Haci, Anadolu’nun gariban köylülerinden biriydi. Askerlik yüzünden ilk defa köyünden dışarıya çıkıyordu. Okuma yazma da bilmiyordu. İlk çocukluk döneminde anası okumaya göndermişse de, bir türlü okumamıştı. Daha henüz üç yaşındayken, 1929 yılında babasının zatüre yüzünden ölmesiyle yetim kalmıştı. Anası Fatma kadın, kocasının ölümünden sonra, sanki yemin etmiş gibi bir daha evlenmemişti. Fatma Kadın, tam bir Osmanlı kadınıydı. Erkek gibiydi. Mesesini eline alır, öküzleri önüne katar ekin eker, çift sürerdi. Kurtuluş savaşı bitmişti ama açlık ve kıtlığın hala kol gezdiği yıllardı. Dul bir anası ve kendinden üç yaş da bir erkek kardeşi vardı.

Haci daha yaşı on altıyken, köyden yine yetim ve kendi yaşlarında bir kız olan Emine ile evlendirilmişti. Hayatın yükü omuzlarına erken çöktüğü gibi, bir de evliliğin yükü binmişti. Dört yıl çocukları olmamıştı. Yirmi yaşında askere giderken takvimler 1946 yılını gösteriyordu. Türkiye her ne kadar ikinci dünya savaşına katılmamış olsa da, savaş baskısıyla yokluğun tavan yaptığı günlerdi. Ekmeğin bile karneyle verildiği, ekip biçtiğinin yarısına devletin el koyduğu yıllardı.

O zamanlar araba neredeydi? Denk gelirse tosbağa hızıyla giden bir kamyona binmek, yine de tabanvayla gitmekten çok daha iyiydi. Acemilik dönemini, yani ilk altı ayı İskenderun’da geçirmişti. Bir defa anası at sırtında yetmiş km’lik yolu, aşarak kendini görmeye gelmişti. Daha sonra oradan Mersin gönderilmişti. Ondan sonra bir daha annesinin kendini görmeye gelip gelmediğini de bilemedi.

Haci, Mersin’de bir kahvehanede çıkan siyasi kavgada ölü ve yaralıların olduğu operasyona katılmıştı. Başlarındaki komutanla bir manga askerle olay mahalline ilerlerken, kahvehaneden sıkılan kurşunu fark etmiş, komutanını ölümden kurtarmıştı. Kurşun Haci’nin de omuzunu sıyırıp geçmişti. Kahvehaneyi sarmışlar ve içeridekileri boşaltmışlardı. İçeride iriyarı silahlı üç kişi kalmış ve dışarıya çıkmadıkları gibi silahla karşılık vermişlerdi. Haci içeriye iki sis bombası atmış, çıkanın adamın kolunu silahın dipçiğiyle vurup kırarak teslim almıştı. O arada kahvehanenin üstündeki evlerin penceresinden fotoğraf çekenleri korkutmak için bir iki el ateş açmıştı. Türkiye 1945’de başlayan batı blok ülkelerinin baskısı, ona paralel muhalefetin boy göstermesiyle çok partili bir hayatın başlangıç günleriydi.

Haci’nin başına bir şey gelmesin diye, bir nevi oradan uzaklaştırmak için, Pozantı’ya gönderilmişti. O da yetmediği gibi, yolu bir kara trenle Kars’a kadar uzanmıştı. Hayatında ilk defa tren görmüş ve ilk defa trene binmişti.

Haci çok iyi silah kullanırdı. Aynı zamanda turnayı gözünden vuracak kadar keksin bir nişancıydı. Çok iyi bir avcıydı. Komutanı Kenan Yüzbaşı, dürüstlüğü ve eli çabukluğu yüzünden Haci’yi çok sevmişti. Haci de komutanını... Haci’yi sık sık avlanmaya gönderirdi. Haci de Komutanını avsız bırakmazdı. Avladığı kaz, ördek, balık, tavşanları hem komutanına ve hem de arkadaşlarına getirirdi. Sayılı gün tez bitermiş derledi ama Haci için hiç de öyle olmadı aslında. Rahatlığına rahatı da... Dul bir anası ve yolunu bekleyen bir de evdeşi vardı. ‘Acaba aç mı, susuz mu kaldılar’ diyerek kendi kendini yediği az olmamıştı.

Komutanı Haci’yi o kadar çok sevmişti ki, kendi kızıyla evlendirme teklifi edecek kadar... Haci’nin namusuna çok düşkün ve asil biri olduğunu çok iyi biliyordu. Haci de Komutanın eşine ve kızına asla yan gözle bakmamıştı. Askerliği birçok acı-tatlı hatırlarıyla dolu olarak Ermenistan sınırındaki Arpaçay Ani Karakolunda tamamlamıştı. Komutanın elini öperek ayrıldığında baba oğulun ayrıldığı gibi ayrılmıştı sanki... Komutanın sevgisine istinaden yıllar sonra da olsa, çocuklarından birinin adını da Kenan koymuştu.

Haci evden çıkalı tam üç yıl olmuştu. Tam tamına otuz altı ay... İzin bile kullanamamıştı...

Terhis olan diğer iki memleketli arkadaşıyla birlikte Kars’tan trene binmiş memleketleri Hatay’a dönüyorlardı. Trenin üzerindeki ‘Doğu Ekspresi’ yazısını gördü, hecelemeye çalıştı. Askerde harfleri öğrenmişti. Adam gibi okuma yazma bilmediğine hayıflandı. Hızla giden trenin penceresinden karlı dağları, ovaları, köy ve kasabaları seyretmeyi seviyordu. Trene parasız bindirmiyorlardı ama manzara seyretmesi de bedavaydı. Onun için pencere kenarında bir yere oturmuştu.

Kars, Erzurum, derken Erzincan’a gelmişlerdi. Tren hemen hemen her istasyonda duruyor, yolcu indirip bindiriyordu. Erzincan’da da inip binenler de olmuştu. Aynı vagonda yanlarına bir anne ile bir kız düşmüştü. Kadın kapalı ama aynı zamanda giyiminden varlıklı biri olduğu belliydi Kadın güzeldi ama kız anasından daha güzeldi. Aydan bir parçaydı sanki... Trende yaşlı ve gençlerden çok, sevkıyattan dolayı askerlerle doluydu. Asker bu... İplisi ipsizi, hırlısı hırsızı, o elbisenin içine girince asker olup çıkıyordu... Her türlü insan vardı... Bazılarına insan denebilirse...

Askerin birkaçı aç kurtlar gibi kıza sulanmaya başladılar. Göz kesmeler, kendi aralarında mırıldanmalar ve derken sözlü sataşmalar birbirini kovalamaya başladı. Önceleri pek oralı olmayan Hacı, burnundan solumaya başlar. İleri gidenlere bir ders vermek, ‘aman karışma senin neyine’ ifadeleri içinde fırtına savaşına döner. Olanları gururuna yedirememektedir. “Sizin de ananız bacını yok mu?” sözle başlayan atışma ilerleyen zamanda kavgaya dönüşür. Haci gözünü budaktan sakınmaz bir gençtir. Haci hiç tanımadığı bir kadın ve bir genç kız yüzünden terhis olan dört askere meydan dayağı çeker. Herkes ne oluyor dercesine kavgayı seyreder. Vagonda başlayan kavga yerde devam eder. Olaya müdahale için koşup gelmekten olan inzibatlara aldırmandan, zorla kendini hareket eden trene atar. Diğerleri trene yetişemezler.

Trende kalanlara gözdağı vermek için “Bu kadın ve kıza bir şey diyecek olan karşısında beni bulur,” der. Zaten trendekiler, bir gencin diğer dört kişiyi evire çevire dövmesine şahit olmuşlardı. Seyredenlerin diyecek bir şeyleri de kalmamıştı. Tren olanlardan habersiz hızla yoluna devam etti. Bir yandan kendini toparlarken, bir yandan da Kadına : “Anacığım kadın kız dediğin erkeksiz bir yerden bir yere gider mi? İti var, kopuğu var. Allah korusun, başınıza bir şey gelse ne yaparsınız? Nereye gittiğinizi bilmiyorum ama gittiğim yere kadar, bundan böyle benim korumam altındasınız,” der. Kadın teşekkür etti. Hiç tanımadığı bu gencin kendilerine sahip çıkmasından dolayı çok büyük bir sıkıntıdan kurtulmuşlardı.

Bindikleri tren Sivas-Çetinkaya İstasyonunda Kayseri-Ankara istikametine giderken, kendileri aktarmalı diğer bir trenle Malatya’ya doğru yola çıktılar. Akşamın ilk karanlığında Malatya istasyonuna gelmişlerdi. Başka tren olmadığından, birkaç gün sonra Adana yönüne gidecek olan Güney Ekspresi veya Kurtalan trenini bekleyeceklerdi. İslâhiye - Fevzipaşa Tren istasyonunda inip bir yolla memleketlerine gideceklerdi. Malatya’da trenden indiler. Kadın ve kız vedalaşarak, onları karşılamaya gelenlerle istasyondan ayrıldılar.
Hiçbir tandık ve bildik birileri olmadığı gibi, ceplerinde çok az bir paraları vardı. İstasyonda bir o yana bir bu yana bakınıp durdular. İstasyona çok yakın kayısı ağaçlarıyla dolu, iki katlı bir ev vardı. Evdeki silik bir ışık, evde birilerinin oturmakta olduğunu gösteriyordu. Haci bahçeye baktı, ortalık sessiz ve sakindi. Yaz günüydü. Üç arkadaş duvardan atlayarak, kayısı ağaçlarının altındaki çimenlerin üzerine uzandılar. Trenin yorgunluğundan orada uyuya kalmışlardı.
...
Haci birini dürtmesiyle gözlerini açtı. “Gardaş, bizi rahat bırksana, şuracıkta biraz uyumak istiyoruz.”
“Olmaz” dedi başında dikilip duran adam. “Hadi kalkın, burada yatamazsınız”
“Gardaş bahçenizi yemedik ya!”
“Benimle geleceksiniz” dedi adam.
“Nereye gelecekmişiz. Biz ne yapmışız ki!” dedi Haci
Adam “Ne yapmamışsınız ki!” dedi.
Haci: Nereye gideceğimizi söylemeden şurdan şuraya adımı bile atmam” dedi.
Adam “Ben, trende koruduğunuz kadının kocasıyım” dedi.
O anda Haci’nin üzerindeki endişeleri azaldı. Adam onları alarak evine götürdü. Haci kadını görünce, adamın kadının kocası olduğunu anladı ve daha iyi bir rahatladı. Haci “Bizi nasıl buldunuz?” diye sorarken, kadın “sizi izlettirdim,” dedi. “Öz gardaşım gibisiniz. Treniniz gelinceye kadar misafirimsiniz. Bizi bir beladan, bir şerden korudunuz. Allah sizden razı olsun,” dedi. Kadının kocası:

“Sizin gibi dürüst adam az bulunur” dedi. Onlara bir oda tahsis etti. Banyo yapmalarını ve her türlü yemek içmek ihtiyaçlarını karşıladı. Üç askeri krallar gibi ağırladı. Üç askeri trenlerine bindirdi ve her birine birer sepet dolusu kayısı vererek, onları yolcu etti. Haci ve arkadaşlarının memnuniyetine diyecek yoktu.
Adam “Olur ya bir yolunuz düşer, bir yakınız gelir, bu İstasyonun Yanındaki Eve’ uğramadan gitmesin. Tren hareket ederken istasyonda birbirilerine el salladılar.

Haci yol boyunca yaşadıklarını gözünün önüne getirmeye ve olanları anlamaya çalıştı. Haci anladı ki; “Hiçbir iyilik yerde kalmadığı gibi, iyilik eden iyilik ve kötülük eden de kötülük buluyordu. Sen iyilik yap denize at, balık bilmezse kıymetini Halik bilir,” diyordu.
...
Bursa – 171009

( İstasyonun Yanındaki Ev başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 4.05.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu