1 441- Çanakkale Savaşındaki Balıkesirliler
Çok yorulmuş olmalıyım ki sabahtan işten çıkar çıkmaz vurdum kafayı yastığa saat üçe kadar mışıl mışıl uyumuşum. Sofra hazırlana kadar hemen geçtim bilgisayarın başına. Tabii ki önce sendeyaz.biz sitemizi ziyaret etmesem kesinlikle olmaz. Baktım Mustafa Kuvancı hocamın öğrenciler ile ilgili bir yazısını okudum. Son toplantımızdan beri görüşmüyorduk. Canım sıkıldı hemen cepten aradım.

--Hocam ne yapıyorsunuz
--Biraz sonra derneğe geçeceğim arkadaşlarla buluşacağım
--Peki önemli bir durum var mı yardım edebileceğim
--Yok ama istersen gel oradan birlikte Aydın hocayı dinlemeye gideriz
--Tamam hocam geliyorum

Evden çıktım yavaş yavaş çarşının yolunu tuttum. Eski Kuyumcular mahallesinde bulunan Yeşilli Camii karşısında ki derneğimizin elli beş adet basamağını heyecanla çıktım. İçeriye girdim ve baktım Mustafa hocamla İsmail Sarıçay hocam başbaşa vermiş dernek giderleri ile ilgili faturaları dernek defterine işlemekle meşguller.

--Selamünaleyküm
--Aleykümselam Necmi hocam

Aslında benim hocalıkla bir işim yok ama bir yönden de hoşuma gitmiyor değil. Keşke hayalimde ki o hocalık mevkiine ulaşabilseydim. Kader de polislik varmış. 

--Ben bu arada çayları söyleyeyim.

İsmail Sarıçay hocam cep telefonundan çaycı arkadaşı aradı. Tam o sırada Mustafa Keser hocam da geldi. Çayları dörtledik. Aramızda neler yapmamız gerektiğini, eksiklerin giderilmesi hususunda görüşlerimizi aktarıyorduk. Mustafa Keser hocam toplantıya Savaştepe de bulunan Ayşenur Kaya (karakızım)'ı cepten aramış ve davet etmiş. Mustafa Keser hocamda bir telaş mutlaka Ayşenur kızımızın yol meselesini pratik bir şekilde halletmeye çalışırken bir taraftan da muhabbetlerimize devam ediyorduk.

Dernek kayıt işleri bitti. Çayları tekrar tazeledik. Çaycıya devamlı para verip duracağımıza biraz çay fişi alalım da içtikçe fişlerden veririz diye düşündük. Bu arada derneğimizin her gün belirli saatler arasında açık olması sebebiyle derneğimizin üyeleri arasında nöbetleşe günleri de Mustafa Kuvancı hocam notunu aldı. İşlerimizi bitirdik birlikte dernekten çıktık. Dört kafadar Balıkesir sokaklarında yürüyerek Salih Tozan Kültür sarayına doğru yola çıktık. Arada sırada yol kenarlarında bulunan eski tarihi binalara bakıyorduk.

Tam belediye binası hizasına geldik. Tarihi taştan bir binanın önünde durduk.

--Aslında şu bina tam bizim istediğimiz gibi dernek binası olurdu
--Tabii ya teras katı da var
--Üstünü de kapatırdık yazın ne güzel olurdu

Baktım herkesin yüreğinde heyecan ve burukluk birbirine karışmış. Dernek için elimizden ne geliyorsa yapmaya hazırdık. Dernekçilik de o kadar kolay bir iş değil. Parasız hiç bir şey dönmüyor. En önemlisi fedakar olmak lazım. Herkesin fedakarlıktan ödün vermeyecekleri kesin. O anda kesin inandım ki bu dernek çok büyük işler yapacak. 

Baksanıza derneğimizin kurucularından birisi olan tarihçi-araştırmacı Aydın Ayhan beyi dinlemeye gidiyoruz. Seminerin konusu Çanakkale Savaşında Şehit olan Balıkesir'liler. Aydın hocamız bu konuda yıllarını vermiş ve bir çok yerde seminerler vermektedir. Balıkesir Belediyesi tarafından düzenlenen bu söyleşiye katılmamak olur mu ? 

Salih Tozan Kültür sarayına geldik. Giriş kapısında beş on kişilik bir gurup vardı. Onlarla hoşbeş yaparken Aydın hocamız geldi. Bizleri görünce sevinci bir kat daha arttı. Bayşad üyeleri birlikte hocamızı dinlemeye gelmişiz. Seminerin başlangıç saatine daha vardı. Biraz ayaküstü sohbet ettikten sonra salona girdik. Önden üçüncü sıraya oturalım dedik. Ön sıraya devletin erkanları gelir onlara saygısızlık olmasın diye düşünüyorduk. Baktık gelen olmayınca Aydın hocamız dernek üyelerini ön sıraya geçmemizi istedi.

Daha seminer başlamamıştı. Bu arada Mustafa Keser hocam yerinde duramıyordu. Karakızımız halen gelmemişti. Bana 

--Necmi hocam dışarı çıkalım hava alalım, birazda tüttürürüz 

Birlikte dışarıya çıktık bir bankete oturduk. Kısa bir eğitim ile sohbet devam ederken ne zaman sigaraları içtiğimizin farkında bile olmadık. Baktık halen gelen giden yok. Kızcağız geç kalacak herhalde diyerek endişelenmeye başladık. Tekrar içeriye girdik. Seminer başladı. 

Aydın Ayhan hocamızın o kadar güzel hitap edişi var ki salonda hiç kimsenin canının sıkıldığını zannetmiyorum. Normal muhabbet ortamları vardır ya aynı o şekilde. Sanki bir evde bir kaç arkadaş bir araya gelmişiz. Hele muhabbete bir giriş şekli vardı. Kafadan milletin gönlünü fethetti. Cebinden cep telefonunu çıkardı.

--Herkes şu cep telefonlarını bir kapatsın

Der demez peşine bir hikaye anlattı. Bu hikayenin peşinden hep birlikte güldük. Hemen devamında "Biz Türk Milleti olarak her şeyi unuturuz" sözcüğünün bol olduğu o Çanakkale savaşının acılarını, diğer bütün savaşların ardından Türk Milletinin çektiği çileleri nasıl unuttuğumuzu, bu unutkanlıkların sonucunda geleceğimizin ne kadar tehlikede olduğunu üstüne basa basa söylemeye başladı. Ardından sırayla Çanakkale savaşına katılmış Balıkesir'liler ile ilgili toplamış olduğu gerçek öyküleri tek tek anlatmaya başladı. 

İnanın adım gibi eminim ki çoğu insanlarımızın bilmediği, hele Balıkesir insanı olmasına rağmen çoğunun bilmediği olayları anlatıyordu. Bir de bu işin manevi boyutu vardı. Bu manevi boyutu anlamak bile zor şu an ki genç nesillerin kafasında. Hocam anlattıkça kendimi zor tutuyordum oturduğum koltukta. Bir ara yanımda oturan Mustafa Kuvancı hocama gözüm çarptı. O da kimse fark etmesin diye hafiften akan gözyaşlarını siliyordu.

Meğer ne öyküler varmış. Hangi birini anlatayım. En çok hoşuma giden ve Aydın hocamın da en sona bırakmış olduğu öyküyü anlatmak istiyorum. Çanakkale savaşından veya başka savaşlara gidip de geriye en son dönen kim var diye bir soru sorulmuş hocamıza. O muhabbet esnasında birisi çıkmış 

--Olur mu yahu bizim Üçpınarlı Mehmet altmış dört sene sonra köye geri döndü

Der demez o şahıstan Üçpınarlı Mehmet'in öyküsünü dinlemiş ve aynen bizlere aktarmaya başladı. Üçpınarlı Mehmet Çanakkale savaşından geriye dönmeyip başka cephelere gittiği, Yemen'de yaralanınca Halep de bulunan askeri hastahaneye getirildiği, Halep'e İngilizler gelince orada bulunan halk bunları sakladıkları. Uzun süren tedavi sonrası orada bulunan halkın içine karıştığı, İngilizlerin eline geçmemesi için orada mecburi ikamet etmek zorunda kaldığı, evlenip ev bark sahibi olduğu, iki tane de çocuğu olduğu, çocukların birisinin ismini kendi adını Mehmet, diğerinin ismini Türkiye olarak verdiğini, çocuklarına vasiyet edip eğer ömrüm yetmez Türkiye'ye dönemezsem mutlaka Balıkesir ilinde bulunan Üçpınar köyüne gidip orada bulunan akrabalarıma benim öldüğümü söylersiniz şeklinde tembih etmiş.

Kendisine nasip olmuş bir trenle Balıkesir iline geliyor. Tren garında taksici arkadaşlara Üçpınar köyünü soruyor. Dile kolay altmış dört sene öncesi Balıkesir ile şimdiki Balıkesir aynı olur mu ? Taksici yaşlı amcayı Üçpınar köyüne getirirken

--Oğlum yalnış yoldan gidiyorsun
--Olur mu amca Üçpınar köyü karşıda

Tam Üçpınar köyü mezarlığının yanından geçerken 

--Oğlum dur bakayım

Bizim Üçpınarlı Mehmet taksiden iner, mezarlığın içinde bulunan çitlembik ağacını görür, ağaca sarılır başlar ağlamaya. Taksici meraklanır

--Yahu amca niye ağlıyorsun
--Bu ağacı falanca ekmişti, burası kesin Üçpınar

Taksici Üçpınar köyü camiinin yanında ki kahveye yaşlı amcayı getirir ve orada bulunanlara

--Bu amca buralıymış bakın bakalım tanıyan var mı

Köylü toplanmış, gelen geçen bakıyor kimse tanımıyor. Köy muhtarı da

--Amca ben bu köyün yirmi yıldır muhtarıyım tanısam ben tanırım

Bizim yaşlı amca başlamış eski Üçpınar köyünde yaşayanları saymaya. Yıllar önce ölen insanlardan bahsediyor. Millet başlamış şaşırmaya. Mehmet isminde birisi Çanakkale'ye gitsin bir daha geri dönmesin. Bir türlü onu hatırlayan yok. Aklına çocukluk arkadaşı olan Eyüp diye birisi varmış. 

--Şu caminin alt tarafında Eyüp diye bir arkadaşım vardı

Köyün en yaşlısı Eyüp amca da orada oturuyor. İsmini söylenen olunca başını kaldırıp bakıyor.

--Kim bana seslendi

Muhtar Eyüp amcanın kulağına yakın durarak

--Eyüp amca senin Mehmet isminde bir arkadaşın var mıydı Çanakkale'ye giden
--Hee vardı
--Bak bakalım şu yaşlı amcaya tanıyacak mısın

Eyüp amca yaklaşır Mehmet'in yanına, biraz eğilir gözlerinin içine bakar bakmaz

--Mehmet ne çok beklettin bizi 

Der demez sarılır birbirlerine. Öyle bir sarılmışlar ki orada bulunanlar bayağı seyre dalmışlar. Başlamış Mehmet amca sorup soruşturmaya. Eyüp amca 

--Mehmet sağ olarak senin bir kızın var köyde başka kimsen kalmadı

Eyüp amca başlamış anlatmaya. 

--Sen Çanakkale'ye giderken eşin yirmi günlük hamileymiş. Hep seni bekledi. Bir daha da evlenmedi. Kızında köyün içine evlendi. Kocası rahmetli oldu. Aha şu karşı ki evde kalıyor

Mehmet amca ve köylüler birlikte yerinden kalkarlar. Eyüp amca önden evin kapısına varır. Millet de merak içinde. Eyüp amca dışarıdan seslenir

--Hatice evdemisin
--Buyur Eyüp amca geç içeriye
--Yok yok sen gel

Hatice abla avluda leğen içinde çamaşır yıkıyor. Meraklanır yerinden kalkar evin dış kapısına gelir.

--Hatice sana bir müjdem var
--Söyle Eyüp amca
--Şu gördüğün yaşlı adam senin baban

Yolun karşı tarafında duran Mehmet amca ile Hatice abla yolun ortasına kadar birbirlerine yaklaşır ve bakışırlar. Birbirini tanımayan iki yabancı. Eyüp amca 

--Allah şahidimdir ben onu tanıdım, benim çocukluk arkadaşım, senin de baban

Hatice abla dayanamaz bayılır ve yere yıkılır. Olacak iş mi ? Tam altmış dört yıl. Eyüp amcanın sayesinde iş anlaşılır. On beş gün köyde kaldıktan sonra 

--Kızım bana müsaade, benim Halep'te çocuklarım var
--Olur mu baba buraları hep senin
--Yok kızım neyim varsa senin olsun, ben yine gelirim

Mehmet amca bundan sonra her yıl köye kızını görmeye gelir. Mehmet amca ve kızı Hatice abla halen yaşamaktadırlar. Bu gerçeği daha yeni öğrendik. Çanakkale'den kalma Üçpınar köyünden Mehmet. Halen Halep de yaşıyor. Oğlu Mehmet ise ünlü bir iş adamı ve mühendis. Halep'ten geçen her Türk vatandaşı onların misafirleri olur. Düşünebiliyor musunuz vatan için yanan yüreği. Vatanından mecburen uzakta kalsa da, sırf vatan için cephelerde unutulmuş olsalar da, bizler onları unutsak ta, onlar bizleri unutmuyor. Dönüp dolaşıp bir yerlerden çıkıp geliyor.

Seminerin başladığı dakikalarda Ayşenur kızım da Mustafa Keser hocamla birlikte ön sırada yerini almıştı. Seminer bitmeden hoşbeş etmek ayıp olacağından dikkatlice semineri dinledik. Tabii seminere bir ara verildiğinde iki genç arkadaşımız, biri sazıyla, biri sesiyle peş peşe Çanakkale için yazılan üç tane türkü söylediler. Bu da ayrı bir renk katmıştı havaya. Bazı yerlerinde salonda bulunan dinleyicilerle birlikte mırıldandık.

Seminer bitmişti. Mutlu olmamak elde değil. Millet yavaş yavaş salonu terk ederken Bayşad dernek üyeleri bekledi. Değerli hocamız Aydın Ayhan ile birlikte bu güzel gecenin anısına fotoğraf çektirdik. Birbirlerimize olan hitap şeklimiz ve yaklaşımımız o kadar sıcak ki o anı anlatmak değil yaşamak lazım. Birbirimizi yolcu etmek için salon dışına çıktık. Ayaküstü kısa sohbetten sonra mecburen ayrılmak zorunda kaldık. Keşke o an saatler dursaydı da Aydın hocamızı dinlemeye devam etseydik.    

Burada yazıma ara verirken Aydın Ayhan hocamdan özellikle bir ricam olacak. Yapmış olduğu çalışmalar hakkında ki bu öyküleri bir araya toplayıp seri kitap halinde çıkartırsa ve bana düşen bir görev olursa seve seve yapmaya hazırım. Ayrıca bu öyküleri yalnız Balıkesir değil tüm Türkiye bilmeli ve okumalı. En azından Balıkesir'in Çanakkale savaşında ki yerinin ne kadar önemli olduğunun bilinmesi beni çok mutlu edecek. 25 Nisan 1915 Çanakkale Savaşının başlangıcı tarihi anısına bu yazımla paylaşmak istedim.


26.04.2011


  

   


   
                  
    
( 441- Çanakkale Savaşındaki Balıkesirliler başlıklı yazı Necmi Yaprak tarafından 26.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.