“Hazine Sandığı”mız
Değerli Kızım;
Allah kalp gözümüzü açsın ve içimizde taşıdığımız sınırsız hazineyi görmemize izin versin. Aramaya, bulmaya çalıştığımız güzel, keyifli ve bereketli bir yaşam için gerekli olan hazine ise yine içimizde saklı olduğunu bilelim de, bari dışarılarda çok aramayalım…
Değerli Kızım;
Mıknatıs özelliğine kavuşmuş bir demir parçası, nasıl ağrılığının on iki katı bir ağrılığı kaldırma güç ve kuvvetine erişiyorsa, mıknatıslaşmış birçok insan da, çok büyük yükleri taşıma güç ve kudretine erişir. Diyeceksin ki, ‘mıknatıslaşmış insan da nedir?’ Kendi ‘iç huzur ve düzenini tamamlamış insan’ demektir. Bu tür insanlar yön belirleyici insanlardır. Pusulaya yön verdiren nesne ise mıknatıstır. Yön belirler. Daima Kuzey ve Güneyi yani doğru ve yanlışı gösterir.
Kuran’da El-hadid suresi 57.ci sure olup, El-hadid kelimesinin Arapça sayısal değeri de 57’didir. Hadid kelimesinin ise sayısal değeri 26 olup bu ise demir elementinin atom değeridir. Aynı surenin 25.ci ayetinde Allah;“... Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik...” buyuruyor. Burada mektubu daha çok sayısal ve demiri anlatarak geçirmek istemiyorum. El-hadid başlı başına bir mektup yazdırabilecek bir kelime…
Demire mıknatısiyet veren Allah, bazı kullarına da benzer özellikler vermiştir. Etraflarına manyetik dalgalar yayarak çevrelerini etkilerler. Uzak yakın fark etmez, tüm bağlılarına yön verirler.
Değerli Kızım;
Aramakta olduğumuz sınırsız güç ve enerji kendi içimizde saklı olduğunu bilmeliyiz. Dünyadaki güzellikleri keşfetmek, onları yakından tanımak, hayal bile edemeyeceğimiz tüm kapıları bize aralayacaktır. Bilmeliyiz ki, Hak yolda yürümek aklımızın işi değil, yüreğimizin işidir… Aklımızın kimyası ile aşkımızın kimyası aynı değildir. Akıl temkinle yürümeye çalışırken, aşk ise öyle mi? Aşk şartsız, şurtsuz atılmayı bilir. Kelimelere takılıp kalmamalıyız. Aşk yolunda dil hükmünü yitirdiğinden, bütün âşıklar dilsiz olurlar…
İç dünyamızı tanımak istiyorsak, o iç dünyanın prensip ve kurallarını da tanımalı, işleyiş şekline aşina olmalıyız. Nasıl ki fizik ve kimyanın bir işleyiş şekli var ise zihnimizin de bir işleyiş şekil ve kuralları vardır. Ana kural “inancın kendisine inanmakla” başlar. Zihnimizin inancı, zihnimizde ki düşüncelerin ta kendisidir. Her düşünce ise, yeni bir eylemin başlangıç noktasıdır.
“Bilinç nedir?” desem, ‘bilmiyorum’ diyeceksin. Belki de kekeleyerek üç beş kırık-dökük, anlamlı-anlamsız kelime dökülecek dudaklarından… Zaman zaman duymuşuzdur… “Bilinçli bir millet, şuurlu bir millet veya toplum… Bilinçli ve şuurlu bir kişi” gibi bir yığın söz duymuşuzdur ama bilinç ve şuur denen nesneyi ne kadar tanıyoruz? Yeteri kadar tanıyabiliyor muyuz? Ben bile o kadar kendimden emin değilim ki, biliyorum ki sen de emin değilsin…
“Bilinç, bilinçaltı ve bilinç üstü” diye duyumlarımız olmuştur. Bilinç; günlük yaşam içinde verdiğimiz karar ve seçimlerin zihnimize giriş kapısıdır. Bilinç düzeyimize göre akıl, fikir ve irademizi kullanarak yaşantımız için olumlu veya olumsuz seçimler yaparız.
Bilincin merkezi neresidir? Beyin midir? Bilinç neyden yaratılmıştır? Bu günkü ilim bunu açıklamada yetersiz kalmaktadır. Beş duyu organlarla iletilen veriler beyin merkezinde yani elektromanyetik bir alanda işlev gördüğü bilinmektedir. Beyin sadece bir veri tabanı olan yer değil, aynı zamanda bir emir-komuta merkezi konumundadır.
Her birimiz birer bahçıvan mesabesindeyiz. Bütün gün boyu bilinçaltı tarlamıza düşünce tohumları ekeriz. Ki, bilinçaltımız iyi veya kötü tohumların filizlenip yeşerebileceği mümbit bir topraktan farklı değildir. Bu yüzden düşüncelerimizin kontrolü bizim elimizde olmalıdır.
Düşünce, duygu ve hayallerimiz, hareketlerimizi belirleyen kurallar oluşturur. Bütün şartlar nedenlerden kaynaklanır. Öyle ise hayatımızda ki, uyumsuzluklardan, kafa karışıklıklardan kurtulmak istiyorsak, önce nedenlerini kaldırmamız gerekmez mi? Bilmeliyiz ki nedenler değişirse, sonuçlar da değişecektir.
Korkunun, panik, endişe ve üzüntünün bilinçaltımızı işgaline asla fırsat vermemeliyiz. “Ait olmadığınız yerde ne işiniz var” diye onlara karşı çıkmalıyız. Nasıl ki gemiyi yöneten kaptan ise, beden gemisinin kaptanı da bilinçtir. Tüm sorumluluk ve yetki onda olmalıdır. Eğer kaptan ne yaptığını bilir ise, mürettebat onunla tartışmaya girmez ve sadece ona itaat ederler.
Değerli Kızım;
Hazine Sandığı’mız içimizde saklıdır. Yürekten arzuladığımız her şey orada vardır. Aslında her insan sınırsız bir zenginlikler denizinde yaşadığı halde, bunun farkına varabilen kişi çok azdır.
Kim diken ektiği yerden gül devşirebilmiştir? Art niyet taşıyan, kötü düşünce ve heves besleyen biri, iyi niyet tarlasına ulaşabildiği görülmüş müdür? Kim muhteşem ekin biçmek istiyorsa, mutlaka önceden harika düşünceler ekmiş olması gerekmez mi?
Aynı zamanda bilinçaltımız ise şimdilerde bilgisayarlarda bilgilerin saklandığı, yani kayıtların tutulduğu bir bilgi işlem yeridir. Aynı zamanda bilgisayar gibi görev yapar. Yeri gelir radar gibi çalışır, yeri gelir bir yardım çantası gibi yanımızda bulunur. Bir bilgisayar programı gibi sadece verilerle ilgilenir. Veriler hakkında yorum ve değerlendirme yapmaz. Kıyaslamalar yapabilir. Aynı anda birçok işlemi yapabilir. Şakadan anlamaz, her şeyi gerçek kabul eder. Tüm geçmiş yaşantılarımızın depolandığı yerdir.
Kim düşüncelerini değiştirir ise, kendini de değiştirir.
Bilinç üstümüz veya özbilincimiz Yaratıcı güce bağlandığımız alandır. Yaşam planını bilen ve uygulanmasına izin veren yer olsa da, özgür iradeye müdahale etmez. Bilinç üstü alan gelecekle ilgilidir.
Değerli Kızım;
Zaman zaman bilincimizin ayakları altındaki zemin kayar ve gerçek olmayan birçok bilgi kalıplarıyla karşılaşabiliriz. Bu güne kadar ötelediklerimizin karanlık ve karmaşasıyla yani ‘acı gerçek’lerle yüz yüze gelebiliriz.
Yaşanan deneyimler depresyona, umutsuzluğa, çaresizliğe, kendimizi kurban görmeye, ne yapacağımızı bilememeye, dışlanmışlığa, yalnızlığa, bir şeylerin artık bitmiş olduğu duygusuna itebilir. Hatta çaresizliğimiz dip yapabilir.
İşte burada acının tadını çıkarmak gerekir ki, acının sonunda ruh dünyamızı/gönül bahçemizi aydınlatabilelim. Bu bizi bizle yüzleştirir ve farkındalığımızı öğreniriz. Her şey kalıcı gibi gözükse de, her şey geçer ve geriye biz kalırız. Bizi gerçek yaşama bağlayan araç hislerimizdir. Duygularımızın bizi boğmasına değil, benliğimizde biriken kirleri temizlemekle görevlendirelim.
Nasıl ki Hak gelince batıl zail oluyorsa, gerçek gelince sahteler yok oluyorsa, doğrular gelince yanlışlar gidiyorsa, ışık gelince karanlık çekilmek zorunda kalıyorsa... Bilmeliyiz ki gün doğumundan önceki karanlık, gecenin en karanlık anıdır. Şefkat kendimize veya birilerine acımak değil, olanı şartsız kabul etmek, sevmek demektir.
Her çözülüm, beraberinde bir salıverilme sürecini getirir. Gerçeğe uyanmak, hayatını bu yönde yaşama arzusu yüreksizlerin işi değildir. Bu bazen insanın içini dışına çıkarır, destek aldığın zeminleri çökertir, insanı alt-üst eder. Kendi öz benliğimizi kurabilmek için de, geriye kalan tüm sahte benliklerimizi yıkmalıyız. Öz’ün hali sadeliktir. Bu sadeliğin önünü perdeleyen her ne var ise yırtıp atmalıyız.
Yalnızlık boşluğa düşmektir. İnsan inanıyorsa asla yalnız değildir. İnsan yalnızken kendine en yakın olduğu zamandır. Sevgimizle, anlayışımızla ve kabulümüzle sarıp sarmalayalım kendimizi… Kendini sevmeyen birinin sevildiği görülmüş müdür? Ben ki senin mangal gibi aşkla yanan bir yürek taşıdığını da biliyorum.
Değerli Kızım;
Yüzümüze bütün kapılar tek tek kapansa bile, Mevla bize kimsenin bilmediği yeni patika yollar açar ardında… Hira Mağrası’nın ardında bir eminlik denizi ve geminin beklediği gibi… Şimdi göremesek de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri vardır. İstediğini elde edince şükretmek herkese kolaydır. Sufi, istedikleri olmadığında da şükredebilendir.
Aşk bir seferdir ki, değişmek için vardır. Bırakalım, hayat bize rağmen değil, bizimle beraber akmasına müsaade edelim… Yaşadığımız her hadise, karşılaştığımız her badire bizi kemale erdirmek içindir. Rabbimiz kusursuzdur, onun için kusursuzları sever. Beşeriyet denen eserinde hedef kusursuzluktur.
Elbette su akar, kendi yolunu bulur… Öyleyse biz de kendi yolumuzu bulalım… Su gibi kendi öz kaynağımıza doğru akıp duralım… Nedenleri görebilmek, bizi sebeplere ulaştıracaktır. Biz insan olalım ki, kâmil insan olmamız kolaylaşabilsin…
Esas kirliliğimiz dışımızda olan değil, içimiz de olandır… Bu yüzden en çok içimizin temizliğe ihtiyacı vardır. Dıştaki kirlilik su ile temizlenebilir… Ya kalplerde birikmiş haset ve art niyet kirlerini ne ile çıkaracağız?
Değerli Kızım;
Hepimiz farklı sıfatlarla yaratıldık. Allah dileseydi bir şekil üzere yaratırdı. Farklılıklara saygı göstermemek, Hakk’ın nizamına saygısızlık etmektir. Mademki, eşraf-ı mahlûkatız, ona göre davranış ve hal üzere olmaya çalışalım… Kâinat yekvücut, tek bir varlıktır. Her şey ve herkes görünmez bir iple birbirine bağlıdır.
Ne geleceğimizi bilebilir, ne de geçmişimizi değiştirebiliriz. İçinde bulunduğumuz anı dolu dolu yaşamaya bakalım… “Ne yapalım kaderimiz böyle…” sözü cahilliğin işaretidir. Kader yolun tamamını değil, yol ayrımlarını verir. Güzergâh belli de olsa, tüm dönemeç ve sapaklar yolcunun tercihi iledir.
Her an, her nefeste yenilenmeli, yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli… İçimizdeki münkir ile yüzleşmeli ve onu tövbe kapısına taşımalıyız. Tezatları kucaklayabildiğimiz oranda olgunlaşabiliriz. İnsan-ı kâmil olma yolunda kıdım kıdım da olsa, adım adım da olsa, her gün biraz daha ilerlemeliyiz.
Allah yar ve yardımcınız olsun… Yüzünüzden tebessüm eksik olmasın…
Sizi seven bir adam…
Ant-100413