Kimi ölümler vardır sessiz sedasız, kimisi de
şaşalıdır. Öyle uzaktan gelen olur ki, merasim caddeleri taşar… Evet,
İngiltere’nin bir dönem unutulmaz “Demir Lady” lakaplı eski Başbakanlarından
Margaret Thatcher’de sonsuzluğa büyük bir törenle uğurlandı. Siyasetçilerin
sevenleri olduğu kadar sevmeyenleri de vardı.
Dünya’da
bir ezen, bir de ezilen vardı…
Bir
zengin, bir fakir ve işin özü de bir patron ve onu kalkındıran işçiler… Kısacası buna kral ve köleler deniyordu…
İşte
bütün dünyanın kavgası buydu… Yani hak arama ve hakkı vermeme mücadelesi… Ve bu
kavgaya tanıklık eden, taraf olan veya olmayan liderler ile onun uzantısı
siyasilerin bitmek bilmeyen yaman mücadelesi…
Neyse
ben burada şimdi bunları bir kenara koyup, Demir Lady’nin siyasetinden,
yaptıklarından ve iz bıraktıklarından bahsetmeyeceğim. Bu cenaze töreninde
gözüme takılan bir ayrıntıdan bahsetmek istiyorum. Bizde ölenin ardından olumsuz şeyler dinimiz
gereği yapılmaz ama İngiltere’de küçük bir zümreden de olsa gerçekleşti.
Thatcher’i sevmeyenlerde ellerinde pankartla protestoya gelmişlerdi. Seslerini kamuoyuna duyurdular. İngiltere
polisi onlara ne biber gazı sıktı, ne de tazyikli suyla ıslata ıslata dövüp
oradan uzaklaştırıp, tutukladılar.
Maazallah
bizde Tayyip’in öldüğünü düşünün, böyle
bir törende protesto edenleri tören alanına alırlar mı? Vallahi 10 kilometre
yanına bile yaklaştırmazlar. Sesini çıkartanları da apar topar döverek içeri
alıp, üstüne üstlük terörist damgası ile sürüm sürüm süründürürler… İşte
demokrasi ve polis devletinin farkı bu olsa gerek!
Akillerimiz,
akil akil iş başında yurdumuzu kaymak gibi karış karış geziyorlar! Farklı
farklı yerlerde Türk milletinin (Türk, Kürt, Çerkez ve diğer etnik halkların
bütünü anlamında) nabzını tutarak şerbet
vermeye devam ediyorlar. Ezberledikleri iki sözcük vardı halkımıza
anlatacakları: “Analar Ağlamasın, Barış Gelsin” evet bunları biliyoruz ve “kim
istemez ki” diyoruz. Ancak muhalefetin ve halkımızın bilip de onlardan duymak
istedikleri henüz akillerin ağızlarında bakla olarak dursa da, biz yinede
Valiliklerde, Bakanlıklarda neler olup bittiğini görüyoruz. İşe tabelalardan
TC’yi kaldırarak nabız yoklamaya başladılar. Anayasamızın değiştirilmesi dahi
teklif edilemez ilk maddesinde; “Türkiye devleti bir Cumhuriyettir” der. Yani
kısacası “T.C.” Eskiden gazeteciler
Başbakanlara yaman sorular sorardı. Bir Allah’ın kulu da çıkıp Başbakan’a
bunları soramıyor. Onlarda haklılar! Ya patronları tavsiye üzerine kovarsa!
Ateşle
oynamak bu olsa gerek!
Akil
geçinenler şimdi bal kaymak, beş yıldızlı otellerde konuş babam konuş… Ama ne?
İçi doldurulmayan klasik sözler… Bunlarla mı halk veya sivil kuruluşlar ikna
olacak? Benim bildiğim Türkiye Cumhuriyeti’ne gönül vermiş, Atatürk İlkelerini
benimseyenler, neyin ne olduğunu, gayet iyi biliyorlar…
Önemli
bir konuyu daha gündeme taşımak istiyorum. İş Kazaları… Daha yakın zamanda AKP
Zonguldak Milletvekili Ercan Candan’ın kardeşinin kafasında baret olmasına
rağmen yedinci kattan düşen bir tuğla ile hayatını kaybetti. Geçenlerde bende
Uludağ Üniversitesi Hastanesi’nin acilinde böylesi bir iş kazısında hayat
mücadelesi veren bir emekçiye rastladım.
Keyfimiz
yerindeyken hastanelerin acilinde neler olup bittiği pek aklımıza gelmez. Veya
arabamızla giderken dikiz aynamızda gördüğümüz ve acı acı çalan 112’nin siren
sesiyle telaşlanır ve biran önce ona yol verirken ürpeririz. Aklımıza ölüm
gelir, kaza gelir ve hastaneye yetiştirilen hastaya “Allah yardımcısı olsun”
der, sonrada bir anlığına kapattığımız teybin düğmesine dokunarak romantik
müzik eşliğinde yol çizgisine gözlerimiz dalarak uzaklaşıp gideriz.
İş
kazalarında dünya üçüncüsü, Avrupa’da ise başları çektiğimiz ölümlere bir
yenisi daha eklendi demiştim. Getirilen hastanın yakın arkadaşı da emekçiydi,
üzeri yağ-pas içinde emek kokuyordu. Gözleri ise ağlamaklı, doktorlardan
gelecek umut haberini bekliyordu. Titreyen eliyle sigarasını yaktığında sordum:
-
Geçmiş
olsun, hayırdır?
-
İş
arkadaşım Şaban büyük bir kazası geçirdi, durumu da ağır!
Gazetecilikten kalan
meslek aşkıyla sormaya devam ediyorum:
-Kaza nasıl oldu?
-Altmışlık taşla
demiri düzeltiyordu. Birden taş patlayınca hepimiz ne olduğunu anlamadık!
Arkadaşımız yere baygın düştüğünde yüzü tanınmayacak haldeydi. Acilen ambulans
çağırıp buraya getirdik. Doktorlar taş parçalarından birisinin şah damarını
parçaladığını, hayata döndürmek için de yoğun çaba sarf ettiklerini söyledi.
Allah’tan ümit kesilmez, bekliyoruz!
- Kaç yaşında?
-44
- Evli miydi?
- Evet, eşi de bir ay
önce yine bu hastanede rahim kanseri ameliyatı olmuştu. Arkadaşımızın üç de
çocuğu var. Karşı bankta ağlayan da büyük oğlu...
- Asgari ücretle mi
çalışıyordu?
- O da ben de, bin
lira ücret alıyorduk. Dediğinde top
sakallı genç doktor kapıda belirdiğinde yüzündeki ifade de hiç de umut yoktu.
Baba ve oğlunun kimliklerini istediğinde genç delikanlı acilin kapısına çökmüş,
titrekçe: “Babamı gösterin bana babamııııı! Haykırışıyla gözyaşları okulundan
kopup geldiği gri pantolonunun üstüne düşmeye devam ediyordu.
Neyse
üzüntü hayatımızın her alanında devam ediyor. Hadi gelin biraz da sevinelim.
Neye mi? Sayın Başbakanımız MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin son zamanlarda
yaptığı konuşmalara sinirlenmiş olacak ki, ondan teslim aldığı hükümette olup
bitenleri araştırmak istediğini söyleyerek yeni bir tartışma başlattı.
Gelişmeleri ilgiyle izliyoruz. Ve Sayın Başbakan partisinin grup toplantısında
Bahçeli hükümeti dönemindeki İMF borçlarının son taksidinin de yakında ödenerek
biteceğinin müjdesi ile Merkez Bankamızda 127 milyar dolar nakit paranın
bulunduğunu söylemiş. Zira “Asgari ücret neden bu kadar az ve çalışanlara her
yıl büyümeden pay verilmeden, buçuklu zamlara mahkûm edilerek bankaların
kucaklarına atılarak borç batığına boşuna sürüklenmemişler!
Bu
arada bende boş durmadım. Sayın Başbakan’ın bahsetmedi diğer büyük Dış Borç
Stoklarını araştırdım: Bakınız rakamlara:
AKP
2002 yılında iktidar olduğunda 127 milyar dolar dış borç stoku teslim
almış, 2012 yılı itibariyle de bu borcu
323,5 milyar dolara çıkartmış! İnşallah bu borçlarında bir gün son
taksidinin ödendiğini söyleyen bir
Başbakana bir ömür boyu oyum, feda olsun!
Sayın
Başbakanımız eski hükümetten kalan KEY Paralarının da kendi iktidarları
döneminde ödendiğini söyledi. Kendisini tebrik ederim, ancak verilen paralar,
yine bizlerden yapılan zamlar ile kaynağında kesilen dolaylı vergilerle
(Benzin, sigara, içki vs ile ÖTV, KDV ) hepsi geri alındı.
Devlet
bu hem verir, hem de geri alma hakkına sahip!
Bu
arada kanser hastalarına umut olan ve Şehircilik Bakanı’nın verdiği sadaka
parasını geri iade ederek bakanı utandıran ve onu affetmeyen üniversite
öğrencisi kanser hastası Dilek’i de burada bir kez daha onurlu hareketinden
dolayı kutluyorum. İşte demokrasi budur. Peki, bu kızımızın etrafına onlarca
polisle oradan apar topar uzaklaştırılsaydı. (ki genelde yapılan budur) Sağlık
Bakanlığı, kanser ilaçları konusundaki
önemli bir sorun gün yüzüne çıkacak mıydı?
Ve
onun güzel sözü kulaklarımı tırmalıyor: “ Eliniz cebinize değil, vicdanınıza
gitsin!”
Rakamlara
bakın rakamlara! Türkiye’de şu anda 23 milyon kişi (6.3 milyon hane. Türkiye’de 19 milyon 481 bin 678 hane
düşünüldüğünde hemen hemen 3 de 1 hane
fakir konumunda) sosyal yardımdan faydalanarak hayatlarını devam ettiriyor ve
bunun yıllık tutarının da 19,5 milyar TL olduğu belirtiliyor. Sosyal
yardımların temeli sayılan yeşil kartlı sayısı ise 11 milyon 63 bin 92 kişi
olarak belirlenmiş durumda. Bu arada yalnızca 22 bin kişi işe yerleştirilerek
yardım almaktan vazgeçmiş…
İşte acı tablo bu! Her geçen gün fakirliğe koşan bir Türkiye!
Sosyal Yardım alanların dışında
asgari ücretin azlığında geçinme savaşı veren 15 milyon kişi, memur ve
emeklileri de düşünülecek olursa, geriye kalan tuzu kuruları da tenzil
ediyorum!
Amerika’daki patlamadan da bir kaç
söz edip müsaade isteyim: “Biz yıllardır ABD ve onun müttefiki ülkelerin menşei
silahlarını kullandığı PKK örgütünün bombalarıyla binlerce şehit veren ve sakat
kalan gazilerin ülkesiyiz. Umarım acılarımızı biraz olsun yüreklerinde
hissetmişlerdir. Her türlü terörün insanlığı nereye sürüklediği malum! Menfaatin için öyle ülkelerin iç işlerini
karıştırmayacaksın, onların bağımsızlığına ve insanların mutlu yaşamlarına göz
dikmeyeceksin. Milyonlarca masum insanların ölümüne sebep olarak onların kanı
ile beslenip yine onların değerlerini çalarak keyif çatmayacaksın! Ve ülkelerin
arkasından şeytanlıklar çevirmeyeceksin!
Uluslar arası petrol ve finans
sektörünü elinde bulunduran bir dönem Amerika Başkan Yardımcılığını da yapan Rockefeller ortağı olduğu Rothschild ile birlikte bakınız
Türkiye’yi de içeren dünya gerçekleri hakkında kısaca neler söylüyor: “Ülkeler
provokasyonlar sonucu bir hiç yüzünden kanlı savaşlara giriyorlardı. Doğal
olarak bütün paralarını bizlerden silah almak için harcıyorlar, daha sonra savaşta
kaybedilen silahlarını yerine koymak ve savaşta harap olan şehirlerini yeniden inşa edebilmek için yine bizlerden borç alarak ömür
boyu bize bağlı bir duruma düşüyorlardı. Eğer, bir ülke yöneticisi bizimle
işbirliği yapmayı kabul etmezse, o ülkede hemen bir darbe ya da ayaklanma
çıkarılıyor, daha önceden ayarlanmış ve istediklerimizi harfiyen yapacak bir
kişi yönetime getiriliyordu.”
Bizde önce
iğneyi kendine sonra çuvaldızı başkasına batıracaksın” derler…
Onun için bu
iğne ve çuvaldızları yememek için, ülkede birlik ve beraberlik ile hareket
etmek, onların bu tür çirkin oyunlarını
bozacaktır…
Yoksa aksi
bir durum bize; “Ne çektin be Gülistan!” dedirtmeye devam edecektir…
Ertuğrul Erdoğan
Nisan 2013/Bursa