Hakkında anlatılanlara uygun biriydi. Mektebini yeni bitirmişti. İnce yapılı ve uzun boyluydu. Kendinden emin bir görünümü vardı. Yüksek ülkülerden ve sözlerden sık sık söz ediyordu. İyi bir ailenin çocuğu olduğu söyleniyordu. Babası da tanınmış biriymiş.

Ayrılığın alın yazısında tarihin dili oluyordu. Bir güvercinin kanatlarıyla gelen serinliği can evlerinde duyuyorlardı. Bir olmak, birce olmakla mutluluğu birlikte getiriyordu köşe minderli bir bahar kerevetinde. Sıcak dumanlı, demli çaydanlıklar bile, bir mavi göle dönüyordu gönüllerinde. Almıla gelen konuklara içine bal konmuş ıhlamur çayı sunmuştu. İçenler tekrar istediler, varlığa, yokluğa erinmeden.

Beyrek konuştukça açılıyor, açıldıkça da konuşuyordu. Başında dudak bükerek dinleyenler, görünüşüne göre hüküm ferma olanlar, bir daha yanıldıklarını anlamışlar, hatta içlerinden utanmışlardı. Genç adamın konuştukları, yaşlı bir Bilgeden farksızdı.

“Türk alemi için en büyük tehlike Ruslar olmuştur. Osmanlının yıkılışında en büyük ve aralıksız darbeleri yine Ruslar vurmuşlardır. Osmanlıyı Avrupa’dan çıkarmak isteyen Batı, bu işin taşeronluğunu ihaleyle Macaristan-Avusturya’ya vermişti. Açık denizlere ve Akdeniz’e inebilmek için, hasretten içi yanan Deli Petro’nun ağzından kuduz bir köpekten farksız salyaları akıp durmuştu.”

“Batının kapitalizm seralarında, Allah ve din tanımaz Marks’sın hazırlayıp sunduğu sosyalizmin ilk denemesi Ruslar ve Orta Asya’daki Türkler üzerinde deneme kararını aldılar. Bu denemelerin netice ve tesiri Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından çok daha tesirli, bir tahrip etkisine bütün dünya şahit oldu. Önce Rusya sathında Rus’u Rus’a kırdırmak için, Bolşevik-Sosyalist çatışmasında beyinler sulandırıldı. Binlerce insan birbirine düşman edilerek, katliamlar yapıldı. Halkın elinden ördeğine, kazına, çiftine ve çubuğuna hatta donuna varıncaya kadar, bütün şahsi malları devletleştirildi. ‘Gulak takım adaları’ adlı temerküz kamplarına Rus, Türk ve diğer milletlerden gönderilen, yazar ve aydının sayısını bilen yoktur. Devlet kapitalizmini elinde bulunduranlar ‘Soçi’ ve ‘Daça’ adıyla bilinen, halktan tamamen tecrit edilmiş sayfiye evlerindeki saltnatlarında beyler, paşalar gibi yaşadılar. Çocuklarını bile, halkın okuduğu okullarda değil, imtiyazlı özel okullarda okuttular. Yılın belirli aylarında, av partileri, eğlenceler, seyahat ve sefahat alemleriyle yeni bir imtiyazlı sınıf oluşturmadılar mı? Ateistlik formatında hazırlanarak sunulan Lenin ve Stalin bu katliamların en baş aktör oyuncuları değil miydi? ‘Gerçeği söylemek, küçük insanların bir önyargısıdır. Yalan ise çoğunlukla kişiyi hedefe ulaştırır’ diyen Lenin değil miydi?”

“Rus çarı Nikola’nın İngiltere sefiri Hamilton’a: ‘Türklere gelince, vahim bir hasta durumundalar. Hazırlıklı olalım. Onu elimizden kaçırırsak bir felaket olur. Uzlaşmamız lazım.” Sözlerini tarihin tozlu sayfalarından bulmak, o kadar da zor bir şey değil.

“Kılıcını oğluna göstererek; Plevne muhaberesinde: ‘Bunlar hep Türk kanıyla böyle kızardı. Çabuk büyü, onu sana vereceğim. Dedelerinin yürüdüğü yolda sen de yürü…’ diyen sözde insanlık hakkı savunucusu olarak sunulan Tolstoy değil miydi?

Almıla gibi oturanlar da dinledikçe yürekleri, gökyüzündeki bahar yağmur bulutları gibi genişliyordu. Koparılan sararmış takvim yaprakları arasından okunan hatıralar gibi geliyordu. Bir can gibi, bin can gibiydiler. Bikinili bir ilkbaharın dağlardan taze olarak getirip sunduğu, bir kar havası gibiydi yüreklerine dolan. Ak bir güvercin Kazakistan semalarına yeni, yepyeni aşk çizgileri çiziyordu. Uykudan uyanmışlığın dinçliği, tazeliği, huzur ve rahatlığını hep birlikte solukluyorlardı. Titreyip kendilerine gelmek için, yürekler bir başka atıyordu. Bol kirpikli gözler, erik, badem, kiraz ağaçlarının çiçeklere duruşu gibiydi. Onlardan farksız bakıyorlardı. Güzele, huzura, mutluluğa, insan gibi yaşamaya ve kendi topraklarında insan gibi ölmeye olan hasretleri nihayet bitmişti. Nazlı ceylanlar gibi, yüreklerde yeniden özlemler de büyür, salınır, salınır gezerdi. Dökülen gözyaşları, zalimin zulüm gemisini batırmayı başarmışlardı. Zulüm çadırı çökmüştü. Bu kaçını arzuhal, bir nazlı çiçek gibi alın yazıları oluyordu. Bu güne kadar dalları budanarak gelen koca çınar ağacı, yeni sürgünler, yeni dallara duruyordu daha gür ve taze.
...
Devamı Var...
...
Km-181104

( Ihlamur Ağacı - 3 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 20.02.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu