorbaçov’un liderliğe yükseleceğini
o
zamandan tahmin etmişti.
Moskova’nın yirmi yedi kilometre batısında, bir dizi çam ağaçları arasındaki üç katlı taş bina, Sovyetlerde en güçlü adamlarından birine aitti. Salondaki masada, kristal ve porselen takımlar, havyar, tavuk kızarması, Fransız şampanyası Rusya’nın en seçkinlerine hizmet ederdi. Binanın odaları her türlü frekansta dinlemelere karşı korumalı, dinlenemez bir yapıdaydı.
Berlin Duvarı yıkılmış, Doğu Almanya yitirilmiş, Varşova Paktı kâğıt üzerinde kalmış, Sovyetlerin yönettiği komünist hükümetler de tek tek yıkılıyordu. Yaşanan kriz, Daça’daki taş bina da masaya yatırılmış, sorgulanıyordu. "Ekonomi çöküyor. Komünist parti kontrolü yitiriyor. Bu adam (Gorbaçov) ülkeyi içten parçalıyor” diyordu, Moskova kulüp üyelerinden biri……
Kırk beş yaşlarında, solgun tenli, zayıf, GRU'nun dış haberler alma müdürünün birkaç hafta dinlenmeden çalışmanın yorgunluğu üzerindeydi. Hatalardan ve yanlış hesaplardan nefret ederdi. Titiz bir yöneticiydi."
Sovyetler, darbe yapılması imkânsız bir sisteme sahip… Yani gerçeklerle algılamalar birbirine hiç uymuyor. Suikastlarında bir anlamı yok. Yılanın başını kesmekle gövdesinin de öleceğini söyleyenler olacak ama araştırmalar; bunun tam aksini gösteriyor. “Plan, devrim bayramında olmalı” dedi ve sözlerini sürdürdü.
Tespitine, diğer biri ”Korkunç fakat harika” diye tanımlıyordu.
…
Devamı Var…