Bir yudum alırken rakının ince nefesinden, seni içine alır
muhabbetin. Bir yudum daha ve bir duble daha… Çoğalır yanındakiler gitgide.
Kardeş olursun anlık bir hevesle. Çatalını batırdığında deniz kenarında
oturduğun bembeyaz örtülü masadaki mezene, bir yudum daha almışsındır ince uzun
bardağından. Gecenin en tatlı vaktinde, ay ışığının yakamoz yaptığı denize
bakarken dalgalanmalar da başlamıştır. Denizin hafif esen rüzgarıyla nemlenen
dostlarının yüzleri kızarmaya başlar. Hep birilerinin de burnu kızarır hani o
tatlı gülümsemelerinde. Sersemlerken kurulan düşler; yitirilen aşklar
kurtarılır, ülke kurtarılır, yaşanan aşklar tazelenir. O gece, her zaman en
güzel gece olarak anımsanmaya çalışılır. Anılar tazelendikçe yeni bir şişeyle
beraber, eski dostlara kayar akıllar. Unutulanlar, unutanlar akla gelir. Hey
gidi günler denir her birinin ardından. Bir kahkaha patlar geçmişin izinden
kalanlara. Her yıl da biri eksilir, on kişi başlar, dokuz, sekiz… derken
yenileri gelir ama ya sen beğenmezsin yeni gelenleri ya onlar alışamazlar sana.
Neden denir, nerde o eski bayramlar diye? Onun gibi beğenilmez yenileşen hayatlar.
Bir kez kurdun mu o kusursuz masayı, hep devamı gelecekmiş gibi gelir.
Sandalyenin şekli bile kusursuz olabilir, herkesin yeri bellidir zaten. Her
zaman bir sandalye fazladır, bir çatal fazladır, bir bardak kapalı bekler
masada. Bütün kapılar açılır gecenin sonunda. Yoldan geçen hiç görmediğin
yüzlerle paylaşırsın mutluluğunu, hüznünü. Ama bilirsin belki bir daha hiç
göremeyeceğini o yüzü. Sokakların tozunu yuta yuta tutarsın evin yolunu.
Yalnızlık baş götürür yatağında, birden uyuyakalırsın üzerinde elbiselerinle.
Sabah uyandığında normal hayatın devam eder, bir daha istersin aynı geceyi ama
bulamazsın. Her geçen gün masadan eksilir dostlar, yapbozun parçalarını
toplayamazsın.