Yağmur iki
gündür aralıksız yağıyordu. Hayat adeta felç olmuştu. Vakit epey ilerlemişti.
Karanlığa eşlik eden yağmur ıssız yollarda yürümeyi daha da zorlaştırıyordu.
Arka arkaya çakan şimşekler, hızını gitgide arttıran fırtına adeta doğanın
öfkesinin dışa vurumuydu.
Yazın en
gözde sahil beldelerinden biri olan küçük bir kasabaydı burası. Yaza oranla
aşırı kalabalıktan uzak, sessiz ve sakin olurdu kışın. Sezon bittikten sonra
buranın en önemli gelir kaynağı büyük bir firmanın eğitim tesisleriydi. Belli
aralıklarla eğitime gelen firma çalışanları yerli halktan sonra burada ikamet
eden ikincil önemli gruptu. Normalde en önemli gelir kaynağı nüfusun yarısından
çoğunun balıkçılık yapmasıyla sağlanıyordu. Kış mevsiminde ise gelen tesis
misafirleri ekonominin canlanmasına olanak sağlıyordu.
Dışarıdan
ilk bakıldığında göze çarpan en önemli ayrıntı buranın oldukça sakin görünümlü
olmasıydı. Ama o gece yaşanacak olaylar bu durumun akışını inanılmaz derecede
değiştirecekti.
Eğitim
binası oldukça büyük bir alanda inşa edilmişti. İçi içe geçmiş kompleks yapılar
oldukça kalabalık olurdu eğitim dönemlerinde. Eğitime gelenlerin her türlü
ihtiyacı her zaman için eksiksiz karşılanırdı: O gece ise bir istisna söz
konusuydu. Uzun süreden beri elektrikler ilk defa olarak uzun süreli kesinti
halindeydi. Her yer zifiri karanlığa bürünmüştü. Normalde jeneratörlerin anında
devreye girmesi lazımdı, fakat o gece işler hiç de umulduğu gibi gitmiyordu.
Sistem tam anlamıyla devre dışı kalmıştı, bu da oradaki herkeste ister istemez
sıkıntı yaratıyordu. Bunun haricinde her şey gayet sıradan ve normaldi. İnsanlar
oldukça sakin fırtınanın dinmesini ve elektriklerin gelmesini bekliyordu.
Merkezden yola çıkan teknik ekip tesise henüz varmamıştı. Eğitim koordinatörü
gelen bir telefonla donup kaldı aniden. Yoldaki araba kaza yapmıştı ve bu
saatten sonra tesise varması imkansız gözüküyordu. Kazanın mahiyeti ve
arabadakilerin durumu ise meçhuldü. Koordinatörün bu haberi paylaşması aniden
herkeste bir panik havası yarattı. Güzel bir havada başlayan ve her şeyin
yolunda gittiği bir haftadan sonra durumun böyle bir hal alması adeta bir
kabustu. Özellikle eğitime ilk kez katılanlar gitgide huzursuzlaşmaya
başlamıştı. En makul seçenek yağmurun şiddetini azalttığı an kasabaya gidip
yardım istemekti. Gerçi buna pek gönüllü yoktu ama bundan başka bir çare de
yoktu.
Bir anda orada
bulunan herkes duydukları bir patlama sesiyle olduğu yerden fırladı. Ana
binanın alevler içinde olduğunu fark edenler gözlerine inanamıyordu. İçerde
mahsur kalanlar feryat figan bağırıyordu. Neyin nasıl olduğu anlaşılacak gibi
değildi. Kimi bağırıyor kimi ağlıyordu. Yerinde donakalanlar, haykıranlar
kısaca herkes şoka girmişti. Alevler artmaya başlamıştı, buna eşlik eden duman
ve koku orayı tam anlamıyla cehenneme çevirmişti. Saniyeler içinde ikinci bir
patlama sesi daha duyuldu, öyle ki bu öncekinden de şiddetliydi. Çakan
şimşeklerin aydınlığından bile yoğun bir ışık seli içinde kalmıştı her yer.
Belki de erken yaşanan bir kıyametti tüm bu yaşananlar. Herkes kendinden geçmiş
paniğin doruk noktasındaydı. Tam anlamıyla bir can pazarı yaşanıyordu. Bilinçsiz
şekilde telaş ve koşuşturma içindeydiler. Ne yazık ki bu hiçbir fayda
sağlamıyor tam aksine her şeyi daha içinden çıkılamaz bir hale sokuyordu.
Olan
olmuştu. İnanılmaz derecede can kaybı ve yaralı vardı. Bu daha sonra belli
olacaktı ama ne yazık ki facianın boyutu inanılmazdı.
Sabah
olduğunda geceden geriye kalan manzara inanılmazdı. Vahşetin boyutu ve
yaşananlar uzun süre hafızalardan çıkmayacaktı. Sebebin ne olduğunun
sorgulanması gerekirken yaşanan kayıplar, hissedilen derin acı ve üzüntü her
şeyin üstündeydi. Kayıplara ve yaralılara müdahaleden sonra ivedilikle geniş
çaplı bir sorgulama başlatıldı. Ama onun ötesinde kurbanların ve yaralıların
yakınları yaşadıkları tarifsiz duyguların ve acını etkisiyle adeta bir isyan
çıkarmıştı. Herkesin işi zordu, çok zordu. Yüzlerce görevli, öfkeli kalabalık ve
diğer herkes bu cehennemin ortasında çaresiz ve ızdırap içindeydi. İzdiham,
panik had safhadaydı.
Büyük yankı
yaratan bu vahşetin soruşturması yurt geneline yayılmış hatta yurt dışı
destekli de yürütülüyordu. Organize olmuş soruşturmayla ilgili herkes deli gibi
çalışıyordu. Aylarca sürdü olayın gerçek boyutunun araştırılması.
Diğer yandan
bu sakin ve huzurlu kasaba o günden sonra lanetli olarak anılmaya başladı. Eski
halinden eser kalmamıştı. Herkes tek tek terk etmeye başladı burayı. Kalan tek
tük kasaba sakini ise inanılmaz derecede sessiz ve tarif edilmez bir korku
içindeydi. Bekliyorlardı ama neyi beklediklerini kendileri bile bilmiyordu. Her
yer gitgide daha da tenhalaştı. Ne gelen ne giden vardı. Sahilde yürüyüş
yapanların yerini ıssız gölgeler aldı. Kahkaların yerini acı aldı. Tek
anlamıyla burada hayat artık sona ermişti. Olayla ilgili herkesin ifadesi tek
tek alınmıştı. Geride kalan üç beş kasaba sakini asla bununla ilgili konuşmuyor
ve adeta birbirini suçlarcasına büyük bir huzursuzluk yaşıyordu. Aslında herkes
hem kendini hem de karşısındakini potansiyel suçlu olarak görüyordu. Bir tür
sessiz bekleyişti geride kalanların yaşadıkları.
Gerçek suçlu
ya da suçlular asla bulunamadı. Kurbanlar bilinmezliklerle dolayı bu olayda
ebediyete intikal etmişti, geride kalan yakınları ise duydukları öfke ve acıyla
yaşamaya mahkum bırakılmıştı. Olayın bir diğer önemli ayrıntısı ise kasabanın
ölüm sessizliğine bürünmesiydi. Gizem ve şüphe benliklerini esir almıştı.
Bu olay
bugün bile gizemini korumaktadır. Kasabadan geriye kalan terk edilmiş evler
hala sahiplerini beklemektedir. Her ne kadar yazılı bir belgeye rastlanmasa da
kasabanın adı ‘’Ölüm Kasabası’’ olarak anılmaktadır. Ölümden de korkunç olan
insanın içinde yaşadığı vicdan azabı, suçluluk duygusu ve şüphedir. Dünyanın en
masum insanı bile bilinmezliklerle dolu bu hayatta zaman içinde kendinden bile
şüphe edebilir. Aslında ölüm bir nihayettir; hissedilenler ölümden bile beter
olabilir ve sonsuza dek sürer gider.