Bir balon düşünün ve durmadan içine hava ve gaz veriyorsunuz.
Öyle bir zaman geliyor ki, artık balon basınca dayanamayıp patlıyor… İşte Türk halkı da sonunda patladı. “Gezi
Parkı”nın adı, tarihe altın harflerle yazılacak. Şimdi herkes o Gezi Parkı’nın ağaçlarına
takılı kalacak…
Hayır,
takılı kalmayın, o ağaç insanları uyandırdı…
Dalları
yurdun her tarafını sardı. O dal yıllardır susuzdu. Hor görüldü… Kafasını
topraktan çıkardığında kesildi, biçildi… Darmadağın edildi…
Bir ağaçta
bahane aramayın!
Bu milletin
değerleriyle oynandı. Yıllardır aklından geçirmediği “Türk” ifadesinin Anayasa’dan
çıkartılması gündeme geldi…
Kürt – Türk et
ve tırnak gibiyken emperyalist ülkelerin saçma projeleriyle birbirimize
düşürülmeye kalkışıldı.
PKK ile
masaya oturmayı bu millet hazmedemedi…
Ağaç mı, o
bir vesile!
Siyasiler
sütten çıkmış “AK” kaşık olduğunuzu mu zannediyorsunuz? Suçlusunuz!..
Neden mi?
Oylar sizi
şımarttı. Ekonomiden bunalan insanlar size umut diye oy verdiğinde, siz onların
en güzel değerleriyle oynadınız. Sizin yaptıklarınıza karşı çıkan,
eleştirenlere bağırdınız, azarladınız, bir koruma ordusu ile kendinizi ulaşılmaz
zannediniz ve onları bir böcek gibi görüp, biber gazına boğdunuz.
İşçisi, memuru,
emeklisi, yıllardır buçuklu zamlarla idare etti, yapılan zamlara yine de ‘eyvallah’
demek zorunda kaldı. Çocuğunu okula
yerine göre harçlıksız, eşini yıllardır aynı elbise ve kendisi de yoğun
çalışmalar altında dinlenmeden asgari ücretin boyunduruğu ve işten kovulma
tehdidi altında, tatil yapmadan eşek
gibi çalıştı. Sırf neden? İhracatımız artsın ve hükümet yetkilileriyle
patronlar bundan övünsün diye!..
Cipe binen
türbanlı zenginleri yarattık… İkinci gemicik alınırken ülkemizin binlerce
insanı devletin aracından AKP’ye üye olmak koşulu ile bir koli erzağa muhtaç
bırakıldı.
Evet
suçlusunuz!
Ağaç
bahaneydi… O balonu patlatan son gazdı!
Bitmedi!
Suçlusunuz, neden mi?
Ağzınızdan
bu topluma sevgi sözcüğünü esirgediniz, yüzler asık, “Nağmertsin, Şerefsizsin!
Yalancısın! “ sözcüklerini hem kullanıp, hem de gezilerde çocuklara iki oyuncak
dağıtmakla aklanacağınızı zannettiniz!
Atatürk’e ve
onun kurduğu Cumhuriyet’e değer vermediler. Atatürk ile Silah arkadaşlarının
onurlu mücadeleleriyle meydana getirdiği Cumhuriyeti i korumayı bırakın, yok
etmek ve kendi politikalarını hayata geçirmek için her şey yaparak, milletin
önünde itibarsızlaştırmaya çalışıldı!
Ağaç mı, o
gazın son nefesiydi!..
Siyasiler
suçlusunuz!
Daha
bitmedi!..
Ülkede hem demokrasi
var dediniz, sesini çıkartanı terörist ilan edip, biber gazına boğup, üstüne
üstlük bir de kelepçeleyip, insanların hayatlarını kararttınız…
“Darbe,
darbe…” sözleriyle onlarca yazarı, bilim adamanı, askeri, gazeteciyi içeri alıp, yıllardır adalet diye
beklettiniz… Onları bekleyen çocukların anne, baba özlemlerine empati
yapmadınız!
Bitti mi?
Hayır!
Dallar
filizlendi, toprak altında uçsuz bucaksız yol alıyordu…
Onca özgürce
yazan kalemlerin ekmekleriyle oynadınız. İnsanların Anayasa’daki en doğal hakkı
olan basın alma özgürlüğünü kısıtladınız! Basının patronları iktidardan korktu!
Yazamadı, yazmak istese de, yazı işleri müdürü; “Bakın bizi iktidarla papaz
yapmayın” diyerek uyardı, olmadı kapıya koydunuz! Ve bizde bunlardan dolayı
dünyada özgür olmayan gazeteciler okulunda dünyada sınıfta bıraktınız!
Ve daha nice
konular… Biliyorum, bir bir içinizden geçirdiniz…
Daha çok
yazmak isterdim ancak kafanızı da fazla şişirmek istemiyorum. Kurtuluş Savaşı
döneminde Karamürsel’de geçen küçük bir hikâyeyi sizlerle paylaştıktan sonra kitap
çalışmama dönmek istiyorum. Yürekli insanları kutluyorum ve umarım bundan sonra
siyasiler de kulaklarına bir küpe takmış olurlar!
“Karşılarında
birden süvarileri gören dağa kaçmış kadın-erkek Karamürselliler çığlık çığlığa
atılıp süvarileri ve atlarını sevgiye boğdular. Topları dik bir yamacın üstüne,
ağaçlar arasına saklamışlardı. Hep birlikte oraya çıkıldı. Üzerlerini yapraklı
dallar ve otlarla örterek, topları ormana katmışlardı.
Üsteğmen
şaşkınlık içinde, “Bu koca topları buraya nasıl çıkardınız? Diye sordu. Bilge
görünüşlü bir ihtiyar, gülümseyerek, “Değişik bir milletiz…” dedi, “… İşler
düzgünse ertesi günü bile düşünmeyiz, birbirimizi yeriz. İşler karıştıkça ağır
ağır uyanmaya başlarız. İyice karışınca da, kenetlenip olmayacak işleri
başarırız. Bunları da buraya böyle çıkardık. Çakırmadık uçurduk!” der.
Evet, “Gezi
Parkı” ağaçları ile Karamürsellinin topları kapatan ağaç ve dallar…
İşte
özgürlüğün iki simgesi…
Kim engel
olabilir ki, dalların ilerlemesine?
Ertuğrul Erdoğan
Haziran 2013/Bursa