Ne yaparsan yap değişiyor zaman. Güneş her gün doğuyor karanlık dünyalarımızın üzerine. Kirden kapkara olmuş bedenlerimize yağmur gibi yağıyor güneş. Ne yaparsam yapıyım zamanın ucundan bir yerinden tutamıyorum ve ellerimden kayıp gidiyor kayıp gençliğim.

Yeniden doğan hayatlar umut verse de, kafamın bir türlü çözemediği sorunları ile baş başa kalıyorum. Zaman değişerek üstelik her şeyi de değiştirerek, kasırga misali önüne katıp götürüyor yaşamlarımızı. Gözle bile görülmeyecek canlılarla baş edemezken zamanın kendisiyle baş etmek çok gülünç geliyor bana.

Planlar yapmak, kendine bir hedef koymak iyi bir şey olsa gerek. Ama zaman denilen kasırgaya kendini bırakmak daha doğru gibi geliyor bana. Şöyle düşün, çok da kısa olmayan bir mesafede yani önünde bir uçurum veya şelale var. Sen de nehrin üzerinde akıp gitmektesin diyelim. Sonunda nasıl olsa düşmeyecek misin? O zaman ne gereği var, ne önemi var nehrin sağında ya da solunda olmak. Veya ortasında gitmek.

Bulutlu bir günün sabahında uyanan, abdestini alıp sabah namazına camiye koşan; dönerken gündoğumunu ve perde gibi gri bulutları izleyen bendim galiba. Sonra kalitesiz defterlere matematik problemleri çözmek yerine şiirler ve yazılar yazan da bendim galiba. En platonik sevdalar okyanusunda yüzen,  bir umut olsun diye kapkara yılanlara tutunan da ben olsam gerek. Geçmişim her zaman kara bir gölgeden başka bir şey olmadı benim için. O gölgenin içinden seçip ayırdığım bir avuç gün ışığından başka, bir de gözyaşlarım var diğer avucumda.

Hayal kırıklıklarımdan ve kırık dökük sevdalarımdan hiç bahsetmiyorum bile. Ne zaman bir insanın yüzüne baksam, görürüm yüzündeki çizgilerden kaç ‘santim’ acı yaşadığını. Oysaki hiçbir zaman dikkat etmem aynadaki aksime. Ayna da belki yalan söylüyor bana. İlkokuldayken dedemin beni götürdüğü berberde, ben her ağlayıp huysuzluk çıkardığımda, sana oyuncak alacam yalanı bile daha gerçekti benim için.

Yalanlar bazen çok olmaya başlıyor. Beni doğuran kadının bile mahkemede hakime ‘bu çocuklar benim değil’ demesi o kadar acı vermiyor artık ilk duyduğum kadar.  Evet evet aynen böyle demiş. Benim devamlı hüzünlü ve karamsar bir insan olmam bana normal geliyor, başkalarına da normal gelmeli bu tabloya bakarsak.

Yeryüzü dediğin bir tımarhanede dünyaya gelmenin en kötü tarafı kaçamayacağın halde kaçmaya çalışmak. Umut dediğin hadise insanı yiyip bitiriyor, küçücük bırakıyor. Bu çürümüş dünyanın umut edilecek bir tarafı yok.

Bütün bunlara rağmen bir bebeğin gülüşü bile yeter yaşamaya. Bir serçe yavrusunun çırpınışları, uçmaya çalışması bile yeter mücadele etmeye. Ama zaman hızla değişmeye devam ediyor. Ve her günün sonunda yüzümüze bir çizik, kalbimize bir parmak iz bırakıyor zamanı gelince durmasına yetecek kadar cendere için…

( Değişen Zaman 2 başlıklı yazı Mehmet ÇİFTCİ tarafından 6.09.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu