Üzgünüm, kalem. Seninle olan dostluğumuz hüsrana uğradı sonunda. Ortak sesimizi duyurmak içindi her şey; sanırım, yanıldım. Aslında ilk sinyalleri aldığım çok oldu ve çok kere de fırlattım seni bir kenara; ne çare ki bir şekilde buluştuk ara ara; zor olsa da. Evet, zor diyorum, zira bir ümit saklıydı içimde, bize dair. İsyanımı, hüznümü çağrıştırırken kelimeler, oldukça erozyona uğradım, uğradık. Övgü değildi başlarda istediğim, ama bir de baktım ki; suskunluk da bir çeşit tepkiymiş: Bilmez miyim? Öyle ki; sessiz bir filmde oynayan bir figüran gibi hissettim kendimi, gerçi, hala da değişen fazla bir şey yok. Ne yazık ki film sona erdi. Ve ben Charlie Chaplin gibi, şapkam başımda, elimde bastonum (yani sen) arka kapıya yöneldim, çıkmak üzere. Film zaten sessiz, eh, ben de görünmez olduğuma göre, muhabbeti kısa kesmek lazım, ki unutalım gitsin ve daha fazla sıkılmasınlar. Merak etme, ben unutulmaya da unutmaya da alışığım. Az mı unuttum, az mı unutuldum ve az mı terk edip gittim. Hele ki, bu terk edişimden bir önceki hala içimi sızlatır. Hoş, o da ayrı bir mevzu; unut gitsin.


Sen de kırılgansın değil mi… Merak etme, seni kitaplığımın en güzel köşesine koyacağım. Beyaz sayfalar da ilk günkü masumiyetiyle kalacak; kimin gibi dersin… Ne kâğıtlar kirlenecek, ne de görüntü kirliliği olacak artık, öyle ya, biz çok geldik buralara. Bize gelene kadar, daha ne cicili bicili kalemler ve onların sahipleri var.


Merak etme, öksüz bırakmam seni, bir iki arkadaş daha koyarım yanına, ince bir kitabı da yastık niyetine kullanırsın.


Bana gelince: İnan, bilmiyorum. Elbet yapacak bir şeyler bulurum. Biraz da yapıştırıcı alır, kırıklarımı yapıştırırım. Gerçi, önce onları bir bulmak lazım, artık neredeyse…


Son bir itiraf daha sana, sevgili kalem: Hayatımın uzun bir süresinin geçtiği hani o mekânımız var ya: O da çok gerilerde kaldı artık, her ne kadar düşüncesi zihnime ziyarete gelse de zaman zaman.


Ne umacaksın ki, bu sefil dünyada. Kimi kendini Kaf dağında görürken, burunlarının ucunu görmüyorlar!


Herkes duygularını bir şekilde şekillendirirken, bir toz bulutu sarıyor etrafı. Yoksa, her şey kelimelere mi takılıp kalıyor…


Ve şu güven duygusu: Güvenmek göründüğü çok mu kolay; yoksa korktuğum gibi çok mu zor: Bu da irdeleyeceğimiz konulardan biriydi oysa.


Suç, hep sende. Ben sakin sakin yaşayıp giderken, ne gerek vardı ki, hayatı bu kadar sorgulayıp, irdelemeye…


Merak etme, ara sıra hesap kitap yapmak için alırım seni elime; artık, neyin hesabını yapacaksak bu saatten sonra: Ortada hesap kitap da kalmadı zaten.


Hiç afra tafra yapma; yoksa sobada yanar gidersin; hoş artık soba diye bir mefhum da kalmadı ki. Aslında hiçbir şey kalmadı maziye dair.


Bu kadar yeter. Ağzımdan laf alamazsın bundan sonra.


Şimdilik hoşça kal…



NOT:Günler belki de haftalar evvel; bir serzeniş ti benimki; belki bir iç hesaplaşma...


          Lakin, tünelin o kadar da karanlık olmadığını anladım; öyle ya ümitleri tüketmemeli...


          Hala güneş doğmaya devam ederken ve gece bile aydınlıkken, yıldızların ışığında; hiç bir şey için geç değil. 


          Daha çok yol var yürüyecek: Ne demişler: Kırk millik bir yol ilk adımla başlar...


          Görüşmek üzere...

       

 

 

( Hoşça Kal, Sevgili Kalem... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 23.08.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.