İyisi ile kötüsü ile doğrusuyla yanlışıyla… Bir yandan yürüyoruz, bir yandan yakalamaya çalışıyoruz hayat denen süreci ve bir yandan da mutlu olmak için çabalıyoruz. Mutluluk herkesin hakkı ama herkesin harcı da değil ne yazık ki.

 

Girift bir bulmacanın içersindeyiz mütemadiyen. Kendimizi sık sık sorgulama ihtiyacı hissetmeksizin, kolaylıkla hükme varıp vazgeçebiliyoruz da çoğu şeyden ya da çoğu kimseden, bir çırpıda gözden çıkarabiliyoruz. Bir anda, yargılayabilip son noktayı da koyabiliyoruz.

 

Bazen bir virgül ama asla bir soru işareti değil koyduğumuz. Zira sorulara yer yok hafızamızda. Son noktayla rahatlıkla süreci lehimize çevirmek öylesine mümkün ki.

 

Ve genellikle mantığımız bizi yönlendiriyor; canını sevdiğimin mantığı ama canımıza da okuyor bir yandan, mantık denen bu bilinmez.

 

Ya duygularımız…

 

Duygularımız ise, hep bir vasıta olarak kullandığımız yardımcı bir öğe aslında. Ama herkes de böyle olacak diye kaide bulunmamakta.

 

Bu güne değin, duygularının esaretinde ve yönlendirmesinde olan biri olarak ne yazık ki hep kaybettim.

 

Ahvalim mantık süzgecinden geçirirken yaşananları, yaşanmışlıkları ve yaşanması muhtemel olanları, kaybeden taraf olmaktan kaçamadım. Net bir insan görünümünde olan nice insan var oysa farklı bir kalıpla hayatını idame ettiren.

 

Çok isterdim, karşımdakinin ağzından çıkanlarla, yüreğinden geçenlerin farklı olup olmadığını bilmek. Keza içimden geçenleri anında dile getirdim; anında olmasa bile akabinde…

 

Ve sonuç: Öylesine güzel koz veriyorsunuz ki karşınızdakinin eline, hadi bakalım, çık işin içinden…

 

Ruhuma örten o şeffaf tül öylesine güzel yansıttı ki iç dünyamı. Saklayacak bir şeyim yoktu çünkü ya da gerek bile duymadım gizlemeye, gizlenmeye.

 

Tamam; net, yalın, açık olmak idi tüm suçum, hala da öyle keza. Kısaca hep açık oynadım kartlarımı. Asla da hile yapmadım. Ne büyük yanılgı…

 

Ve eninde sonunda anladım ki; asıl suçlu olan benmişim.

 

İnsan olarak, sahip olduğum ne kadar değer varsa hep paylaştım, adeta altın bir tepsi içinde yansıttım ve sundum.

 

Haklının yanında yer aldım, mağdurun yanında yer aldım; gel gör ki, bu sefer de haksız duruma düşen ben olmuşum farkına varmaksızın hem de. Suçum ne miydi: Gerçekleri sunup savunmam şahsıma ait, çevreme ait. Ve ne yazık ki, yalnız kalmakla ödüllendirildim.

 

Bir insan aynı anda büyük bir huşu içinde sevip, korkabilir mi…

 

Evet, bu gücü bize bahşeden Yaradan’ı sevip, O’ndan korkmak işin aslı. Ve hepimiz bu İlahi Aşk ile yanıp kavrulmuyor muyuz. En azından (ümit ederim ki) çoğumuz, O’nun kudreti, bizi bağışlayan, kollayan, esirgeyen varlığı ile gönülden inanıyoruz O’na.

 

Bu duygunun eşliğinde de hep şeffaf olma ihtiyacı hissettim insanlara karşı. Madem gizlim saklım yok, neden korkabilirdim ki…

 

Sonuç itibariyle; olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak kıstas alınmışsa, bir hata olmamalıydı bu yaptığımda.

 

Duygular da karıştı mı işin içine, mantığım hep ama hep arka planda kaldı. Özellikle, hayat içindeki arayışlarım, insana dair tutumum hep bu istikamette oldu. Benimki, kendimi arayış serüvenim oldu mütemadiyen… Hayata duyduğum aşk, dosta dair hissettiğim vefa, seçimlerim hep duygularımın sesiyle yön buldu.

 

Beynimin asıl işlevi, bilgi depolamak, algıda seçicilik ve hayatımı idame ettirmek adınaydı.

 

Geç oldu ama sonunda anladım ki; gerçek hayatta duygu diye bir mefhuma asla yer yokmuş. Ya görünenler; çoğu aslından öylesine farklı ki…

 

Çok yazık, bu sitem tamamen kendime yönelik. Zira herkesin iç dünyası kendine özel ve buna da saygım sonsuz.

 

Ne yazık ki; standart bir yapım olmadı ömrüm boyunca: Kurallara riayet etmenin dışında…

 

Aslında değişmek, benzemek istemedim. Ama buraya kadarmış. Görmekteyim ki; değişim zamanı geldi de geçiyor bile. Yapmam gerekeni biliyorum, zor olsa da mecburum.

 

Mantığımı devreye sokup, öldüreceğim tüm duygularımı: Ne merhamet, ne vefa, ne de pembe hayaller. Hatta beklentilerimi bile sıfırladım.

 

Duyarsız olmanın zamanı çoktan geldi. Benzemek zorundayım, prototip olmak son ve tek seçeneğim.

 

Her durumda da iyi oynamalıyım, bana düşen rolü. Ağzımın iyi laf yapması lazım diğer yandan. Biraz süslü püslü olmalı ağzımdan çıkanlar. İçimden gelsin ya da gelmesin…

 

Kişiye ve duruma uygun davranmak da işin raconu. Sevsem de sevmesem de. Görünürde herkes can ciğer kuzu sarması. Eh, benim ne farkım var onlardan. Biraz girişken, asla somurtmayan ve sevimli görünmeliyim. Katı, duyarsız ve sevecen.

 

Atacağım en yakın çöp kutusuna, tüm hayallerimi. Mutlu görünmeyi de ihmal etmemeliyim. Mutsuzluk insanların mutlu olmasında öyle etkin ki. Hüzün yasak, gözyaşı akıtmamalıyım, hele üzülüp dertlenmek mi: Kim için, ne için…

 

Sanırım değerlerimi de değiştirmenin zamanıdır. Hakkaniyet, dürüstlük ne ki…

 

Ve oynamalıyım ben de benimle oynayanlarla. Karda yürüyüp izini belli etmeyenlere de bravo doğrusu.

 

Mükemmel, güzel, mutlu kisvesi altında yaşayanlardan olmalıyım.

 

Varsın cayır cayır yanayım cehennemde: Umurumda bile değil. En azından yalnız kalmam alevlerin içinde. Dünya denen bu düzenekte, madem duygulara yer yok, varsın; kabir azabı çekeyim.

 

İyiye kötü diyeceğim, görmezden geleceğim tüm yanlışları, haksızlıkları. Ve bin bir gülücükle, en güzel iltifatlarla ihya edeceğim dost geçinenleri.

 

Ve kusurlar mı… Kimin kusuru var ki benim de olsun. Ne derler sonra…

 

Ya görsellik: Ne yazık ki, günümüz dünyasında inanılmaz ehemmiyeti var. Bilen bilir, bilmeyenlere de eyvallah.

 

Artık mantık devrede, duygular tamamen devre dışı.

 

Değişim zamanı.

 

Yaşasın mantık, duygulara ölüm…

 

 

 

( Yaşasın Mantık Duygulara Ölüm... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 17.12.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.