Ne isimler ne de
şahıslar…
Ne ön yargılar ne de
sebepsiz ithamlar…
Ne sarf edilen cümleler
ne de altında yatında gerçek mana…
Ne takdir ne de
eleştiri…
Ne sitem ne de
samimiyet…
İkilem dolu her şey,
her yer ve herkes…
Hassasiyet ön planda,
iyi niyet de cabası. Ne güzel de aldanıyor insan sonuç itibariyle.
Önceleri kar beyazdı
dünya; herkes ve her yer pür-ü paktı. Ve derken yıllar yılları kovaladı. Derken
güneş doğmaz oldu. Karardı gök, karardı yeryüzü…
Bazı kavramlar öylesine
iç içe geçip, karıştırılıyor ki birbiriyle; bunu anlamak neredeyse imkânsız.
Medeniyet, yaşadığımız
dünyanın genel kabul görmüş kuralları çerçevesinde, birbirimize nezaket,
anlayış göstermemiz gerektiğini savunan çok önemli bir olgu. Ama bu da demek
değil ki; gerçeği kamufle edip, alaycı bir üslupla yaklaşım sergileyelim. Yer
değiştiren kelimeler, vurgulamalar sonucu size sunulanı kabul ediyorsunuz,
karşınızdakini siz gibi sanarak. Ve işte tam da bu noktada, durum yön
değiştiriyor, roller de değişiyor akabinde üstelik.
Medeniyet çerçevesinde,
anlayış, samimiyet de devreye girdi mi; farkında olmaksızın bir hortuma dâhil
oluyorsunuz. İyi niyetinizden dolayı suçlusunuz. Gerçekler o kadar saklı ki, gerçekle
gerçek gibi gösterileni ayırt etmek olası değil.
Sözler bıçak gibi,
tutumlar anlaşılmaz… Hangi yönden nasıl bir atak geliştirileceğini tahmin etmek
ise tamamen imkânsız. Donanımlı da değilsiniz üstelik, ekipman sıfır, strateji
diye bir mefhum asla mevzu bahis değil, öte yandan.
Ortada sebep bile yok.
Sebep aramaya hacet de yok ki… Suçunuz benzememek başkalarına, suçunuz iyi
niyet, suçunuz azim ve suçunuz korumak değerlerinizi, tüm öğretileri benimsemiş
olmak. Hani şu çoktan tedavülden kalkmış olan değerler: İnsanlık gibi, ahlak
gibi, tevazu gibi, edep gibi.
Belki çoğunluğun gülüp
geçtiği, belki umursamadığı, belki de yoktan saydığı. Ama en önemlisi bu
değerlere sahip olmadığı halde, sahip olmuşçasına yalanların arkasına
sığınması.
Suçlusunuz hem de çok…
Boşuna çırpınmayın ve beklemeyin kendiniz gibilerle karşılaşma ihtimalini. Yok
ki… Üstelik kimseye bir şey ispatlamak zorunda da değilsiniz. Siz ve yakın
çevreniz, en önemlisi de Yaradan bildikten sonra gerçekleri, ne önemi var ki…
Zira sizin tek
muhatabınız vicdanınız ve benzememek, benzemek zorunda olduğunuzu düşünenlere.
Ve sonuç…
Bırakınız, savunmaya
devam edin değerlerinizi, savunun ilkelerinizi. Prensip sahibi olmak suç değil
ki…
Ve bakın etrafınıza.
Sayısız insanla dolu dünya. Ya sizin dünyanız…Yalnızlık hissi ağır basabilir, o
kadar normal ki bu duygu. Siz kendi kendinize yettikten, bırakınız
etrafınızdaki sessiz ya sesli kalabalığı.
Bir noktadan sonra,
hepimiz yalnız değil miyiz. Üstelik yalnız olmak ne suç ne de günah ne de
acizlik.
Göstermelik tutum ve
davranışlarla yapay ve yanlışlarla dolu bir dünya kurmaktansa, kendi doğal,
içten, samimi dünyanızda yalnız olun.
Birilerine benzemek ve
onların yanlışlarla dolu yolunda yürümek yerine barışık yaşayın vicdanınızla.
Siz kendinizle,
doğrularınızla barışık olduktan sonra, kim ne derse desin…