Sessiz kalmak, daha
doğrusu ani ve bilinçsiz tepki vermemek. Suskunluğumu korumak idi hep bana
öğütlenen. Ya da ön görülen ve hep gözlemlediğim bir tutum diyelim. Disiplin
odaklı bir yaşam tarzı, bir o kadar tutucu zihniyetler ve ek olarak
öğrencilerinden beklentisi maksimum düzeyde olan eğitimcilerin görev aldığı bir
eğitim camiası. Sonuç itibariyle insan ister istemez kanıksıyor tüm bunları.
Hele ki ilk gençlik yılları, gelişim psikolojisinin de ön gördüğü üzere, ayrı
bir gösterge sizi etkileyen.
İmajım, takdir görmek
bir yana, kişiliğimin saygınlığını korumak adına şekillendi. Genel kabul görmüş
kurallar; şimdilerde çoktan zaman aşımına uğrayıp yok oldu. İki arada bir
derede kalmak bu olsa gerek…
Kamufle ettiğim hiçbir yönümün
olmaması itibariyle, kartlarımı her daim açık oynadım. Büyük hata! Hele ki, ilk
gençlik yıllarında bunun cezası oldukça ağır oldu.
Güven duygusunun
verdiği rahatlama, anladım ki; yanlış bir algı imiş. Hele ki, genele mal etmek
bu duyguyu; hayatımın hatası oldu. Ne var ki, bana öğretilen bu idi. Ve bunu
bertaraf etmek çok zamanımı aldı.
Belli bir saatten sonra
değişmek acı veriyor insana. Aslında pek becerdiğim de söylenemez. Peki, bu bir
itiraf mı: Hayır, asla. Değişmek gibi bir kaygım olmadı hiçbir zaman. Öte
yandan, insanların nasıl bir mutasyona uğradıklarını da çözebilmiş değilim.
Zaman içinde yaşanan olumsuzlukların, insanı törpülediği bir gerçek ve umutlar
az da olsa kayboluyor ne var ki; yüzde yüz değiştiğimi söyleyemem. Yoksa
kendime olan saygımı kaybetmek olurdu, elime geçen.
Psikolojiye merak
sardığım yıllardan itibaren; irdelemeyi, sorgulamayı hep sevmişimdir. Yalnız,
başarılı olup olmadığım konusunda hep çekincelerim olmuştur. Zira somut
göstergeler yok bu bilim dalında. Belli tanımlamalar, kabul gören teoriler,
ekoller haricinde iyi bir de gözlemci olmak gereken. Yani kabaca insan sarrafı
olmalı. Lakin kamuflaj tekniğini sergileyen insanların olması büyük bir handikap.
Velhasıl, sonuç müphem…
Hele ki zaman zaman
detaylara girmek oldukça yorucu bir eylem.
Aslında var olan tek
bir gerçek var: İnsanın kendini koruma içgüdüsünün baskın olması. Bunu adına da
kendinden taviz veren sayısız emsal var. Üstünlük kurma gayesi öylesine baskın
ki, bazen ortalığı yıkıp geçiyor çoğu insan. Tabii ki, ek olarak onun güdümünde
olan sayısız takipçi söz konusu. Kolaysa baş edin…
Esas itibariyle;
varılması gereken nokta şu ki: Hayatı fazla ciddiye almamak lazım, zira çok ama
çok yıpratıcı. Ve tabii ki, herkesi olduğu gibi kabullenmek de ikinci madde.
Toplumla barışık olmanın sırrı da burada gizli.
‘’Yalnızlık’’ ise, bize
ön görülen bir seçenek sadece. Kimine göre iyi, kimine göre de yaşanan bir
fiyasko.
Bazı seçimlerimize muktedir
olsak da, elimizde olmayan nedenlerden dolayı mecbur bırakıldığımız nice durum
var. Ve bu akıl karışıklığının tek derman: Kader ve inanç.
Bazı şeyleri ne kadar
zorlarsak zorlayalım, nihayetinde her şey olacağına varıyor. Aklımızın
almadığı, tahmin bile edemediğimiz sayısız örnekle dolu her birimizin hayatı.
Bize sunulanlar ve
tabii ki kabul edilmesi gereken gerçekler.
Sanırım; ipleri
gevşetip, az da olsa bırakmalıyız dizginleri. Kendimizi zamana ve hayatın
şelalesine bırakıp, akıp gitmeliyiz. O kadar zor da değil bunu gerçekleştirmek.
Bilmediğimiz, bilme ihtimalimizin bile olmadığı yaşanmışlıklar ya da
yaşanmamışlıklar zaten bir noktadan sonra kontrolümüzden ve görüş alanımızdan
çıkmakta.
İnsan çok şeye muktedir
olabilir ama bizim dışımızda gelişen bu durumlara hazırlıklı olmalıyız. Zaten
senaryo çoktan tasarlanıp, hayata geçmiş değil mi… Bize de bunun keyfini
çıkarmak düşsün o zaman. Olayları, yaşanacakları daha heyecanlı ve kabul edilebilir
düzeye getirmek sadece bizim elimizde.
Her yeni günü yeni bir
macera gibi görüp, yaşamanın tadına varalım…