Sancaktar
Yaşlı Muharip Gazi, on altı ve on üç yaşlarındaki ikinci kuşak torunlarının güvencesinde, küpeşteye tutunarak mermer merdiven basamaklarını ağır ağır aşıp anıtın terasına çıktı. El sürerek anıt gövdesini okşarken fersiz gözleri yaşardı. Mendiliyle gözlerini silen kızın yardımıyla teras köşesine gelip, sancağa
ve sancağı tutan kola baktı. Çevreye göz attı. Aşağıda duran torunu ve kocasına döndü.
“Ne iyi ettiniz de getirdiniz beni. Bu topraklar bana da, hadi gel gayri diyor…”
Kadın: “Allah geçinden versin dede!”
“Askerlerim de beni çağırıyor...” Yüzünde aydınlık belirdi. “ Vasiyetimi biliyorsunuz. Buradaki aziz şehitlerimin huzurunda bir defa daha söylüyorum. Öldüğümde, buraları görebilen bir mezarlığa defnedin beni. Buraların tarihi milli park olmasına çok sevindim. Ağaç dikim mevsimine kalırsam eğer, beni yine getirin. Ben de birkaç fidan dikeyim.
Adam: “Dönüşte yetkililere sorarız. Topraklı fidan varsa şimdi de dikeriz efendim.
“İyi olur. Şehitlerimiz için ne yapsak azdır. Çünkü onlar, bu vatan ve millet için canlarını verdiler…
Bu değerli anıt, şanlı tarihlerimize, burada yazılan büyük bir destanın sembolüdür... Övünç ve gurur kaynaklarımızdan birisidir…”
“Bu övüncümüz sizler sayesinde oldu efendim.
“Övüncümüzün asıl kaynağı kahraman bir millet olmamızdır. Atatürk’ü yetiştirmiş olmamızdır...Kalabalık bir ziyaretçi grubu geliyor. Bu şehit sancaktarımızın huzurunda, bütün şehitlerimizin ruhlarını sevindirmek ne güzel...Değer verip ziyaret etmek ne güzel… Gelenler gençler...Oh oh, ne güzel...”
Koşarak gelen liseli altı erkek öğrenci, yan merdivenlerden anıta çıkınca Gazi ve torunları teras köşesine sıkıştılar.
I.Öğrenci: “Askerin amma da kaslı kolu varmış.”
II.Öğrenci : “Resmimi çeksene.”
Ayarladığı körüklü fotoğraf makinesini verdi. Anıtın alt gövdesindeki çerçeve mermere çıktı.
Gazi’nin güzel torununu kesercesine poz verirken yanına yanaşan bir öğrenciyi iteledi.
“Resmimi çeksene oğlum!”
Gazi, çok fena sinirlendi.
“ Defolun!”
Öbür öğrenciler köşeye çekilirken poz veren öğrenci Gazi’ye lakayt bakış yöneltti.
“Dedecik, biz ne yaptık ki size?
Gazi: “Metin, bastonumu getir oğlum! Şu edepsize haddini bildireyim!”
Kız, oğlan kardeşini durdurdu. “Büyük dedeciğim lütfen...” deyip poz veren öğrenciye karardı.
Oğlan da baya bir kabardı.
Gazi, anıttaki öğrencilere parmak salladı.
“Gençler olarak sizleri ayıpladım!”
Kadın Öğretmen: “Çocuklar! Aşağıya inin!”
Anıttaki öğrenciler yavaştan aşağıya inerlerken Gazi’nin yüzü hâlâ öfke dokuyordu.
“Sizleri şunun için ayıpladım!” diye seslendi. “Bu anıtı, bir manzara gibi görüp resim çektirmeye kalktığınız için! Ve alaya alırcasına! Resim çekinmek için mi geldiniz buraya?”
Merdivenin son basamağında duran lI.Öğrenci sert bir yüz ifadesiyle Gazi’ye döndü.
“Resim, ziyaretimizin bir anısı olacaktı!”
Kadın öğretmen, öğrencisini kolundan çekip öbür öğrencilerin arasına yolladı.
“Efendim, öğrencilerim bilmeyerek bir hata işledilerse özür dilerim.
Gazi: “Öğrencilerin, tarihi ve bence çok kutsal bir olayı belgeleyen, bu eşsiz anıta önce saygı ve
sadakat duymalılardı…”
“Öğrencilerim bunu için buraya geldiler. Bir resim çektirmeyi bu kadar büyütmeyin efendim.
“Buyurun resim çektirin o zaman,” diyen Gazi, torununun koluna dokundu. “Kızım beni aşağıya indir.”
Kız: “Büyük dedem, burada yaşanan olayların canlı tanığıdır! Hassasiyeti bundandır!”
Büyük dedesini indirmek için koluna girdi.
“Lütfen inmeyin efendim!” diyen kadın öğretmen koşarak merdivene çıktı. Bir basamak inen Gazi ve torunlarını durdurdu. “Öğrencilerim adına özür dilerim efendim.”
Gazi: “Rica ederim hanım kızım. Yaptığımı alınganlığıma verin. Yaşlılık insanı alıngan yapıyor.”
“O günleri yaşayan bir büyüğümüz olarak anılarınızı ve bu anıtı oluşturan olayları anlatırsanız çok
seviniriz efendim. Sizin burada olmanız bizim için büyük bir kazanç. Lütfen efendim.”
Öğrenciler: “Lütfen! Lütfen amca!
Kız: “Büyük dedeciğim, kırma onları. Hepsi benim yaşıtım.”
Gazi, başıyla “Peki” deyince alkışlandı. Geriye dönüp terasa çıktı. Kadın öğretmen de yere indi.
Gazi, iki eliyle korkuluk dikmesini kavradı.
“Sevgili gençler! Sizleri kırdımsa, yaşlılığıma verin. Şehitlerimin huzurlarında daha bir hassas olmama verin...
Kadın Öğr: “Sizi tanıyabilir miyiz efendim?
“Emekli bir askerim. Bu vatanın kurtarılmasında kanını akıtmış bir gaziyim...Kurtuluş savaşında,
bu vatanın topraklarını adım adım dolaşarak kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’ün bir subayıydım...
Alkışlara başıyla selam verdi.
Kadın Öğr: “Sizi tanımakla onur duyduğumuzu bilmelisiniz efendim. Anılarınız ve öğütleriniz,
bizler için çok değerli olacak. Anlatırsanız seviniriz efendim.”
“Teşekkür ederim. Anlatacaklarımla gençlerimize faydalı olabileceksem, kendimi bahtiyar sayarım...”
İçlice soluklandı.
“Sevgili gençler! Burada, Şehit Sancaktar...Mehmetçik yatmaktadır. Burada yatan aziz Mehmetçik, vatanı
uğruna hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen kahraman bir askerdi...Yiğit ve cesur bir askerdi...Kumandam altında düşmanla çarpışırken şehit düşen bir askerimdi...Mustafa Kemal Paşa’nın askeriydi...Bu askerim gibi nice kahraman askerlere kumandanlık yaptığım için...Kendimi daima bahtiyar saymışımdır. Burada, sancağımızı tutarak yatan yiğit, çok sevdiğim bir askerimdi...Hassasiyetim bundandır.” Sancaktara döndü. “Ruhun huzur içinde olsun aziz şehidim...Ve bütün şehitlerim... Canınızı vererek kurtardığınız bu vatan emin ellerde. Kurtardığınızın bu vatanın evlatları, torunlarınız sizleri ziyarete gelmişler.”Duygulandı.
“Onlar, sizlerin kurtardığı bu vatanda doğup büyüdüler. Sizler gibi, vatanı, milleti ve bayrağı uğruna
seve seve can vereceklerine inanıyorum...” Öğrencilere döndü. “Damarlarındaki asil Türk kanı bunu gerektirir...Atatürk gençliğine bu yakışır zaten. Atatürk, gençlere çok güvenmiştir. En büyük eserim
dediği cumhuriyeti gençlere emanet etmesi, bu güvenin en güzel ve müstesna bir ifadesidir...
Bir kız öğrenci: “Eserlerini koruyacağımıza, şehitlerin huzurunda ant içeriz!”
Öğrenciler: “Ant içeriz!”
Sevinen Gazi, gençleri alkışlar.
“İnanıyorum ki, sizlerin bu andınızı, bu topraklarda yatan şehitlerimiz de alkışlıyorlardır. Hele büyük
Atatürk’ün ruhu, sevinçle göklerde uçuyordur...” Derinden sesli soluk verdi. Dudaklarını ıslatıp yutkundu. Öksürerek boğazını temizledi. “Bir milletin ruhu zapt olmadıkça, bir milletin azmi ve iradesi kırılmadıkça,
o millete hakim olmanın imkanı yoktur!” demişti Gazi Mustafa Kemal Atatürk...Bu sözleri, buralarda yapılan Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nden iki yıl sonra. Otuz Ağustos günü bu anıtın temel atma töreninde...O gün söylemiş olduğu sözleri hiç unutmam. Şöyle devam etmişti büyük Atatürk. “Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk devletinin...Genç Türk cumhuriyetinin temeli burada atılmıştır! Ebedi hayatı burada oluştu! Bu sahada akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır! Burada esasını vazettiğim Şehit Asker abidesi, o ruhların, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk Milletini temsil edecektir! Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün Otuz Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, atılışını, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır!” Büyük Atatürk o günkü konuşmasına şu sözlerle devam etmişti. “Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizlersiniz! Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfanla insanlık meziyetinin, vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız! Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir! Cumhuriyeti biz kurduk, onu yüceltecek ve yaşatacak sizlersiniz!”
Herkesten coşkulu bir alkış aldı. Alkışlayanları yavaştan alkışladı. “Arkadaşlar!” demişti büyük önderimiz. “Bu gaza ve şahadet diyarını terk eden Şehit Askeri ve arkadaşlarını hep beraber hürmet ve tazimle selamlayalım,” diyerek sözlerini bitirmişti.
Kadın öğr: “Sağ olun efendim. Bu anıtın oluşumu ve anlamı hakkında da bilgi verebilir misiniz?
Gazi, önce uzaklara ve çevreye, ardından da yandaki kol ve sancağa baktı süzgün. Yaşarmış gözlerini eliyle silerek öğrencilere döndü.
“Bütün hatıralar gözümün önüne geliverdi. Askerlerimi görüyor gibiyim. Tosyalı Halil’i, yedi diyarın cenkçisi Veysel ağayı...Anamurlu Hasan’ı, Kayserili Uzun Bekir’i...Daha nicelerini...Şehit olduğu halde sancağını bırakmayan bu kahraman askerimi...” Eliyle gösterip öğrencilere döndü. “Hepsi bana, kumandanım hadi gel gayri, özledik seni diyor...”
“Allah daha uzun ömürler versin efendim.
Öğrenciler: “Uzun ömürler dileriz!” “Maşallahınız var!”
Hüzünle gülümseyen Gazi, “Bin dokuz yüz yirmi iki senesinin Otuz Ağustos günü yapılan
Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde, birliğim çok şehit verdi!” diyerek sessizlik sağladı. “Bunlardan birisi de işte bu kahraman askerimdi...Kendisini kardeşim gibi severdim. Yiğitlikte, fedakârlıkta ve kahramanlıkta üstüne yoktu. O’nun sayesinde birliğim, sancak taşıma şerefine nail olmuştu... Taarruz
emri verilince, bir küheylan hızıyla düşmanın üstüne gitmişti. Hem sancağı tutuyor, hem de süngüsünü kullanıyormuş. Koşarmış öne, sağa sola. Sancağımızı hep yukarılarda tutarmış. Karanlık olmasına rağmen, muharebe devam ediyor, düşmanı süngüden geçiriyorduk…O gece, bulunduğumuz yerlerde kaldık. Sabah olduğunda, sancağımızın muharebe sahasında olduğu bildirildi. Gittiğimde gördüm ki, bir top mermisi,
şu kolu dışında, sancaktarımızı toprak altında bırakmış...Sabah rüzgarında sallanan sancağımızı, sancaktarımızın kolu dimdik tutmaya çalışıyordu. Oraya ilk varanlar, sağ diyerek toprağı eşelemişler.
Şehit olduğunu anlamışlar, ama sancağı bırakmak istemediğini bir türlü anlayamamışlar… Şehidimizin parmakları, sancağın gönderini sımsıkı kavramıştı… Parmakları ayrılmıyor, sancağını bırakmak istemiyordu...”Ağlamamak için kendini zor tutuyor, süzülen gözyaşlarını torunu mendille siliyordu.
“Donup kalmıştık. Şehidimi inciterek sancağı almak istemiyordum. Şehidimden, sancağı bırakmasını istedim ama, bırakmıyordu...Kaskatı kesilen parmakları, sancağın gönderinden ayrılmıyordu. Muharebe meydanını gezen Mustafa Kemal Paşa’yı görmemizle heyecanımız bir kat daha arttı. Şehidin, sancağın gönderini bırakmadığın öğrenen Başkumandanımız, bu olaydan son derece etkilendi…Resminin çekilip, kahramanlık abidesi olarak yaşatılmasını buyurdular... Hemen resim çekildi. İşte o zaman... Şehidimin parmaklarının oynadığını fark ettik... Sancağı almak istediğimizde, şehidimin parmakları yavaş yavaş açıldı...Sancağı bıraktı...Sancağını bekler vaziyette kaldı eli...”
Yutkunup soluklandı. Büyük dedesinin gözyaşlarını alan kız, aynı mendille kendi gözlerini sildi.
“Şehidimizi aldığımız yere kazık çakıldı,” diyerek devam etti Gazi. “Etrafı taşlarla çevrildi. Ulu önderime, bu kahraman askerime sancağını ebediyen verdiği için, ayrıca minnet ve şükran duymuşumdur hep. Bu; Şehit Sancaktar Abidesi, nice muharebelerde inanılmaz kahramanlıklar yaratan, kahraman Türk askerinin kahramanlık abidelerinden sadece birisidir...Sevgili gençler! Geçmişinizi iyi öğrenin ve geleceğinizi de
ona göre yönlendirin. Tarihini iyi bilen bir millet, geleceğini tehlikeye atmaz. Türk milletinin özünden ve tarihinden kaynaklanan özelliklerinin başında, fedakârlığı ve kahramanlığı gelmektedir. Tarihimizde fedakârlıkları ve kahramanlıkları destanlaşmış nice büyük insanlarımız vardır. Alpaslanlar... Ulubatlı Hasanlar...Gazi Osman Paşalar... Nene Hatunlar... Çanakkale aslanları...Anıtlaşan bu şehitler...İsimleri okunmayan ve bilinmeyen binlercesi...Büyük kumandan, büyük idaresi ve büyük insan Atatürk ve az önce söylediğim değerli vatan evlatlarının yarattığı destanlar iyi öğretildiği takdirde, milletimizin geleceği daima parlak olacaktır!.. Sevgili gençler! Türk milletine mal olmuş adıyla Atatürk’ü iyi öğrenin! Ülkesine ve milletine kazandırdıklarının değerini iyi bilin! Gösterdiği hedeflere ulaşmak tek gayeniz olsun! Araştırın, düşünün...Ufkunuz geniş olsun...Yarın ülkenin yönetiminde sizler söz sahibi olacaksınız. Atatürk’ün istediği gibi gençler olun!..Daima yenilikçi ve yeniliklere açık olun. Geniş düşünün ve düşüncede genç kalın. Türk Milleti, uygar dünyadaki yerini ancak böyle alabilir. Atatürk’ün bir hedefi de, uygar milletler seviyesine çıkmak değil miydi?
“Evett!
“Sevgili gençler! Bu vatan kolaylıkla vatan yapılmadı. Bu millet, kolaylıkla istiklaline kavuşmadı. Bu devlet
ha deyince kurulmadı. Bunların ne şartlar altında kazanıldıklarının ispatını, ülkemizin her yerinde
görebilirsiniz. Çanakkale’de... Sakarya’da...Erzurum’da...Gaziantep’te...Ve işte burada...Bu sebeple ülkenizi, milletinizi, devletinizi ve cumhuriyetinizi çok sevin. Kıymetini bilin. Vatanın bölünmez bütünlüğünden ve milletin birlik beraberliğinden asla taviz vermeyin. Atatürk’ün gösterdiği hedeflerden sapmayın. Bunları yapmazsanız eğer, bu toprakların vatan yapılmasında… Türk Milletinin var olmasında ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulmasında, kanını akıtıp gazi olanların...Canını verip şehit olanların...Ve bin
bir çile çekip emek verenlerin, yarın huzuru mahşerde sizlerden hesap soracaklarını asla unutmayın!”
Soluklanırken diliyle dudaklarını ısladı.
“Vatanı ve milleti uğruna,” diyerek devam etti. “Canını vererek en büyük fedakârlıkta bulunan
kahraman şehitlerimizi takdirle, saygıyla anıyor...Minnet ve şükran duyuyorum...Beni sabırla dinlediğiniz için sizlere de...Sevgilerimle teşekkürlerimi sunuyorum...
Alkışlar arasından “Sağ ol!” “Varol!” “Çok yaşa!” sesleri yükselirken kadın öğretmen anıtın terasına çıktı. Gazi’nin elin öpüp teşekkür etti. Öğrencilerine dönerek onları, “Atatürk ve şehitler için”
bir dakikalık saygı duruşuna davet etti.
Saygı duruşu devam ederken aralardaki bir kız öğrencinin;
“Aa! Gökyüzüne bakın! Bulutlar arasında Atatürk’ün gözleri!” demesiyle tüm bakışlar gökyüzüne yöneliverdi. Kendiliğinden alkış koparken Gazi, gökyüzüne selam durdu.
Burhaniye 1982
Veysel Başer