Ihlamur Ağacı - 3
Hakkında
anlatılanlara uygun biriydi. Mektebini yeni bitirmişti. İnce yapılı ve
uzun boyluydu. Kendinden emin bir görünümü vardı. Yüksek ülkülerden ve
sözlerden sık sık söz ediyordu. İyi bir ailenin çocuğu olduğu
söyleniyordu. Babası da tanınmış biriymiş.
Ayrılığın
alın yazısında tarihin dili oluyordu. Bir güvercinin kanatlarıyla gelen
serinliği can evlerinde duyuyorlardı. Bir olmak, birce olmakla mutluluğu
birlikte getiriyordu köşe minderli bir bahar kerevetinde. Sıcak
dumanlı, demli çaydanlıklar bile, bir mavi göle dönüyordu gönüllerinde.
Almıla gelen konuklara içine bal konmuş ıhlamur çayı sunmuştu. İçenler
tekrar istediler, varlığa, yokluğa erinmeden.
Beyrek
konuştukça açılıyor, açıldıkça da konuşuyordu. Başında dudak bükerek
dinleyenler, görünüşüne göre hüküm ferma olanlar, bir daha
yanıldıklarını anlamışlar, hatta içlerinden utanmışlardı. Genç adamın
konuştukları, yaşlı bir Bilgeden farksızdı.
“Türk alemi
için en büyük tehlike Ruslar olmuştur. Osmanlının yıkılışında en büyük
ve aralıksız darbeleri yine Ruslar vurmuşlardır. Osmanlıyı Avrupa’dan
çıkarmak isteyen Batı, bu işin taşeronluğunu ihaleyle
Macaristan-Avusturya’ya vermişti. Açık denizlere ve Akdeniz’e inebilmek
için, hasretten içi yanan Deli Petro’nun ağzından kuduz bir köpekten
farksız salyaları akıp durmuştu.”
“Batının
kapitalizm seralarında, Allah ve din tanımaz Marks’sın hazırlayıp
sunduğu sosyalizmin ilk denemesi Ruslar ve Orta Asya’daki Türkler
üzerinde deneme kararını aldılar. Bu denemelerin netice ve tesiri
Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından çok daha
tesirli, bir tahrip etkisine bütün dünya şahit oldu. Önce Rusya sathında
Rus’u Rus’a kırdırmak için, Bolşevik-Sosyalist çatışmasında beyinler
sulandırıldı. Binlerce insan birbirine düşman edilerek, katliamlar
yapıldı. Halkın elinden ördeğine, kazına, çiftine ve çubuğuna hatta
donuna varıncaya kadar, bütün şahsi malları devletleştirildi. ‘Gulak
takım adaları’ adlı temerküz kamplarına Rus, Türk ve diğer milletlerden
gönderilen, yazar ve aydının sayısını bilen yoktur. Devlet kapitalizmini
elinde bulunduranlar ‘Soçi’ ve ‘Daça’ adıyla bilinen, halktan tamamen
tecrit edilmiş sayfiye evlerindeki saltnatlarında beyler, paşalar gibi
yaşadılar. Çocuklarını bile, halkın okuduğu okullarda değil, imtiyazlı
özel okullarda okuttular. Yılın belirli aylarında, av partileri,
eğlenceler, seyahat ve sefahat alemleriyle yeni bir imtiyazlı sınıf
oluşturmadılar mı? Ateistlik formatında hazırlanarak sunulan Lenin ve
Stalin bu katliamların en baş aktör oyuncuları değil miydi? ‘Gerçeği
söylemek, küçük insanların bir önyargısıdır. Yalan ise çoğunlukla kişiyi
hedefe ulaştırır’ diyen Lenin değil miydi?”
“Rus çarı
Nikola’nın İngiltere sefiri Hamilton’a: ‘Türklere gelince, vahim bir
hasta durumundalar. Hazırlıklı olalım. Onu elimizden kaçırırsak bir
felaket olur. Uzlaşmamız lazım.” Sözlerini tarihin tozlu sayfalarından
bulmak, o kadar da zor bir şey değil.
“Kılıcını oğluna
göstererek; Plevne muhaberesinde: ‘Bunlar hep Türk kanıyla böyle
kızardı. Çabuk büyü, onu sana vereceğim. Dedelerinin yürüdüğü yolda sen
de yürü…’ diyen sözde insanlık hakkı savunucusu olarak sunulan Tolstoy
değil miydi?
Almıla gibi oturanlar da dinledikçe
yürekleri, gökyüzündeki bahar yağmur bulutları gibi genişliyordu.
Koparılan sararmış takvim yaprakları arasından okunan hatıralar gibi
geliyordu. Bir can gibi, bin can gibiydiler. Bikinili bir ilkbaharın
dağlardan taze olarak getirip sunduğu, bir kar havası gibiydi
yüreklerine dolan. Ak bir güvercin Kazakistan semalarına yeni, yepyeni
aşk çizgileri çiziyordu. Uykudan uyanmışlığın dinçliği, tazeliği, huzur
ve rahatlığını hep birlikte solukluyorlardı. Titreyip kendilerine gelmek
için, yürekler bir başka atıyordu. Bol kirpikli gözler, erik, badem,
kiraz ağaçlarının çiçeklere duruşu gibiydi. Onlardan farksız
bakıyorlardı. Güzele, huzura, mutluluğa, insan gibi yaşamaya ve kendi
topraklarında insan gibi ölmeye olan hasretleri nihayet bitmişti. Nazlı
ceylanlar gibi, yüreklerde yeniden özlemler de büyür, salınır, salınır
gezerdi. Dökülen gözyaşları, zalimin zulüm gemisini batırmayı
başarmışlardı. Zulüm çadırı çökmüştü. Bu kaçını arzuhal, bir nazlı çiçek
gibi alın yazıları oluyordu. Bu güne kadar dalları budanarak gelen
koca çınar ağacı, yeni sürgünler, yeni dallara duruyordu daha gür ve
taze.
...
Devamı Var...
...
Km-181104
(
Ihlamur Ağacı - 3 başlıklı yazı
KOCAMANOĞLU tarafından
20.02.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.