Ya göründüğün gibi
ol
Ya da, olduğun gibi
görün.
Hz. Mevlana.
İstanbul’
da yaşayan ve üniversite eğitimi görmüş yurt dışında okuyup kariyer sahibi
olmuş bir zenginin, çocuklarından biri olan esmer yanık tenli güzelliği ile
dikkat çeken Ayşe, ortaokuldan sonra gittiği İstanbul’ da öğretmen yetiştiren
okullardan birinde okuyordu.
Yatılı
olarak okuduğu öğretmen okulunu yeni bitirmişti. Kura çekilmesi sonrasında’ da,
şans eseri onun tayini alışık olmadığı iç Anadolu’ un orta kesimlerinde bulunan
Kayseri ilinin dağlık bölgelerindeki ilçelerinden birindeki bir dağ köyüne çıkmıştı.
Ayşe
mesleğini seviyordu çünkü okulda öyle yetiştirilmişti. Her ne kadar kendisi
zengin bir ailenim çocuğu olsa da ve çocukluk hayatı sonra genç kızlık hayatı
İstanbul’un en güzel semtlerinde yaşayarak geçmiş olsa da onun içinde vatan
sevgisi vardı ve ona göre vatanın her yerinde görev yapmak kutsaldı.
Tayin olduğu kasaba soğuk kış aylarının
olduğu kışın karların pek çok yağdığı kışın soğuktan dağlardaki suların bile buz
tuttuğu etraftaki dağların ormanlık olduğu bir yerdi.
Fakat yazın öyle güzel bir yerdi ki bu
yer, çevresindeki sık çam sedir ve çeşitli yapraklı ormanları güzel ve
dağlardan şelale yaparak akan buz gibi suları ile yazın herkesin akın, akın buralara
geldiği köylerine yaylalarına yerleştiği sıcak yaz aylarını buralarda geçirdiği
Torosların üzerinde yer alan bir yerdi bu yer.
Özellikle’
de, kış aylarını sahil köylerinde geçiren hayvancılıkla geçinen Yörükler
buradaki yaylalara deve katarları ile bahar gelince göçerler buralardaki yaylalarında
bir yaz boyu oturup yanlarında sürüler halinde getirdikleri koyunlarını
keçilerini beslerler ve sonra da, yine kış gelince bunlar tekrar sahildeki kışlık
köylerine geri dönerlerdi.
İşte bir İstanbul kızı olan Ayşe’ in
öğretmen olarak atandığı öğretmen olarak çalıştığı köy, böyle bir yerdeydi. Bir
öğretmen olarak buradaki dağlık orman köyünün köylüsünün hem çocuklarını
okutuyor hem de onların çalışkan birer talebe olmasına ilkokul sonrasındaki okullara
gitmesinde yardımcı oluyordu.
Kış gelmişti. Dağlardaki yaylalarda bulunan
yaz aylarını buralarda geçiren göçebe Yörükler, sonra çevredeki yazlıkçılar kışlık
yerlerine yeniden dönmüşlerdi.
Ayşe
öğretmenin çalıştığı köyde, yirmi, yirmi beş haneden başka ev kalmamıştı. Tam
bir sakinlik sessizlik içindeydi etraftaki çam sedir ormanlarıyla kaplı olan yalnızlığı
oralardaki köylülerle paylaşan dağlar.
Havalar
gün geçtikçe soğumaya başlamış, çevredeki ormanların rengi değişmişti. Kırmızı
sarı yeşil ormanda ne ararsan vardı. Ayşe öğretmenin çalıştığı köyün
çevresindeki çam sedir gibi iğne yapraklı ve kızılağaç meşe gürgen gibi daha
birçok, yapraklı ağaçların bulunduğu ormanların rengi görülmeye değerdi.
Yaklaşmakta olan kış aylarını sıcak
bölgelerde geçiren göçmen kuşlar bile kalmamıştı. Köyde yaşayan köylüler ise, köylerinde
kış aylarının nasıl geçtiğini çok iyi bildikleri için, sonbahar bitmeden ve karlar
köylerinin yollarını kapatmadan alışkanlıkları gereği kışın yolları çoğu zaman
açık da olsa, köylüler bulundukları ilçeden kışın kullanacakları yağ şeker un
gibi ne varsa temel ihtiyaç malzemelerini almışlar ve bunlarla ambarlarını
onlarla doldurmuşlardı.
Ayşe öğretmen okulun iki odalı küçücük
bir bekârlar lojmanında kalıyordu. Müdürlük görevini yapan ve evli olan diğer
erkek öğretmen ise köyden temin ettiği bir evde eşiyle çocuklarıyla beraber
kalıyordu.
Ayşe
öğretmen bekârdı ve yalnızdı. Korkmaması için köyün kadınları arada bir ona
misafir oluyorlardı ve uzun kış aylarında bazen de geceleri evlerine gitmiyor onunla
beraber kalıyorlardı.
Ayşe öğretmen tatil günlerinde köydeki
okuma yazma bilmeyen kadınlara ders veriyor onlara da okuma yazma öğretiyordu. Köyde
kısa zamanda kendini sevdirmişti.
Artık kış iyice gelmiş yaşadıkları köye
ve dağlarına yeniden karlar düşmeye başlamıştı. Çok geçmeden’ de birden
bastıran kışta karların yağışı çoğaldı ve arttı. Kış etraftaki dağlarda tamamen
kendini göstermiş bastırmıştı. Etraftaki yalnızlığına bürünmüş komşuları
kışlıklarına gitmiş ormanlarda bulunan, çeşitli cinsteki ağaçlar gelinlik
kızlar gibi beyaz örtülerini giymişlerdi.
Ayşe öğretmenin öğretmenlik yaptığı köyde
bir kişide telefon vardı. Köy muhtarı haberleşme ihtiyaçları için kendi evine
bir adet manyotalı telefon bağlatmıştı ve köydeki yaşayan halk ve öğretmenler diğer
yerlerdeki yakınlarıyla ya da konuşmaları geren gerekli yerlerle bu telefonu
kullanarak haberleşme yapabiliyorlardı.
Ocak ayı gelmişti. Dışarıda lapa, lapa
kar yağıyordu. Köyün sokakları tamamen karlarla dolmuş dağlar beyaza kesmişti
ve evlerdeki sobaların gürül, gürül yandığı bir gündü.
Muhtarın evindeki telefonu acı, acı
çalmaya başladı. Telefonu ilk olarak muhtarın evdeki yaşlı eşi açtı.
-Alo, buyurun kimi aradınız?
-Karşıdan bir erkek sesi geldi.
-Benim acele Ayşe hoca öğretmenle
konuşmam lazım ona bir haberim var bir haber verir misiniz onunla acele
konuşmak istiyorum diyordu karşıdaki kibar konuşan şehirli erkek sesi.
Bu
arada dışarıdan muhtar da, kapıyı açtı kucağında odunla içeri geldi. Odunları
sobanın önüne bıraktı ve telefonla konuşan eşinin elinden telefonu aldı ve bu
defa o konuşmaya başladı.
Karşıdaki
adam, köylerindeki Ayşe öğretmenin bir yakınıydı ve telefonda Ayşe öğretmenin
annesinin çok ağır hasta olduğunu söylüyordu. Acele Ayşe öğretmenin İstanbul’a
gelmesini istiyordu.
Muhtar
ona bir şeyler söyledi, olan biteni telefondan iyice öğrendikten sonra,
telefonu kapadı ve koşarcasına aceleyle okula gitti durumu Ayşe öğretmenin
üzülmeyeceği bir şekilde kendisine anlattı.
Ayşe
öğretmen telaşlıydı. Kış bastırmış her taraf karla doluyken annesinin yaşadığı
yere nasıl gideceğim diye düşünüyordu.
Köyde
halkı şehre götürüp getiren bir minibüs vardı ama yollar karla kapalıydı ve
asfalt yola varabilmesi için en az on kilometre karlı yolda yol gitmeleri
gerekiyordu.
Muhtar
minibüsün sahibini yanına çağırttı konuşuldu minibüsün eskimiş lastiklerine
karda kaymaması için zincirler takıldı ve Ayşe öğretmen içinde şehre gitmek
üzere, yanında muhtar da gelerek çok geçmeden yola çıkıldı.
Neyse
ki asfalt yol pek uzaklarında değildi iyi kötü on kilometre gittikten sonra şehirlerarası
olan asfalt yola varılmıştı. Şoför arabanın lastiklerinin yıpranabileceğini
yırtılabileceğini düşünerek aşağıya indi ve zincirleri çözdü yola zincirsiz
devam etmeye başladı.
Yol
görünüşte açıktı. Etraftaki dağlarda karlar vardı amma karayolları ekipleri
karlarla kapalı olan yolu karlardan temizlemişlerdi.
Fakat
hava soğuktu. Arabanın kaloriferleri yanıyordu. Bunlar çok gitmeden gittikleri
yolda dar bir geçide gelmişlerdi. Araba birden kaydı ve yan dönerek
şarampoldeki karların içine yattı.
Hiçbirine
bir şey olmamıştı ama iki kişinin bu arabayı yan yattığı şarampoldeki karların
içinden doğrultması mümkün değildi.
Muhtar
ile şoför ne yapacaklarını düşünürken, karşılarından sarı bir pikap geldi
yanlarında durdu.
Gelen
yolları kontrol eden karayollarının ekip şefiydi. Durumu görmüş onlara yardım
etmek üzere bindiği resmi arabasından inmiş yanlarına gelmişti.
Muhtar
olan biteni ve durumu ona anlattı. Ekip şefi elindeki telsizle kurtarma ekibine
haber verdikten sonra, acelesi olan Ayşe öğretmeni de alarak şehre doğru
gitmeye başladı.
Bu
olay Ayşe öğretmenle yine kendisi gibi bekar olan ekip şefi Mustafa beyin
tanışmalarına sebep olmuştu. Mustafa Bey yol boyunca Ayşe öğretmenin hikâyesini
dinledi ve biraz’ da ona kendisinden işinden bahsetti.
Artık
iki genç arasında bir gönül bağı oluşmuştu. Fakat Ayşe öğretmenin öncelikli
düşüncesi memleketinde hasta olan hastaneye kaldırılmış olan annesindeydi.
Ayşe
öğretmen şehre iner inmez, ilk otobüse bindiği gibi soluğu İstanbul’ da aldı.
Neyse’ ki hasta olan annesinin, çok fazla korkulacak bir şeyi yoktu. Annesi
mideden biraz rahatsızlanmış onun ameliyat olması gerekiyordu.
Öyle
de oldu Ayşe öğretmen annesinin başında ameliyat olduktan birkaç gün sonra
taburcu olarak evlerine çıkarılmıştı.
Babası
yaşlı olduğu için eşinin başına her an bir şey gelebilir düşüncesi ile ameliyat
sırasında kızının’ da ameliyat olan eşinin yanında olmasını istemişti ve onun
için görev yaptığı yerden bu nedenle kış ortasında çağırtmıştı.
Ayşe
öğretmen rahatlamıştı amma, aklında hep kendisini çalıştığı köyden şehre
yetiştiren karayolları ekip şefi vardı.
Mustafa
beyin bekâr olması onun yakışıklılığı ve sonra, onun kariyeri, forsu onun
başını döndürmüştü. İlk iş olarak arabada iken kendisinden aldığı telefon
numarasını aramak ve ona teşekkür etmek ve sonra da söz verdiği annesinin
durumundan ona bahsetmek oldu.
Aşk
böyle bir şeydir işte.
Hiç
beklenmedik bir zamanda alır insanın akılını.
Bir
tesadüf bir bakıştır aşkı yaratan
Yürekleri
hoplatır insanın aklını başından alır.
Ve
gösterir sana, güzel yanını..
Bu
küçücük hadise, o günden sonra bu iki bekâr gencin devamlı buluşmalarına neden
olur. Ayşe her aybaşı maaşını almaya şehre indiğinde ya da toplantılara falan çağrıldığında
bu iki genç şehirde bir yerde buluşurlar ve gelecekle ilgili hayaller kurmaya
başlarlar.
Mustafa
Ayşe’ye âşıktır. Ayşe’ de görünüşe göre ona âşıktır. Bakışlar göz göze gelişler
hepsi onların birbirlerine olan aşklarının birer işaretleridir.
Bahar
gelmiş artık Ayşe için yaz tatili yaklaşmıştır. Son birkaç defa daha buluşurlar
tatilde ne yapacaklarının kararını vermek için bunlar pastanelerde buluşurlar.
Yerler içerler ve oradan çıkıp parklarda sinemalarda el ele göz göze dolaşmaya
başlarlar.
Ayşe
öğretmene âşık olan Mustafa Ayşe öğretmenin ailesini tanımak onlarla tanışmak
isterdir Ayşe de aynı şeyleri düşünürler ve aralarında bir karar verip tatilde
buluşmak üzere anlaşırlar. Derken bunların sohbetleri ailelerin ne iş
yaptıklarına gelir. Ayşe öğretmenin babası üst düzey bir devlet memurudur.
Mesleğinde kariyer yapmış yüksek düzeyde bir kişidir.
Kara
yolları ekip şefi Mustafa’nın babası ise bir köylü olup, kendi köyünde yetiştirmeye
çalıştığı bitkilerle hayvanlarla haşır haşır neşir olan fakir bir köylüdür.
Sonra lafları yine döner dolaşır kendilerine gelirdir. O güne kadar kendinden
detaylı olarak bahsetmeyen Mustafa babasının kendisini ancak yatılı bir okulda
okutabildiğini kendisinin yatılı okulda okumuş bir makine teknikeri olduğunu
söyler.
Ayşe
öğretmen bunu duyunca şaşırır amma, bunu hiç belli etmezdir. Çünkü o, o güne
kadar hep sevdiği bu kişinin bir makine teknikeri değil’ de, hep bir makine
mühendisi olduğunu düşünmüştür ve başkalarından öyle olduğunu öğrenmiştir.
Etraftan halktan köylülerden öyle duyduğu için kendisine o güne kadar bunu
sormayı bile hissetmemiş ve sormamıştır da.
Oysa
Mustafa daha ilk tanıştıklarında kendisi hakkında gerekli bilgileri vermiş ona
kendini tanıtmıştı. Fakat onun anlattıklarına inanmayan Ayşe öğretmen onun
yaptığı görevin bir mühendislik görevi olduğunu düşündüğünden Mustafa’nın
sözlerine inanmamış alçak gönüllük gösterdiğini düşünmüştü.
Buluşmaları
görüşmeleri biter ve bunlar hiçbir şey olmamış gibi ayrılırlar. Yaz gelmiştir
ve okullarda tatiller başlamıştır.
Ayşe
öğretmen elinde valizi otobüse biner ve doğruca evinin yolunu tutar. Olan
biteni annesine aktarır. Fakat onların evlenmesine ne onun annesi müsaade eder,
ne de mesleğinde kariyer yapmış olan üst düzey tahsil görmüş babası müsaade
ederdir.
Bu
durumu kafasında değerlendirmeye başlayan Ayşe öğretmen birden değişir ve görev
yerindeyken evlenme hayali kurduğu Mustafa beyle görüşmemeye telefonlarına
çıkmamaya başlar.
Daha
da biraz zaman geçince Ayşe öğretmen bir gece bir eğlence yerinde mahalle arkadaşlarıyla
beraberken tanıştığı yine kendi gibi öğretmen olan fakat kendi gibi bir
ilkokulda değil de, bir lisede öğretmenlik yapan biriyle arkadaşlık yapmaya
başlar. Bunların buluşması arkadaşlığı Ayşe öğretmenin ise, Mustafa beyi
unutmasına annesinin babasının da uygun görüp onunla evlenmesine kadar
götürürdür.
Ayşe
öğretmen aynı yaz tatilinde evlenir ve eş durumundan daha önce çalıştığı dağ
köyünden İstanbul’un güzel bir semtine öğretmen olarak kendini tayin ettirir.
Artık
onun için Mustafa Bey yoktur, onunla ilişkisini kesmiş yeni yerinde evlendiği eşiyle
beraber yaşamakta köyden uzak yeni okulunda görev yapmaktadır. Yeni yerini
sevmiş çalıştığı dağ köyünü unutmuştur.
Aradan
yıllar geçer ve onun bir zamanlar sevdiği evlenmek için hayaller kurduğu
Mustafa Bey’ de kendisi gibi başkasıyla evlenir ve çoluk çocuk sahibi olur. Yıllar
sonra’ da emekli olmuş biri olarak gider Bodrum şehrine yerleşirdir.
Mustafa
Bey bir yaz günü sahildeki gazinolardan birinde otururken birden karşıdaki
masalardan birinde oturan tanıdık bir yüzü görür. Bu gördüğü yüz ona hiç de, yabancı
gelmemiştir. Bu yüz kendisi ile evlenmeyen kendisine söz verdiği halde kaybolup
giden hayaller kurduğu halde, gidip bir başkası ile gizlice evlenen Ayşe
öğretmenin yüzüdür.
Yanında
bir de genç kız vardır. Mustafa Bey meraklanır ve bunu takip eder. Önce onun
tatil için geldiğini düşündüğünden bir otele gideceğini sanırdır.
Fakat
hiç de öyle olmaz. Ayşe öğretmen yanındaki genç kızla beraber mahalle
aralarındaki bir eve girmiştir.
Onların
girdiği ev bir apartmandır. Bakar apartmanın kapıcısı merdivenleri yıkıyordur.
Yaklaşır selam verir ve takip ettiği Ayşe öğretmen olduğunu sandığı kadını ve
yanındakini buna sorar.
Mustafa
Bey yine yanılmamıştır. Gördüğü kişi tahmin ettiği gibi Ayşe öğretmendir. Ayşe
öğretmen kapıcının kendisine söylediğine göre evlendiği eşinden ayrılmıştır ve
emekli olmuştur sonra da gelmiş orada bir daire satın almış Bodrum’daki bu eve
yerleşmiştir.
Mustafa
Bey artık şaşkındır, bir o kadar da bir zamanlar sevdiği ve evlenme hayalleri
kurduğu Ayşe öretmenin başına ne geldiğini hayatını ve başına gelenleri merak
etmeye başlamıştır.
Mustafa
Bey yaşlanmış yaşı almış beşi geçmiş ve üstüne üstlük üstelik de aynı zamanda
bir kanser hastasıdır. Fakat hala ona karşı içinde biraz da olsa aşk sevgi
vardır. Bir zamanlar sevdiği ve evlenme hayalleri kurduğu kadını düşünmeden
edemez. Hep ölmeden önce onun başına neler geldiğini kendisini neden aldattığını
düşünüp dururken bir gün bir tesadüf sonunda bunun nedenini sorma öğrenme fırsatını
bulurdur.
Bir
hastane koridorunda bunlar doktor kuyruğunda muayene olmak için beklerken
yeniden bir tesadüf sonucu karşılaşırlar.
Bu
defa onlarda yaşlanmış altında derin çizgiler ve mavi halkaları olan gözler
bakışır, yaşlanmış yorgun yürekler konuşurdur. Bunlar hastane koridorunun
banklarında birbirlerini yalanmış birer ihtiyar kişi olsalar da tanımışlardır.
Ayşe
öğretmen bulunduğu muayene olmak için sıra beklediği oturduğu yerinden kalkar ve
gözgöze gelip bakıştığı eski tanıdığı eskiden sevdiği Mustafa’nın yanına
gelirdir.
Her
ikisinde şaşkın birbirlerine bakışırlar. Birbirlerine yıllar içinde kendi
başlarından geçenleri anlatırlar.
Her
ikisinin de öyküleri her ikisinin de yaşanmış acıklı hikâyeleri vardır. İki
seven gönül yıllar sonra buluşmuştur amma vakit her ikisi içinde çok geçtir.
Biri yaşlı bir duldur. Biri ise ölümüne ramak kalmış bir ihtiyardır.
Ahmet
Yüksel Şanlı er
16
Mayıs 2013
Aşk her yaşta aşktır
Ölürken bile gelir tutar elinden
Sevda alev almak yanmaktır.
Yanar bir gün kül olur sanırsın sevdanı,
Olmaz,
Gün gelir alevlenir,
Tam bitti derken sen yeniden…