-Daha
önce baktığın için göremedin ve buralara kadar geldin ve bana sorular
soruyorsun.
-…
-Nedense
bugün hep haklı çıkıyorsun! Ben ise hep yanılan ve şaşıran çıkıyorum!
-Bunu
bilmekte erdemdir, tebrik ederim!
-İşte
günün, ilk haklı çıkışım bu galiba!
-Bak
ilerde akan küçük bir pınar var istersen git elini ve yüzünü yıka kendine gel,
daha sonra konuşuruz.
İlerde
akan şırıl, şırıl akan pınara doğru ilerlemeye başlarken yüzünde tebessümler
çiçek açıyordu. Düşünceleri ile boğuşması sona ermiş huzura kavuşmuştu.
Aklındakiduman, duman olan sisten bulutlar dağılmış, hakikatlerin gerçekleşme
cesareti ile karşılaşmanın mutluğundan olsa gerek hafiften gülmeye başlamıştı bile.
Bir zindan gibi olan yaşadıklarında merhametten eser olmayan bir anlayışla
hicap duymadan gönül sazında aradığı perdeyi nağmeyi aramak yerine boş ve abes
işlerle uğraşmanın pişmanlığı yüzünden belli oluyor ve bu pişmanlığın belirtisi
olan alın teri alnından boncuk, boncuk yüreğine damlayarak yere dökülüyordu
berrak ve tertemiz yere ve toprağa karışıyordu. Tıpkı aç aman bilmez misali idi
bu yaşananlar. Hayatın, anlamsız ve manalarla dolu atmosferinde bir an önce
kurtulup bu manasızlıkla dolu olan yaşamı zorlaştıran düşüncelerden kurtulup,
mana dolu olarak; hayatta anlam ve ifade katan, hayatı anlamlı kılan hayal
kırıklıklarını sevince dönüştüren hayal kırıklığına uğratmayan, yaşanabilirlik
katan manalarını anlatan, manalarla bürünmüş olarak geri dönmenin arzusu ile
huzur bularak ilerdeki çeşmeden bir avuç su alarak yüzünü yıkamaya başladı.
Gökyüzü masmavi; cömert gönül yapıcı, bulutlar; bembeyaz küçük narin adımlarla gezintide, istekli görüntüsü içinde; sakinleşmiş gönül rahatlığı ve huzuru sunmaya hazır, samimi görüntüsü eşliğinde gökyüzünün maviliği ile nazlı, nazlı uyum içinde dolaşıyordu.
Kabul görünen, reddedilmeyen beğenilen hoşa giden bu mana ve anlam yüklü gökyüzü ve bulutların bilinen yüzüne aşina olan onlarca ağaçlar, çimenler yemyeşil, ilerde otlayan kuzular; sessizliğin ve huzurun hâkim olduğu hoşnutluğa ayak uydurarak otlanmakla meşgullerdi. İlerde şirin küçük bir ev; kutlu saadetli bahtiyar mutlu görüntüsü içinde, yaşayanları ve yaşantıları yükselten vasıfları donamış hazır hale gelmiş, boş içinde mutlu şen seçkin mümtaz insanların gelerek yaşamasını, bekleyen mahzun ama keyif ve sevinç sarhoşluğu görüntüsünde; yumuşak kalpli yufka yürekli, hisli yolcusunu bekleyen hancı gibi bekliyordu.
Ağaçlar rüzgârın lirik ılık esen coşkusu içinde dallarını özgürce; gaye ve beklenti zenginliğine engel tanımayan edası içinde usulca gayretli olarak sallandırıyordu. Kuşlar; uçmalarında gerekli olan salahiyeti eşsiz güzellikte özgürlükte sınır tanımayan gökyüzünde süzülerek uçuyorlardı. İlerde bir ağaç dibine oturmuş genç kız neşe ve mutluluk elbisesine bürünmüş bu manzarayı, parıltılı şen gözlerle gönül rahatlığı içinde seyrederken, nereden nasılda aklına neden nerden geldiği belli olmayan ve şimdi sırası mı idi düşüncesi içinde suratı bir anda alıngan bir eda ile mahzunlaştı.
Rüzgâr; hayatımızda, yaşamımızda bazen sert, bazen tatlı, bazen hafiften esen rüzgârlar; ihtiras, tutku, endişe, avuntu, gelecekten gelmiş bir haberci gibi esen rüzgârlar. Saygıdeğer bezen'de cömertçe, baş eğmez dirençli olan bezende hayret uyandıran, gönül kırıcı bezende teselli verecekmiş gibi esen rüzgârlar. Burada ihtiras rüzgârında bahsedelim isterseniz. Aydınlık, aydınlık verici olarak hayatımızı ve yaşamımızı idame ederken; gösterişsiz heybetlikten uzak olduğumuzu gösteren içli, samimi; gönül insanı olmak için yolumuza devam ederken; bu çetin, yırtıcı muammalarla bezenmiş yolda, sakinleşmiş gönül rahatlığı içinde yürürken tek başımıza olmadığımızı kendimize ve topluma, ailemize olan sosyal sorumluluğumuz bilincinde olmalıyız.
Bu topluma veya tüm insanlara; saygı duyulan, sağlam kişilikli, ender insanlar olduğu düşüncesi içinde olgun hareketler ve düşünceler içinde olmalıyız. Etrafımda esen sert rüzgârlara kapılarak karşımızdakini dinlemeden kendimize verdiğimiz değerden daha aşağı değer vererek değil de, daha yüksek değer vererek; içtenlikle apak yıkanmış gönül gözümüzle tartmalıyız ki; toplumda saygınlığı hak ettiğini, imrenilecek güzellikte, erdemli olduğunu görmeli, hissetmeli. İhtiras rüzgârı esmeden bu rüzgâra kapılmadan önce bilmeliyiz ki ihtiras; gözleri kör eden, insan ilişkilerini ve toplumu bitiren, öldüren; önündeki derin çıkılması mümkün olmayan çukuru görmeye engel olan genelde patlamaya hazır bir güç veya sonu olmayan akıntıya kapılası bir duygudur ihtiras.
Bu iradeye" yani ihtiras rüzgârına kapılmış" sahibi
olmak duyarsız başıboş, vurdumduymaz yırtıcı bir kuş gibi uçarak etrafına zarar
vermek sendeki değerleri yok ederek; sert uçarcasına esen rüzgârdan ve yağan
yağmurda kaçan düşmemek için olağan üstü gayret sarf edenler; seni
sığınılacakmış bir liman gibi çekici ve cazip görenler, gönül insanı olduğunu
sergileyen görüntüne aldanarak sana yaklaşınca batmakta olan çamur deryasında
olmanı ve bedenini saran ihtiras duygusunun çıplak bir şekilde görmeleri ve en
acısı, en kederlisi de baltaya sap olmamış sap gibi; ahenksiz uzlaşmasız
tavırla durmak olsa gerek. Söz söylenecek ve söylenecek sözün değer
görülmediği, vurdumduymaz, duyarsız olmak bezenmiş olan ihtiras rüzgârına
kapılmadan; olgun, mütevazı, kucaklayan farklı olduğumuzu hissettirecek; tüm
kötülüklerden arınmış temiz pak, yılmaz irade sahibi yol gösterici sağlam
kişilikli olmak en güzeli ve en alasıdır yani alüyyül ala' dır.
Basiretimizi
bağlayan toplumu yok eden yaşanmazlık katan bu ihtiraslarımızdan uzak durmak
gerekir. Bariz olanı görmek; bir durum muhasebesi yapmalıyız en başında.
Bıkkınlığa usanmış yaşama sevincini umudunu yitirmişliğe sahip olmak, cehaletin
havuzunda yıkanmakla eş değerdir ihtiras. Öz esas maya, bakış açısı. Zekâ,
bilgi kavrayış nimetleri ile bize sunulan düşüncelerimizi ve düşünceleri yok
etmek yerine saygı duyarak, erdemli olarak karşımızdaki insanı dinleyerek değer
vererek yaşamalı ve bu yaşamda gönül huzuru, bolluk bereketle fışkıran
toprağımızdaki hazineleri paylaşarak" hakimane" irade içinde
yaşantımıza yön vermeliyiz.
Dünya
hepimizin dünyası, hepimiz; üstünlük sağlamadan bu yaşamda taraf olmadan
üzgünlük gam ve kederi yok eden özgür olan düşüncelere karşı cömert alçak
gönüllü, olarak akarsak sadece" kendi düşüncelerimizi" -despotça-
hazince; sonunda heder olacak bir güçle kabul ettirmeye çalışırsan hengâm'a''
"seslerin birbirine karışmasına"
neden olan zamanda, mevsimde yaşamaya benzer ki kimin ne söylediği
anlaşılmadığı gibi kavga ve gürültü ile de bu zorbalıkla devam etmez ve devam
etmesini beklemekte aptallıktan başka bir şey değildir.
Hisler ve duyuşlar; çok önemlidir insan hayatında ve yaşamında. Bunları duymakta daha da çok, çok önemlidir. Iskarta ve ızdırap dolu bir yöne götüren kulakla, bir duyuşla ve hissiyatla değil, ihya edici, inayetli bir duyuşla, hislerle duymalıyız ki bu duyuşları ve hisleri; toplumda, yaşamda"inkişaf"halinde olmalı ve çekirdek gibi gelişmeye geliştirmeye müsait olan kabiliyetle hissiyatla duymak gerekir ki; toplumda huzur mutluluk, gelecekteki tedirginlik son bulsun yaşam ve hayat latiflik ve hoşlukla ihya edilmiş manidar olarak devam etsin.
Hem bunu" idame" ettirmede engel olacak olanlar; buna engel olacağı kabiliyetine sahip olduğunu düşüncesinde olanlar ve bu güzellikleri yalnızca kendisine has veya kendi düşüncesi içinde eriterek başka anlamsızlıklar katarak empoze etmek gafletinde bulunanlar bu "Hisler ve duyuşları" mikro derecede görenler, toplum tarafında bir anda kendini bela ve felakete götürecek olan " muhteşemlikle bezenmiş saf arı, naziklik ve zarafetle ve incelikle bezenmiş"- tokat-ı ile uyanmamacasına yok olacaklardır.
Bunu iyi bilsinler ve bir yere not
etsinler veya silinmez mürekkeple yazsınlar; akıllarına yazsınlar diyeceğim
olmaz çünkü- akıllarında kırk tilki dolaşıyor ve bu kırk tilkinin kuyrukları
birbirine değmesin diye uğraş içinde oldukları - için not alsınlar diyorum.
Bırakın bunları düşünmeyi kırk tilki bir arada yaşarsa muhakkak ki kuyrukları
birbirine değecek. Çok kurnaz oldukları için midir nedir tilkinin
kuyruklarında, kuyruk değil de sanki başka bir şey takılı olabilirmiş düşüncesi
ile bu kuyruklarla uğraşıyorlar galiba zannımca. Açın tıkalı kulaklarınızı bre
gafiller niye sucusun, bucusun, ilericiyim, dar görüşlüsün veya İzemlerle
uğraşıyorsun ?"Âlemlerin rabbi olan sonsuz kerem ve kudret sahibi olan
Allah "insanın düşünce ve yaşam özgürlüğünü serbest- bırakmışken iyi ve
kötü olan yolu, ışık gibi gözler önüne sermiş iken ve bu iyi ve kötüyü seçmede
insanları özgür bırakmış iken- ,benimki daha iyi diye neden uğraşıyorsun?
Dostça yol alarak düşüncelerinizi özgürce; aydınlık olan bu yolda, paylaşarak
iyi ve kötüyü bularak ve seçmeye müdahale-özgürlüğe ve özgür iradeye müdahale-
etmeden, doğru olanı kabullenin olsun bitsin. Bu çok kolay ve anlaşılır
olandır. Dünya malında gözü olmayan kanaatkâr olanla, yola dostça çıkıp; tilki
gibi kurnazım diyerek düşünürsen sakın ha böyle bir düşüncede olma, ava
giderken avlanırsın. Dünya yeryüzü geniş korkma dolaş geniş olduğunu görürsün.
Hikâyemize
devam edelim. Pınardan elini yüzünü yıkadıktan sonra tam kalkmak üzere iken
arkasında duran genç kızı görünce irkilerek.
-Allah!!
Diye
bağırarak kenara çekildi.
Genç
bir kız yirmiyaşlarında, başıörtülü, şalvarlı zayıf esmer karakaşlı kara üzüm
gözlü, bir güzeller güzeli genç kız elinde testi bekler görünce. Yine hayretler
içinde.
-Bugün
bu kaçıncı hayret edişim bende unuttum!
Diye
söylenirken genç kız kendisini hayretler içinde baktığını görünce
-
Sende kimsin? Burada ne arıyorsun?
İçinden
bu bugün sorduğum kaçıncı soru diye geçirirken genç kız
-Benim
ismim nefise, sizi biraz önce kendi kendinize konuşur iken gördüm ve sizi
izliyordum!
İnsan
şaşkın bir ses tonu ile