-         Gel bir çorba içelim

-         Ne çorbası?

-         Ben mercimek tercih ediyorum ama seni bilmem. Tavuk var sanırım, işkembe var.

-         Ne diyorsun sen ya?

-         Kahvaltı etmedim de şu karşı ki tesiste bir çorba içeceğim, yanıma arkadaş olur musun demeye çalışıyorum.

-         Ben kahvaltı ettim.

-         Ama benim sorumun cevabı bu değil ki. Bak soruyu tekrar hatırlatıyorum, benimle çorba içmeye gelir misin?

-         Sabah sabah kafa ütülemekte üzerine yok.

-         Doğrudur, ben bir tekstil atölyesinde son ütücülükte yapmıştım.

-         Espri mi bu şimdi Allah aşkına? Espri değil hakikat. Ben anadan doğma muhasebeci değilim ki kardeşim. Şimdi sen onu bunu bırak da soruma cevap ver.

-         Dedim ya ben kahvaltı yaptım.

-         Beni yalnız bırakacaksın yani?

-         Durum onu gösteriyor.

-         Haydi haydi, sana da bir çay söylerim.

-         İstersen onu da söyleme.

-         Yok, canım onu söylerim artık.

-         Tamam, ama biraz bekleteceğim seni.

-         Neden?

-         Bir faks bekliyorum da müşteriden.

-         Faks mı? Vay be…

-         Ne oldu, neden şaşırdın?

-         Yıl olmuş 2014, hala faks bekleyen adam var demek ki ya.

-         Geç dalganı geç, nasıl olsa ses çıkarmıyorum.

-         Ya bu devirde faks mı beklenir be ağabey? Elektronik posta beklenir, kısa mesaj beklenir. Faks nedir ağabey? Oldu olacak telgraf bekle de tam olsun.

-         Arkadaşım ben faks bekliyorum. Adam kimlik fotokopisini nasıl elektronik posta olarak göndersin? Hem nesi varmış faksın? Sanki kendisi çok teknolojik bir yerde yaşıyor da, teknolojik eylemler bekliyor benden. Şu trafiğin, şu yolların haline bak öyle teknolojiden dem vur bana.

-         Ya şimdi bırak laf kalabalığı yapmayı, sen teknolojiye karşı biraz umursamazsın. İlgini mi çekmiyor nedir artık?

-         Hayır, hiç de öyle değilim. Bak bu ilçede ilk bilgisayarı ben aldım.

-         Evet, ağabey, ilk bilgisayarı sen aldın ve hala o ilk bilgisayarı kullanıyorsun değil mi? Ağabey onun üzerine kaç tane işletim sistemi çıktı piyasaya biliyor musun sen?

-         Ne yani yenisi çıktı diye illaki almak mı lazım?

-         Şimdi ağabey, bu durum öyle değil. Teknoloji öyle bir şey ki yenisi çıktığı için değiştirilmez. İhtiyacı eskisi karşılamadığı için yenisi çıkar. Senin bilgisayarın hard disk kapasitesi ne mesela?

-         Hard disk mi? Bilmem.

-         Tamam, ağabey ben hiçbir şey demiyorum. Dava düşmüştür.

-         Ne davası?

-         Tartışma bitmiştir demek istiyorum. Hakikaten teknolojiyi çok yakından takip ediyorsun. Hatta seninki takip sayılmaz, sen teknolojiyi geçmişsin.

-         Gül sen gül, ben her zaman teknolojiyi yakından takip etmişimdir sen ne dersen de.

-         Ya ağabey, inatlaşmak istemiyorum ama bir tane örnek göster.

-         Ne bir örneği? Bak burada ilk elektronik posta adresi alıp kartvizitine bastıran benimdir be.

-         Evet ağabey, tüm ilkler sende anladık. Ama takip etmek lazım işte, bak mesela cep telefonun.

-         Ne olmuş cep telefonuma?

-         Ağabey tuşlu telefon mu kaldı Allah aşkına?

-         Ya ben dokunmalı telefon sevmiyorum arkadaş.

-         Dokunmalı mı? Yok ellemeli.

-         Ne gülüyorsun ya? Sabah sabah eğlence çıktı sana ha, bak kızmaya başlıyorum.

-         Yok ağabey, beni yanlış anlama. Ona dokunmatik denir de o yüzden?

-         Ha dokunmatik, ha dokunmalı ne fark eder. Hem dokunmalı daha Türkçe bence.

-         Ağabey mevzu dokunmatikliğinde değil zaten.

-         Mevzu neymiş?

-         Mevzu işletim sistemlerinde ağabey…

-         Ne işletim sistemi? Cep telefonlarında da mı işletim sistemi oluyor?

-         Ağabey bunu küçük bilgisayar olarak düşün, yani arama yapabilen bir bilgisayar olarak. Bilgisayarda yaptığın her işi cep telefonundan da yapabiliyorsun.

-         Hadi ya, olur mu öyle şey?

-         Ya ağabey bu konu çok geniş bir konu, şimdi belli başlı işletim sistemleri var. Telefon markaları bu işletim sistemlerini kullanıyorlar. İster elektronik posta al, ister elektronik posta gönder, ister sunu hazırla, ister internette sörf yap, ister video izle, ister müzik dinle, ister kitap oku. Yani bilgisayarla ne yapabiliyorsan onu cep telefonuyla da yap.

-         Ya küçücük cep telefonuyla onca işi nasıl yapacaksın? Benin telefonum arasın yeter, bir de arada sırada mesaj gönderiyorum işte.

-         Tamam ağabey, tamam. Seninle daha fazla tartışmayacağım. Nerde kaldı bu meşhur faks, midem sırtıma yapıştı vallahi.

-         Ya sen neden kahvaltı yapmadın ki sabah? Her sabah yapar da gelirdin. Yenge mi rahatsız yoksa?

-         Yok, hanım rahatsız değil şeytan kulağına kurşun.

-         E o zaman?

-         Bu sabah da bir çılgınlık yapayım dedim, kahvaltıyı dışarı da yapayım.

-         Ya bana yalan söyleme, sen kahvaltı yapmadan sokağa çıkmazsın.

-         Senden de bir şey gizlenmiyor ha

-         Gizlenmez tabi, ben adamın ciğerini bilirim.

-         Dedektif gibi adamsın ağabey, yalnızca teknolojiden pek çakmıyorsun o kadar. Eski usul dedektif.

-         Laf mı karıştırıyorsun araya? Özel bir şeyse anlatma tamam, sormaktan vazgeçtim.

-         Yok, ağabey, pek özel sayılmaz. Yani başkası olsa anlatmam tabi, ama sen yabancımız değilsin, ailecek görüşüyoruz. Belki de benim hanım senin hanıma çoktan anlatmıştır.

-         Anlatmışsa bile haberim yok. Ben hanıma en başında tembih etmiştim bana asla dedikodu taşıma diye. Zaten taşısa da ben dinlemem.

-         Helal sana be ağabey.

-         Helal helal de sıkıntı ne?

-         Ağabey sıkıntı tartıştık işte biraz.

-         Yine mi tartıştınız?

-         Seni duyan da her gün tartışıyoruz sanır. Yine mi nasıl bir soru ağabey Allah aşkına?

-         Ya beni yanlış anlama. İkinizde heyecanlı insanlarsınız. Pek kendinizi tutamıyorsunuz. Küçük ve sakin bir konuşma bile büyüyüp şiddetlenebiliyor ben o açıdan dedim.

-         Anladım. Bizim tartışma konumuz her zaman ki gibi ben ağabey. Neymiş çok savruk birisiymişim, para nasıl harcanır bilmiyormuşum, maymun iştahlıymışım, boş yere para harcıyormuşum filan işte. Klasik kadın dırdırı ne olacak?

-         Pek klasik dırdıra benzemiyor ama bu. Nerden bu sonuca varmış sordun mu?

-         Ya ağabey, şu yeni aldığım cep telefonu var ya ona kafayı takmış.

-         Sen yeni cep telefonu mu aldın?

-         Evet, ağabey son çıkanından, hani şu televizyonda reklamları dönüyor ya.

-         Ya sen öbür telefonu yeni almamış mıydın?

-         Yok ya üç ay oldu onu alalı.

-         Üç ay mı? Vay bee, ne kadar da eskiymiş. Yahu garantisi iki sene değil mi bu meretin? Garantisi bitmeden eskir mi bir mal.

-         Ağabey sen anlamıyorsun, teknolojiyi takip etmediğin için.

-         Ya o kadar yakından takip etmeye ne gerek var? Sanki Amerika’da silikon vadisinde yaşıyorsun. Yenge haklı bence, müsriflik bunun başka tanımı yok.

-         Ya sende mi öyle düşünüyorsun ağabey ya?

-         Sen öbür telefonu taksitle almamış mıydın?

-         Evet

-         Kaç taksit yapmıştı kredi kartı?

-         12 ay taksit yaptı.

-         İnsaf be kardeşim, sen kendine hiç acımıyor musun? Daha öbür telefonun taksiti bitmemiş. Bari taksitinin bitmesini bekleseydin.

-         Öyle diyorsun ama bilmiyorsun, bu telefonun özellikleri dünyada tek. Bak üç gün suda beklesin yine de çalışıyor. Üstelik internet hızı kendi emsallerinden beş kat hızlı.

-         Ya internette borsa yönetiyorsun sanki. Hem bildiğim kadarıyla GSM şirketlerinin buradaki internet şebeke seviyesi en düşük olanından.

-         Evet, ama alt yapı en kısa zamanda gelecekmiş.

-         Gelecek miymiş? Kim dedi bunu?

-         Adnan söyledi.

-         Hangi Adnan? Telefoncu Adnan.

-         Ayyaş Selim’in oğlu telefoncu Adnan öyle mi? Tabi tabi o söylemişse kesin gelecektir eminim buna. Lan, o telefonu satmak için her türlü yalanı söyler. Sende buna inandın ha?

-         Ya ağabey ben bu tartışmayı akşam yaptım zaten. Gelmedi mi senin şu faks? Öleceğim açlıktan.

-         Sana müstahaktır kardeşim. Yenge sonuna kadar haklı bence, işte faksta geldi. Sabahtan beri bana teknoloji muhabbeti yapıyor bir de ya. Bu telefonu kaça aldın?

-         Aldım işte bir fiyata, ne yapacaksın?

-         Bak fiyatını da söylemiyor bana, bana neyse. Sanki azarlayacağım seni. Ben sadece tavsiyelerde bulunurum arkadaşın olarak, para senin paran bana ne? Taksitle aldın değil mi bunu da?

-         Evet.

-         Bari bunun taksiti bitmeden başkasını alma. Haydi, gidelim şu çorbacıya, karnını doyur da beynine kan gitsin.

-         Vur ağabey bir de sen vur.

-         Aslında tam dayaklık adamsın biliyor musun?

-         Ya bırak ağabey ya.

-         Bu arada belki teknolojiden anlamıyorum ama en azından evimde huzurum var Hulkiiiii!

( Çorba başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 16.04.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu