GELİBOLU'DA ÖĞRETMEN OLDUM                                

                                        

 

      Aziz şehitlerimizin anısına.                                                                                           

      Nisan 1995

                                                   **

      Şehitlere duyulan saygı, anıtın heybeti ve hafiften esen rüzgârın bile anıttan geçerken yaptığı uğultu,

derin bir vatanseverlik deryasına götürüyordu onları.  “Çanakkale Şehitleri Anıtı” önünde, tarihin havasını

her soluyuşta yüreklerinin kıpır kıpır attığını hissediyorlardı. Görkemli böyle bir anıtla da olsa aziz şehitlerle

bütünleşmenin manevi duygusallığı içinde buluyorlardı kendilerini.  Anıtı görmeye gelen Türk ziyaretçiler

gibi yabancı ülkelerden gelenlerin de derin bir saygı bütünlüğü içinde olduklarını görüyorlardı.

 

      Murat, daha bir duygu yüküne giren eşini duvar üstüne oturttu. Bu sırada Çanakkale boğazına büyük

bir şilep yöneldi.

 

      “Bu boğazdan yılda, binlerce gemi geçer,” dedi Murat. “Boğaza yönelen gemilerdeki insanlar önce bu

görkemli anıtı görürler.  Bu heybetli anıtın neyi simgelediğini mutlaka öğreneceklerdir. Onlar da başkalarına

aktaracaklardır. Bu anıtın süs olsun diye yapılmadığını, güzel manzara yaratsın diye dikilmediğini, Türk’ün

birçok değerini simgeleyen tarihi bir anıt olduğunu öğreneceklerdir...Ve öğreneceklerdir ki bu anıt, emperyalist

güçlere karşı koyuşun destanıdır...Gelibolu yarımadasındaki korkunç savaşta Türk askerinin;  Çanakkale geçilmez
 demesinin bir kanıtıdır... İki yüz elli bin şehit ruhunun buluştuğu mabettir...Onların torunlarınca, Çanakkale’yi bir daha
 geçmeye kalkışmayın ihtarıdır...”

 

      Çise, amcasının bir özelliğini daha tanımış oldu. Bunu pekiştirmek için, “Amca, siz bir ulusalcısınız,” dedi. 

“Evet,” dedi Murat. “Atatürk milliyetçiliğini yürekten benimsemiş bir vatanseverim...Burası gibi Anadolu’da kahramanlık
 destanı yazılan yerleri gören kişi, vatanseverlik duygusuna kapılmıyorsa eğer, ülkü değerlerinden yoksun birisidir o...” 
Çise, sizin görüşleriniz nedir dercesine öğretmenine bakınca gülümsedi Nuray. “Ben önce, görüp öğrendiklerinizden
sizleri sınava tabi tutacağım,” diyerek kızlarla oğlanı hafiften güldürdü.

 

      “Buraya ilk gelişimde ben de kitaplarda okuduğum ve  televizyonlarda izlediklerim kadarıyla bilgiliydim,” diyerek
araya girdi Murat.  “Gördüklerim ve burada öğrendiklerim benliğimde ayrı bir yer etti. Güzel öğretmenimizin dersini,  

gördüklerini ve duygularını tarih bilgileriyle harmanladıktan sonra dinleyelim.” 

 

      Şehitlere duyulan saygı ve sergilenen her metal parçasının verdiği duygu yoğunluyla anıt bünyesindeki müzeyi gezdiler. Yıllar
sonra topraktan çıkarılmış yakın savaş gereçleri olan ateşli silahlar, kılıçlar, süngüler, tahra ve palalar... Ağaçlara saplanmış
şarapnel parçaları. Hangi milletin askeri olduğu bile belli olmayan, kurşunun yarısı alnına saplanmış, bakılması bile insanı
 dehşete düşüren küçük bir kafatası...Korkunç savaşın acı kanıtı fotoğraf-lar...Kim bilir kaç cana kıymış bomba eskileri...İnsanın tüylerini diken diken eden acımasız savaşın acı kalıntıları...

 

      Müzeden, yürekleri burkulmuş olarak çıktılar.

 

                                                                                              **

       Ezineli Yahya Çavuş anıtına gelip, kahramanlık destanını okuduklarında yeğenlerin gözleri yaşarıverdi.  Altmış üç kahramanın,
 karaya çıkan üç düşman alayını on saat kıyıda pusturduklarını öğrendiklerinde küçücük göğüsleri kabardı. Şehitlerden bazılarının henüz yirmi yaşlarında olmasını minik yürekleri kaldırmadı. Vatanı için canını veren bu aziz şehitlere, dualarıyla birlikte gözyaşı da hediye ettiler...

                                                                                              **

      İngiliz, Fransız ve Anzakların anıtmezarlarına uğradılar. Yeğenlerin hiçbirinde öfke ve hınç duygusu belirmedi.

On dokuz yirmi yaşlarında ölenlere acıma duyguları daha baskın geldiği için, “Ay yazık...”  bile dediler. 

 

      “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar. Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz.  Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız.  Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!  Gözyaşlarınızı dindiriniz.  Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.  Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

 

       Çanakkale Şehitleri Anıtı girişindeki yazıtta Atatürk’ün, yürekleri yumuşatan bu insanlık anlayışını okudukları için onları da kendilerinden birileri gibi gördüler. Hele Anzakların ne olduklarını ve on bin kilometre öteden geldiklerini öğrendiklerinde acıma duyguları daha da arttı.  Seksen yıl önce, Türk askerini öldürmeye gelenler, Türk askerinin küçük torunlarınca acıma duygularıyla yad edildiler. Küçücük narin ellerini açarak yaptıkları dualara bile eriştiler... 

                                                                                              **

      Türk şehitliğine dua ederek girdiler. Derin bir saygı içinde şehitliği gezerlerken plakalardaki yazıları okudukça, Türkiye’nin her yerinden gelen yiğitlerin burada harman olduklarını anladılar. Yere çöken Çise, genç şehidin plakasını okşarken daldı.

 

      Yıllar...yıllar öncesine gitti. Çanakkale’deki kara savaşlarının en çetin bir dönemine.  Sıcak bir yaz gününe. Atatürk’ün emir ulağıydı. Siperlerden siperlere, sırtlardan derelere, dağlardan denize koşuyordu.  Atatürk’ün verdiği emirleri komutanlara ulaştırıyordu.  Koşuyordu, hem de hiç durmacasına...Öyle hızlı koşuyordu ki, düşman askerleri nişan bile alamıyorlardı kendisine...Kurşunlar vızır vızır geçiyordu her yanından...Koşuyordu hep...Kimi zaman mermisi bitenlere mermi yetiştiriyordu...Genç askerlerin bacısı, orta yaşlıların kızıydı...Çise bacım, yağmur kızım diyorlardı... Yanmış yüreklere esinti veriyor, susuzluktan çatlamış dudaklara çiseliyordu…  Koşuyordu durmadan... Koşmuyor, uçuyordu sanki...Siperlerin birinden su...diye bir ses duydu. Koştu oraya.  Matarasında azıcık su vardı. Bir yudumunu içirdi askere. Başka çise tadacak var mı diye bakındı, Yoktu. Şehit olmuşlardı...Bir bacağı kopmuş, vücudu titreyen askere matarada kalan suyu da içirdi.  Gençti. Hatta, çocuk yaşta bile sayılırdı...Okulunu bırakan en genç tıbbiyeliydi…Belki de liseli bir gençti...Anadolu’nun birçok yöresinden, saçına kına yakılarak gönderilen... kınalı bir ana kuzusu da olabilirdi...Çok...çok gençti... Tıbbiyeli, liseli ya da kınalı kuzu...

“Allah razı olsun Çise bacım...”  dedi genç asker.

Çise’nin kolları arasına ruhunu teslim etti... Gepgençti...Çocuksu yüzlüydü...Henüz sakalı bile yoktu...

 

       Hüngür hüngür ağlamaya başladı Çise.  Plakada yazılı genç asker, belki de kollarında can veren şehitti...

Aslı, kaldırmak istedi. Murat, bırakmasını işaret etti Aslı’ya.  Mete de başladı ağlamaya. Sonra da Aslı.  Nuray’ın gözleri yaşardı. Gözyaşlarıyla çiseleyen kıza bakan ziyaretçilerin de gözleri doldu...Çise, vatanı uğruna can verirken su vererek yüreğini soğuttuğu genç askerin plakasını gözyaşıyla çiseliyordu bu defa.  Belki o değildi ama, olsun... Binlercesi öyleydi...Gepgenç oldukları plakalarda yazılıydı...Başını kaldırıp, bakışlarıyla Türk şehitliğini taradı.  Manevi acısına bir başkası daha eklendi o an.  Türk şehitliğinin, öbür mezarlar kadar korumalı ve bakımlı olmadığına yandı. Taze yüreği bir kez daha sızladı. Birden döndü.

 

      “Çanakkale’de zaferi kazanan biziz.  En iyi anıtmezarlar yenilenlerde. Neden Türk Şehitliği hepsinden daha görkemli değil?”
diyerek isyan etti.

 

      “Sana fazlasıyla hak veriyoruz,” dedi Murat. Çise’nin isyanına başka ziyaretçilerden de katılanlar oldu. Çise’yi kaldıran Murat, “Umarım yakın bir zamanda bu dileğimiz gerçekleşir. Öbür anıtmezardakiler de bizden artık. Atamız, onlar için, bizim evlatlarımız dedi,”  deyince sakinleşti Çise. Nuray,  “Şu anda şehitliğin daha güzel olmasına bir katkımız olmaz ama, dualarımızla şehitlerimizin yüce ruhlarını daha da yüceltebiliriz,” deyince Çise’nin narin elleri göğe açılıverdi. Başka eller hemen eşlik ettiler. Yaptıkları dualarla şehitlerin ruhlarını göklerde uçuşturdular. Allah’ın bu aziz kullarıyla bütünleşmiş olmanın manevi doyumuyla ayrıldılar Türk Şehitliği’nden…  

 

 

      18 Mart günü son bölüm.

 

      Veysel Başer
( Geliboluda Öğretmen Oldum 2 başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 17.03.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.