Dün
gece sizi yukarıdan seyrettim, televizyon kuruluşunun frekanslarından yansıyan gözyaşlarınızın
buharı buraya da ulaştı. Mısır’daki
olaylarda ölen bir babanın kızı Esma’ya yazdığı mektup okunurken, için için
ağladınız.
Biliyorum sizde bir babasınız…
Şu anda evlatlarınızla birliktesiniz. Onların bayramlarda
“Nasılsın baba?” deyişleriyle mutlu olursunuz… Oğullarınız, “Baba işlerimizi
büyütüyoruz, yeni gemiler yolda…” sözlerini belki de gururla işitiyorsunuzdur.
Biliyor musunuz, babam artık benim
sözlerimi işitemeyecek! Eskiden konuştuklarım kulaklarında çınlasa bile hep
yüreği sızlayacak, yorulan kalbi benim yokluğuma nasıl dayanacak, bilemiyorum…
Beni her sabah bin bir güçlükle uyandırıp “Oğlum okuluna geç kalacaksın…” ve
uyandığımda da annemle birlikte; “Oğlum kahvaltı yapmadan sakın çıkma!”
sözlerini artık söyleyemeyecekler!
Benim içinde ağlar mısınız, başbakanım?
Gökyüzünden aşağıya baktığımda dünya gerçekten içinden
çıkılmaz bir halde gördüm. Emperyalist ülkelerinin oyununa gelen Müslümanlar
birbirlerini katlediyor! İnsanların çıkarları
için yapamayacakları kötülük yok! Para insanları esir almış, bir nevi kendine
köle yapmış! Ve ülkeler zayıf bulduğunu bir vampirin kan emmesi gibi sömürüyor.
İşte bunca derdin arasında sizin
gözyaşlarınızı gördüm. O gözyaşlarınız
arasında Mısır’da öldürülen Esma’ya üzüldünüz. Onu kendi kızınız yerine
koydunuz ve onun yokluğunu kendi kızınız ile özdeştirdiniz de yüreğiniz bu
empatiyi kaldıramadı ve gözyaşlarınız sonunda sel oldu… Üzülmeyin,
Başbakanlarda ağlar… Bakınız, Allah’ın huzuruna geldiğimden beri ailemin
ağlamaktan gözyaşının damarları kuruduğunu hissediyorum…
Kur’an’ın Hucurat Suresi’nin 11. Ayetinde Allah, “… Bir
topluluk başka bir toplulukla alay etmesin. Alay ettikleri kendilerinden
hayırlı olabilir. Birbirinize kötü lakaplar yakıştırmayın…” demesine rağmen,
bir İmam Hatipli olarak bana “Çapulcu ve Kemirgenler” yakıştırmasını keşke
yapmasaydınız.
‘Övdüğünüz, ödül verdiğiniz ve destan yazdılar’ dediğiniz
emrinizdeki polislerden bazıları ellerine geçirdikleri sopalar ve vurdukları
tekmelerle geleceğe umutla bakan, bilgileri doldurduğum ve ülkem için
harcayacağım beynimi dağıttılar. Kaç kişi olduğunu bilemediğim gözü dönmüşlerin
arasından nasıl sıyrıldığımı ve kendimi hastaneye nasıl attığımı bilemedim. Yaşama
tutunmak istedim ama olmadı. Annem ve
babamın başucumda günlerce gözyaşı içinde umutlu bekleyişlerini gördüm. Onları
sevindirmek isterdim ama gücüm yetmedi. Bir düşünsenize başbakanım, oğlunuz bir
köşede kendini bilmezlerce tekmelendiğini, ellerindeki sopalarla vücudunun
paramparça edildiğini ve annesinin sütüyle beslenmiş kanın beyninden
fışkırdığını ve bir gün solgun bir benizdeki gözlerin hayatı terk edişini… Allah korusun hayali bile ne kadar kötü değil
mi? Biliyorum sizde babasınız, baba! Bu
satırları okuyan hangi baba ağlamaz ki?
Benim içinde ağlar mısınız, başbakanım?
Öylesine güzel hayallerim vardı ki, anlatamam! Okulumu
bitirdiğimde, iş bulmanın biraz zor olduğu ülkemde, geleceğim hayallerimdi. Belki de sokaklarda ki
isyanım bunaydı. Babamın beni zor bütçesi ile okutmasının zorluğunaydı isyanım!
Gençtik… Sokaklarda derdimizi anlatırken polisin hemen biber gazı sıkmasınaydı
isyanımız! Kimse bizleri anlamak
istemedi… Dinlemedi… “Bu da onların demokratik hakkıdır” demediler! Bizlere hep
terörist gözüyle baktılar. Sapla samanı ayırmadan tekme-tokat girişip, bir
böcek gibi biber gazıyla boğarak geleceğimizi karartıp, gençliğimizi elimizden
aldılar!
Şimdi ağabeyim bensiz odamızda kim bilir nasıldır? Onunla
kim tavla oynayıp, şakalaşacak, o şimdi derdini kime açacak? Biliyorum o da
annemler gibi bir köşede kanadı kırık ve hayattan kopuktur. Özledim onları
başbakanım, çok özledim!
Ağlayın başbakanım ağlayın! İnsan ağladıkça açılır ve
gerçek duygularıyla baş başa kalırmış. Ağladıkça yaptıklarıyla yüzleşirmiş…
Esra’nın babasının mektubuna ağladığınız gibi, benim içinde ağlar mısınız?
Ertuğrul Erdoğan
Ağustos 2013/Bursa