Akıl
hastanesinde olduğu söylenen, sürgündeki arkadaşımı hastanede bulamayınca ve onun,
hastaneye getirilmesinden bir ay sonra iyileşmiş biri olarak hastaneden çıktığını
duyunca onun adına çok sevinmiştim. Artık onu aramaktan vaz geçtim ve çalıştığım
iş yerime dönerek her zamanki gibi eski yerimdeki kendi görev yerimde çalışmaya
başladım.
Artık kış
azalmış bahar yaklaşmıştı, havalar yavaş, yavaş ısınmaya başlamıştı. Bulunduğum
yerde öldürülen iktidardaki parti yöneticisinin yerine eskisinden daha gaddar biri
görevlendirilmişti. Bu yeni görevlendirilen kişi sanki ölenin öcünü alırcasına
işini azıya almıştı. Çevrede ne kadar sol görüşlü yönetici ya da memur varsa siyasi
durumunu kullanarak makamından ettiriyor birer birer hepsini sürgüne
göndertirken onların yerlerine, tanıdığı sağ görüşlü namazını kılan oruçlarını
tutan kişileri yönetici olarak getirttiriyordu. Bunların yeterli olmadığı bulunamadığı
makamlara da, yine ülkücü ya da akıncılar diye bilinenlerden getirtiliyordu.
İktidar partisinin temsilcisini öldürmek
cinayetinden sorumlu ceza evinde yatan şahsın ise mahkemesi başlamış duruşması
görülmeye başlanmıştı. Polis karakolunda ilgili kişiyi ben öldürdüm diye ifade
veren tutuklu bu defa mahkemede suçunu inkâr etmiş karakolda polislere
cinayetle ilgili olarak verdiği ifadeyi dayak zoruyla verdiğini söylediği
şehirdeki halk arasında yayılmaya başlanmıştı. Halk ayaktaydı haksız yere
birinin cinayetle ceza evinde olduğunu düşünüyorlar ceza evinde haksız yere
yatan kişi hakkında üzülüyordu.
Şehirdeki
memurlar arasında tayin edilmek korkusu çoğalmıştı. Şehirdeki resmi dairelerde
görev yapanların pek çokları, solcu görüşten olsalar bile değişmişler sağ
görüşlü olmaya en azından öyle görünmeye başlamışlardı. Namaz kılmayanlar oruç
tutmayanlar huylarını değiştirmişler çalıştıkları yerlerini, elde ettikleri makamlarını
sırf muhafaza edebilmek amacıyla bir anda onlar da, mevcut iktidar yanlısı olup
çıkmışlardı. Oysa bunların çokları evlerinde yine gizli, gizli bildiklerini okuyorlardı.
Sadece kendilerine namaz kılıyor dedirtebilmek için Cuma namazlarına gidiyorlar
ve çalıştıkları daire amirinin görebileceği bir yerde saf tutarak göstermelik Cuma
namazlarını kılıyorlardı.
Artık
değişmeyen başlayan bir ülke vardı. Çeşitli yerlerde sokak gösterileri
çoğalmaya başlamış ülke genelinde yapılan siyasi mitingler de birden bire artmıştı.
Şehirlerde sık, sık yeşil boz elbiseli yeşil bayraklı sakallı kişilerin
çoğunlukta olduğu mitingler düzenlenmeye başlanmıştı. Bunu yaparlarken kimileri
din adına yapıyordu, kimileri siyaset adına yapıyordu. Kimileri de Arap
ülkelerinin bağımsızlığı adına çeşitli amaçları öne sürerek taş oran ülke
olarak yapıyorlardı.
Ülke değişiyordu
ve ülkedeki yaşayan insanlar değişiyordu. Hala sol görüşlü olduğu bilinen
kişilerin sürgünleri yapılmaya devam edilirken, yine bir gün arkadaşlarımdan Hüseyin
isimli birinin daha sürgün edildiğini duymuştum. Hüseyin kendi halinde sessiz
biriydi. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan asla sağ sol olaylarına
karışmayan kendi haline yaşayan bir memurdu. Nasıl olduysa bunun da solcu diye
tayinini çıkarıldığında yapılan işlerin ne kadar ileri gittiğini tahmin
edebiliyordum.
Aradan bir ay
geçmedi’ ki, bu arkadaşımın, yani Hüseyin’in beyin kanamasından öldüğü haberi
geldi. Daha yaşı otuzunda ya vardı ya yoktu genç yaşında ölümü beni çok
şaşırtmıştı. Dediklerine göre kaldığı otel odasında bir sabah ölüsü bulunmuştu.
Üzerinde otopsi bile yapılmadan, doktor ve savcıların beyin kanamasından öldü
denmesi üzerine bu arkadaşımın cenazesi, öldüğü yere çağrılan ailesine hiç
kimse duymadan sessizce teslim edilmişti.
Oysa benim
bildiğim bu arkadaşım vücutça sağlam diri, iri yapılı biriydi. Daha önce
kendisinin herhangi bir yerinden rahatsızlığını şikâyet ettiğini dersen ben hiç
duymamıştım. Hala da onun beyin kanamasından otel odasında nasıl ölü
bulunduğuna bir türlü aklım ermiyor.
Bu tayinler bu sürgünler
arasında, nasıl olduysa ılımlı olduğu bilinen bir arkadaşımın yetkili bir
makama vekâleten de olsa getirildiğini duymuştum. Bu arkadaşım ılımlı bir
solcuydu. Kendi mahiyetine yetkilerini kullanarak dürüşt çalışkan olduğunu
bildiği kişileri el altından topluyor, kendince onların ve onların ailelerinin
sürgünlerle zarar görmemesini önlemeye çalışıyordu.
Bir gün bu
arkadaşımdan bir telefon aldım. Telefonda benim de gelip kendi yanında
çalışmamı istiyordu. Bana telefonda gel bu konuyu bir görüşelim diyordu.
Düşündüm taşındım nasıl olsa bu sürgün işleri bir gün bana da gelecek diyerekten
korktuğumdan, otobüse atladığım gibi gittim ve onun yanına vardım bulunduğu makamına
çıktım.
Yetkili makamda vekâleten de olsa oturan bu arkadaşım,
benim elimden bir dilekçe aldı üzerine bir istek yazısı bağlayarak bana bunu
Ankara’ya götürmemi ve tarif ettiği ilgili makamdaki bir kişiye vermemi istedi.
Onun dediği gibi’ de yaptım. Elimde dilekçem ve onun istek yazısı, ilgili
makamlara çıkıp durumu onun dediği kişiye ne söylediyse anlattım.
Karşımdakinden aldığım cevap ürkütücü idi.
Yetkili kişi ağzındaki bir dolu kütü söz, beni oraya gönderen arkadaşım
aleyhine söyleniyordu. Hem kütü, kötü sözler söylüyordu hem de bu adam bütün
solcuları başına topluyor onlara sahip çıkıyor diyerek beni istek yapan
arkadaşıma kızıyordu.
Şaşırmıştım.
Sonra benden çalıştığım iş yerinden bir muvafakat
yazısı daha getirmemi istendi. Bindim otobüse iki gün içinde onu da alarak
yanına vardığımda bana, benim özlük dosyamın içindeki evraklarımla birlikte ortalıktan
kaybolduğu benim için artık istediğim bu yere tayin söz konusu olamayacağını
bana tayin yapamayacaklarını söylediler. Olacak iş değildi, işim bir türlü olmuyor
hep yokuşa sürülüyordu. Tayinim benim istediğim yere yapılmak istenmiyordu.
Bu arada bir de duydum ki, beni mahiyetinde
çalışmam için istek yapan kişi, çoktan bulunduğu görevinden alınmıştı, başka
bir yere sıradan bir memur olarak verilmişti.
Onun adına kendimden utanmıştım. Şöyle dururken
onu da bilmeden görevinden işinden etmiştim. Onunda gerçek yüzünün görünmesine
sebep olmuştum.
Tayinden falan vaz geçerek, tekrar eski yerime
geldiğimde tesadüfen solcuları tayin ettiren kişiyle yolda karşılaştım. Birkaç
hoş beş ettikten sonra adam bana bazı menfaattarı doğrultusunda istediğim
tayini istediğim yere yaptırabileceğimi söylüyordu.
Yüzsüz adam.
Olmaz dedim. Gitmem gerekiyorsa giderim, Türk
bayrağının dalgalandığı her yer benim vatanımdır diyerek onun isteğine boyun
eğmedim. Sonradan ne düşündü, ne taşındı hiç bilmem, aradan üç gün geçmemişti’
ki benim uğraşıp da yaptıramadığım yere dosyan kayıp denen kişiler onun isteği
üzerine benim isteğim yönünde tayinimi çabucak yapmışlardı ve bu kişi
tarafından bana müjdelenmişti.
Kısa zamanda toparlanıp gittim ve yeni iş yerimde
yeni görevime başladım. Bu yeni yerimi seviyordum. Akrabalarım yakınlarım hepsi
oradaydı. Yalnızlık ve gurbetlik çekmiyordum. Her akşam bir evde toplanıyor
günün olaylarını konuşuyor kendi aramızda gülüp oynayıp sohbetler ediyorduk.
Bahar geçmiş yaz sonu gelmişti. Sokaklarda
okullarda sağ sol çatışmaları hız kesmeden devam ediyordu. Ben dersen yeni
geldiğim bu yerde daha henüz nasıl biri olduğum bilinmediği için bazı karanlık
kişilerin beni uzaktan, uzaktan bazı günler takip ettiklerini görüyordum.
Durumu bildiğim için evden işe, işten eve gidip
geliyor yollarda bile kimseyle görüşmüyor hiçbir yerde bulunmuyordum. Kısacası
çok sevdiğim ve severek gittiğim bu yerde korkuyordum.
Bu olayların olduğu dönemlerde ne evlerimizde
telefon vardı ne de ceplerimizde şimdi ki gibi telefonlarımız vardı. Konuşmalar
santrallar aracılığı ile yapılıyordu. Benim de çalıştığım iş yerinde böyle bir
santral vardı. Santralda sırayla görevliler nöbet tutuyorlar ilgilileri konuşmak
istedikleri kimselerle bu görevliler konuşturuyorlardı. Bu görevlilerden biri
bir gün bana duyduklarını anlatmıştı.
Meğer bu santral görevlisi bazı günlerde şüphe
ettiği kişilerin konuşmalarını konuşanların haberleri olmadan dinliyormuş.
Dediğine göre bir gün çalıştığım iş yerinden yetkili birine bir gün bir telefon
gelir. Telefonun diğer ucundaki şahıs namlı biridir. Telefonda karşısındakine
yakınıyormuş karşısındakine diyormuş’ ki, arkadaş ben artık boğazıma kadar kanda
boğuldum. Bu işin içinden ben nasıl çıkacağım bilmiyorum öldürürken bir gün ben
de öldürülmekten korkuyorum diyormuş.
Konuşmaları dinleyen santral görevlisi bu
konuşmaları duyduğunda, tüyleri ürpermiş ve hemen onları daha fazla
dinlemeyerekten dinlemekten vaz geçmiş. Şimdi onun duyup da bana söyledikleri
geliyor da aklıma, benim de tüylerim ürperiyor. Bereket ki onlar da şimdi yok
oldular gittiler. Su testisiyken suyolunda kırıldılar.
Bu olayların olmasından kısa bir süre sonra asker
ülkede yönetime el koydu. Artık ne beni ne de benim gibileri sokaklarda takip
edenler kaldı. Her taraf süt liman olmuştu. Ne olduğu belirsiz kişiler birden
bire ortalıktan kaybolmuştu.
Şimdi bunlar gelince aklıma o günlerin nasıl bir
günler olduğunu nasıl korkunç şeyler olduğunu düşünmemekten kendimi alamıyorum.
Suç sayılan fikirler, suç sayılan görüşler hapse atılmalar karakollarda yapılan
işkenceler memurlar arasındaki ayrımlar işçiler arasındaki devlet yanlısı ya da
devletin karşında yerini almış olan birtakım sendikalar daha neler, neler
hayatımızı zehir etmiyordu ki.
Ben artık bunlara aldırış etmeden etliye sütlüye
karışmadan yaşıyordum. Artık isteğim olmuştu. Yeni yerimde alışmış çalışmaya
başlamıştım. Ve ben hayatımdan memnundum.
Bir gün hiç beklemediğim anda iş yerime bir
postacı geldi ve beni sordu, sonra çantasından bir mektup çıkardı ve onu elime
uzattı. Gelen bu mektup benim çoktan unutmaya başladığım sürgündeki
arkadaşımdan geliyordu. Aceleyle açtım ve mektubu okuduğumda içinde yazılanlara
inanamamıştım.