Bir yere kadar;
suskunluk da bir yere kadar…
En büyük tepkinin
‘’tepkisizlik’’ olduğu gerçeğini kabullenmiş ne çok insan var oysa. Hedeftekine
yoğunlaşırken hiç mi düşünmezler gözden çıkarmanın ne denli yıkıcı olduğunu.
Tam tersi de olası,
diğer yandan: Kırıcı, yıkıcı, can acıtıcı tavır ve tutumlarıyla zedelemek öyle
mümkün ki.
Yeter ki hedefe
odaklanın ve o doğrultuda ilerleyin. Üstelik haklıymış haksızmış, ne önemi var.
Somut, geçerli bir sebep yokken ortada, ne kolaydır gerçek dışı söylemlerle
ahkâm kesmek. Hele ki, bu anlamsız ve gerçek dışı söylemleri dindirici bir
eylemde bulunamamak fazlasıyla can sıkıcı.
Bir takım afakî
diyaloglar, kaynağı belirsiz ve sebepsiz olmak koşuluyla ve gerekçesi olmayan
tutumlarla üstünlüklerini çoktan kanıtlamışlardır mağdur bihaberken olanlardan.
Bir tarafta yaylım
ateşi devam ederken, diğer tarafta kısıtlı imkânları hatta imkânsızlıklarıyla
siperine sığınmış bir savaşçı. Skor ise baştan belli.
Bazen bir ölüm
sessizliği hüküm sürerken, ufak bir kıpırtı, küçücük bir işaret bile yeterli
olabilmektedir.
Neticede, körelir tüm
duygular; nefret bile körelir. Duyarsız bir yürek ise en kötüsüdür; hiçbir şey hissedemezken
insan, feragat edersiniz çoğu şeyden: Bazen bir dost, sevip kıymet verdiğiniz
her kimse hatta her ne ise, kayıp gider avucunuzdan. Kaderin savurduğu
benliğiniz, bir yaprak gibi oradan oraya sürüklenir rüzgârın eşliğinde.
Gelinen noktada çoktan
yitip gitmiştir kıymet verdikleriniz. Terk etmek ya da elinin tersiyle itip
görmezden gelmek: Çareler tükenmez ama bellidir seçenekler.
Üzerinizden tonlarca
ağırlıkta bir kamyon geçmişçesine, ayağa kalkmak zor gelir. Nefret bile edemezken,
susup, sessizce beklemektir tek çare, neyi beklediğini bilmeden.
Kalan üç beş umut
kırıntısı nereye kadar idare edebilir ki…
Oysa tek gereken ilahi
bir mucizedir, sadece bir mucize: Zamanı belirsiz, nereden geleceği görüş
alanında olmayan bir mucize…