BİLGE KARDEŞLER

 

 

 

 

Vakti zamanın birinde; her bir sözden, izden ve gizden anlam çıkaran bilge üç kardeş varmış.

Yaşlı babalarının yaşam direncini yitirmekte olduğunu, bedeninden çıkacak ruhu Tanrı katına götürmek için bir ölüm meleğinin kanat çırptığı anlayan kardeşler babanın huzuruna çıkıyorlar.

En büyükleri, bir vasiyetinin olup olmadığını soruyor.

“Var,” diyor yaşlı baba.  “Altınlar ve ticarethane en büyük olanınızın. Gümüşler ve hayvanatlar ortancanızın. Tarla tokat ise en küçüğünüzün.  Bunlara sahip olabilmeniz için tek şartım şu. Beş günlük yol ötesindeki memleketin en büyük kadısına gidecek, ondan uygundur fetvasını aldıktan sonra taksim yapacaksınız.”

 

Bilge kardeşler, ruhunu ölüm meleğine teslim eden babalarına son görevlerini yerine getirdikten sonra memleketin en büyük kadısına gitmek üzere yola koyuluyorlar.

Beşinci günü de yol teperlerken bir deve izine rastlıyorlar.

Büyük kardeş   : “Bu deve sahibinden kaçıyor.”

Ortanca kardeş: “Bu devenin kuyruğu yok.”

Küçük kardeş   : “Bu devenin arka sol ayağı aksak olduğu gibi sağ gözü de kör.”

 

Bir süre sonra bir çeşme başındaki söğüt ağacının gölgesinde dinlenen bilge kardeşlerin yanına elinde sopası olan bir adam geliyor. Selam sabahtan sonra adam, kaybettiği devesini aradığın söylüyor. Büyük kardeş, “Deveyi dövüp kaçırdın mı yoksa?..” deyince adam, “Huysuzluk yapınca bu sopayla biraz okşadım(!),” diyor. Ortanca ve küçük kardeşler, devenin bazı özelliklerini söyleyince adam bunlardan işkilleniyor. “Devemi ya sattınız, ya da kesip etinden yediniz!” deyip, daha başka sözlerle bas bas bağırıyor. Onlarla başa çıkamayacağınız anlayınca, “Sizi başkadıya şikayet edeceğim!” dediği gibi ayrılıyor. Büyük kardeş, “Bekle! Biz de ona gideceğiz! Birlikte gidelim!” diye arkasından seslense de adam hızla uzaklaşıyor.  

 

Bilge kardeşler, akşamüzeri kente geliyorlar. Başkadının evini öğrenip kapısına vardıklarında devesini kaybeden adamla karşılaşıyorlar. Adam, “Sizden şikayetçi oldum. Kadı efendiye gidiyoruz,” deyip önlerine düşüyor. Bilge kardeşler ve adam, başkadının huzuruna çıkıyorlar. Başkadı, adamın şikayetini bir kez daha dinliyor. Kardeşlere de savunmaları için söz veriyor.

Büyük kardeş   : “Başkadı hazretleri, bize bilge kardeşler derler. Uçan bir kuşun bile uçma nedenini az çok biliriz. Bu adamın devesini yakalayıp satmadık. Kesip, etinden yemedik.  Devesinin adımları, normal yürüyen bir devenin adımlarına benzemiyordu. Adımlar arası çok fazla olduğundan kaçan bir deve olduğunu anladım.”

Ortanca Kardeş  : “Kuyruğu olan bir deve işerken sidiğini kuyruğu ile sağa sola serpiştirir. Bu deve kaçarken işemiş. Sidiği düz çizgi halindeydi. Ondan devenin kuyruksuz olduğunu anladım.”

Küçük kardeş :  “Ayaklarında sorunu olmayan bir deve tabanıyla basar. Oysa bu devenin arka sol ayağı tabanla değil tırnağı üzerinde basmış hep. Ondan arka sol ayağının aksak olduğunu anladım. Deve kaçarken, ara sıra sol taraftaki devedikenlerinin çiçeklerinden koparmış. Oysa sağ taraftaki dikenlerin çiçekleri daha körpe olduğu halde onlara hiç dokunmamış. Bundan da devenin sağ gözünün kör olduğunu anladım.”

 

Bu açıklamalardan ikna olan devesini yitiren adam, şikayetinden vazgeçiyor. Büyük kardeş, buraya geliş ve huzura çıkış nedenlerini arz ediyor. Başkadı, dağıtılan para, mal ve mülkün değerlerini soruyor. Aldığı yanıtlar sonrasında, taksimatın uygun olduğunu söylüyor. Uzak yerden geldikleri için bilge kardeşlerle deveciyi akşam yemeğine davet ediyor.

  

Bilge kardeşler ve deveci adam, başkadıdan izin isteyip kenti geziyorlar. Akşam karanlığına doğru geri geliyorlar. Başkadının davetiyle geniş bir odaya geçtiklerinde mükellef bir yer sofrasıyla karşılaşıyorlar. Sofraya oturup yemeğe başlayacakları sırada başkadı; “Hay aksi,” diyor yüzünü ekşiterek. “Halledilmesi gerekli bir niza vardı. Onu unuttum. Gidip halledeyim. Sizler yemeğe devam edin,” deyip kalktığı gibi dışarıya çıkıyor.

 

Bilge kardeşlerle deveci, yiyecek ve içeceklerden tatmadan öylece kalakalıyorlar.

Büyük kardeş   : “Bu kuzu çok nefis kızarmış ama ne yazık ki köpek sütüyle beslenmiş.

Ortanca kardeş:  “Şişedeki şarabın rengi çok güzel görünüyor ama mezarlık üzümlerinden yapılmış.

Küçük kardeş   :  “Bu ekmek, kanamalı kadın tarafından yapılmış. Ayrıca, bu kadı var ya, memleketin en büyük kadısı ama piç.”  

 

Uydurma bir görevle oradan ayrılıp söylenenleri kapı arkasından duyan başkadı, doğruca kasaba gidiyor.  “Doğru söylemezsen seni astırıp kestiririm,” diye tehdit ederek kesip gönderdiği kuzunun beslenmesi hakkında bilgi istiyor. Kasap, kuzu doğarken anasının öldüğünü, o sırada yeni eniklemiş bir köpeği olduğunu, kuzuyu da emzirdiğini söylüyor.

 

Başkadı, kasaptan ayrılıp şarapçıya gidiyor. Onu da tehdit ediyor. Şarapçı, bağlardaki üzümlere hastalığın musallat olduğunu, mezarlıktaki asmaların üzümlerinden mecburen şarap yaptığını bildiriyor.

 

Başkadı doğruca evine geliyor. Sorguladığı karısı, “Daha sonra yapayım dedimse de ısrar ettin.

Ben de aybaşı halimle ekmek yaptım,” diyor.  

 

Başkadı, anasının yanına varıyor.

“Bana doğruyu söylemezsen, anamsın demem seni darağacına gönderirim. Ben piç miyim?”

Başkadının anası epey bir mırın kırın edip, üzülüp büzüldükten sonra kurtuluşunun olmadığını anlıyor.

“A oğul, beni bağışla,” diyerek gerçeği anlatmaya yöneliyor. “Rahmetli baban, evlat özlemiyle yanıp tutuştuğu halde çocuğumuz olmuyordu. Kusur bende midir acaba diyerekten bir kereye mahsus olmak üzere çobanla çiftleştim. Ardından gebe kaldım. Pek benzemese de baban, çoğu kendinden bildi. Boynum kıldan ince oğul. Vurdurmak istersen gücenmem.”

           

Başkadı, konuklarının yanına varınca yemeğe başlanılmadığın görüyor.

“Dediklerinizi duydum ve hepsi doğruymuş. Onları nasıl bildiniz?” diye soruyor kardeşlere.

Büyük kardeş : “Köpek dışındaki bütün hayvanların yağları üstte durur. Kuzu, kızarmış olarak geldiğinde, yağların üstte değil, dipte olduğunu gördüm. O nedenle kuzunun köpek sütüyle beslendiğini anladım.”

Ortanca kardeş : “Normal bağ üzümüyle yapılmış şarap şişe içinde köpürmez. Mezarlık asmalarındaki üzümden yapılan şarap ise köpürür. Şişedeki köpürmeden şarabın mezarlıktan alınmış üzümden yapıldığını anladım.”

Küçük kardeş  : "Aybaşı olan bir kadının yaptığı ekmeğin içi pişmez. Ekmeğin dışı çok iyi kızarmasına rağmen içi pişmemiş. Ondan ekmeğin kanamalı bir kadın elinden çıktığını anladım. Öbürüne gelince, memleketin en büyük kadısı, yemeğe başlanılacağı sırada bir bahaneyle ayrılıp, konuşulanları kapı arkasından dinlerse o piçtir.”

 

 

Bu masalı, Artvin’de dört sene birlikte çalıştığımız, rahmetli arkadaşım Orman Yüksek Mühendisi Yusuf Aydın Biber’den 1972 yılında dinlemiştim. Bu masalla ruhunu bir kez daha yâd ediyorum.     

 

Veysel Başer

( Bilge Kardeşler başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 3.02.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu