Hatay ili Yayladağ ilçesi onbirinci sınır jandarma taburunda görev yaparken Görentaş sınır karakoluna sürüldüm. Taburda altı gün ancak dayabildim. Tabura ilk geldiğimde koğuş sorumlusu olarak kalmıştım. Her sabah pusudan gelen asker arkadaşlar botlarını, üstünü başını temizlenmeden koğuşa girerler. Bir kaç defa ikaz ettim kimse dinlemedi. Karton kağıda herkesin göreceği şakilde bir yazı yazdım.
 
"Bundan böyle kimse temizlenmeden koğuşa girmesin"
 
Bursa ili Yenişehir ilçesinden Osman Çavuş yazıyı indirmek istedi. Engel oldum. Bana "böyle yaparsan yakında başına bela alırsın, usta askerler seni dinlemez" dedi. Ben de "sen merak etme ya bu iş düzelecek ya da ben burada başımı belaya alırım."dedim. Hemen ertesi sabahı koğuşa giren ilk askerle kapıştık. Tabi bunun karşılığında mükafatı aldık.
 
Yeni görev yerimde okuma yazma bilmeyen, içimizde şehirli çocuğu olmayan bir yere gelmişiz. Toplam kırksekiz asker var. Bunlardan beş altı tanesi batıdan diğerleri doğu ve güneydoğulu. Karakol çavuşu ilk zamanları bana karşı biraz tedirgin davranıyordu. Kendimce burada bir işe yarayım dedim. Arkadaşlara okuma yazmayı öğretmeye başladım.
 
İçlerinden bir tanesi tamamen Türkçe bilmiyordu. Ağrı'lı Halis çok komik biriydi. Çok ta dürüsttü. Ne yapsın garibim köyüne yol bile yapılmamış. Hiç bıkmadan usanmadan uğraşıyorum. Aşçımız da Ağrı'lı idi ancak İzmir iline çalışmak için gitmiş, Türkçe'yi de iyi sökmüş. Çoğu zaman onun yardımı ile arkadaşlarla anlaşmaya çalışıyordum. Ben onlara Türkçe'yi onlar da bana kendilerinin yöresel dili olan Kürtçeyi öğretiyordu.
 
Bir gün Halis bana mektup yazalım dedi. Tam iki günde mektubu bitirdik. Aradan yedi gün sonra mektubun cevabı geldi. Bütün arkadaşlar toplandık mektubu okuyacağız. Halis bize köyde ne yaptığını, durumu nasıl hiç anlatmazdı. Selam edenlerin isimlerini okumaya başladığımızda meğer bizim Halis köyün ağası imiş. İki tane karısı ve sekiz tane çocuk. Yaşı da bizden beş yaş büyükmüş. Hepimiz şaşırdık kaldık.
 
Kendi kendime demek bu mektubu yazmazsak bunları öğrenemiyeceğiz. Ondan sonra herkes Halis ağa diye hitap etmeye başladık. Genelde doğuluların hepsi evliydi. Boş zamanlarımızda karakolun bahçesinde ders bittikten sonra türküler söylerdik. İçlerinden bir tanesi yine Ağrı Eleşkirt'li Heybet Taştan bir başlasın uzun hava çekmeye, değme gitsin keyfimize.
 
Burada ondokuz gün kaldım. Düşünüyorum da bu zaman içinde aramızda hiç kavga çıkmadı. Ayrımcılık, hemşericilik gibi hiç bir şey hatırlamıyorum. Karakollar arasında dağıtım olmuştu. Herkes ikişer, üçer başka karakollara gidecektik. Birbirimizle helallaşıp araçlara binecektik. O benim kürt kardeşlerim bana sarıldıkça ağlıyorladı. En son Halis boynuma sarıldı bir türlü bırakmaz.
 
Halis ne oldu yeter artık desem de sımsıkı sarılmış. Meğer bizim Halis ağa hayatı boyunca hiç ağlamamış. Utancından gözyaşlarını kimse görmesin diye gözyaşlarını benim asker elbisemin üzerine siliyor. En sonunda dayanamadım. Ellerimle omuzlarından tuttum ve bir adım geriye doğru ittim. Sonra sert bir çıkışla asker diye bağırdım. Bizim Halis ağa bu sesi duyunca "emret komutanim" diyerek hazırol vaziyete geçti.
 
Orada bulunan arkadaşlara baktım herkesin boynu bükük. Karakol çavuşu yanıma geldi. Hazırol vaziyete geçip bana çakı gibi selam verdi. Bana "senin yaptığın iyilikler, cesaretli oluşun bütün askerlerin gönlünde taht kurmuşsun farkındamısın, bizler seni asla unutmayacağız, Allah senden razı olsun" dedi ve ellerini indirdi. Ben de selamımı verdim.
 
Yapılacak başka durum yok. Askerlik bu. Ben de "arkadaşlar hakkınızı helal edin, inşallah başka yerlerde karşılaşırız, haydi Allahaısmarladık" dedim ve araca bindik. Karakolun önünden ayrılana kadar millet bana el salladı.
 
Şimdi düşünüyorum da acaba aynı şekilde böyle durumlar oluyor mu ? Ben bunları yaşadım. Aramız da yok sen lazsın, yok sen kürtsün diye bir şey yoktu. Üstelik birbirmizden çok şeyler öğrendik. Halen de öğreneceğimiz bir yığın kültür farklılığımız var. O zamanlar çok mu zengindik. Hepimiz garibandık. Herkes cahilken birbirmizi sevmesini biliyorken şimdi birşeyler öğrenmeye başlayınca mı ayrımcılık başladı.
 
Kendini çok bilmiş zanneden, onun bunun fikirleriyle aramıza nifak tohumu eken, kendini ve özünü bilmeyen, kürt kimliğini kullanıp kürt kardeşlerimin kanına giren, ermeni asıllı soytarılar bırakın artık yakamızı. Bizler kimin ermeni, kimin kürt, kimin laz olduğunu çok iyi biliyoruz. Benim ülkemde çok değişik dilli bir sürü kardeşim var. Kimse sizden başka bu ikiliği istemiyor.
 
Ben kendimi bildim bileli yurdun her yerini gezdim. Her yerde herkes istediği gibi ana dilini konuşuyor. Hatta eskiden birbirimize takılır, şakalaşırdık. Kimsenin de zoruna gitmezdi. 
 
Halis ağa gözümün önüne geldi. Heybet gözümün önüne geldi. Hele asker ocağında müslüman olduğunu öğrenen ve sünnet düğünü yaptıran kürt kardeşim. Şimdikiler sizin tırnağınız bile olamaz. Bunlar olsa olsa ermeni uşağı olurlar. Eğer yaşıyorsanız duyun sesimi. Duyun sesimi de şunlara bir şeyler anlatın. Bakın ben açık açık anlattım.
 
Görentaş karakolunda yaptıklarımız aklınıza gelsin. Aynı pusuda, sırt sırta az mı sabahı bekledik. Kurbağa seslerinden kulağımız patlayacaktı. Daha ben ne diyeyim. Bakın ne yaparsanız yapın. Bizi hiç kimse ayıramayacak.. o kadar...
 
 
18.12.2010      
 
 
   
( 374- Görentaş Karakolu başlıklı yazı Necmi Yaprak tarafından 19.12.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.