Burnunun dikine gidiyordu.
Ayağı bir taşa çakıldı, sendeledi.
Öfkeyle taşa baktı, bildiğimiz taştı.
Durdu, düşündü, “şu taşı alsam mı ki! ” diye
…
İnce eleyip sık dokumaya,
Son verip taşı aldı.
Artık bir taşı vardı,
Üşenmeyi bırakıp yıkadı çeşmede…
…
Taş yıkadıkça güzelleşti,
Temizlendikçe şeffaflaştı.
“Niye yıkadım ki! ” diye
Sordu kendi kendine…
…
Tuhaf sorulara meraklıydı,
İnsan kendi kendine sormalıydı.
Kendine bazı şeyleri danışmalıydı.
Tavrını, ölçüleri özüne vurmalıydı.
…
Bulduğu sırdan bir taştı,
Meraklandı, parka uzandı ayakları
Elinin sıcaklığı taşa geçmişti,
Taşa kendinden bir şeyler eklenmişti.
…
“Acaba? ” diye düşündü.
“Atsam mı ki? ” içindeki ses “yooo..” dedi.
Kendisiyle, ailesiyle, çevresiyle,
Kasabasıyla, ülkesiyle barışık biriydi.
…
Bir kenara oturup gelen gidenleri seyretti.
Bu taş bir işe yaramalıydı.
Güler yüzlü bir babanın,
Hayırdualı, bir annenin yakınında…
…
Rüzgârla boynu bükük bir çiçeğe destek,
Bir okula, bir camiye, bir konağa…
Bir kaldırma, bir duvara…
Yarayabilirdi.
…
Yıkılmış bir medrese duvarında,
Sılayı özlemiş bir Mehmetçiğin siperinde,
Hatırı sayılır bir ustanın ellerinde,
Vazife görmüş olamaz mıydı?
…
İnsan aklı da bir taşa benzemiyor muydu?
İyiye de, kötüye de yönelebiliyordu.
“Sahi, bu taşı ne yapmalı? ”
Bir gülün ayaklarına dayadı.
...
Bu taş yerini bulmalı…
Bir çivi çakmaya…
Bir aracın tekeri önüne yarayabilirdi.
Kalktı, ardına bakmadan yürüdü.
…
KM - 240405