İklimsiz düşlerin
sancısı yoğurdu yoğurabildiği kadar. Nihayetinde kıvamıyla ele geldi
biçimlenmiş maya. Ne varsa içinde yozlaşan yansımaların böğründe usul usul
kuytuya çekildi.
Makamsız bir şarkının o
ıssız melodisi depreştirdi depreştirdiği kadar ve bir o kadar eksik notalar
çığırtkan gitarın eş güdümünde.
Hey gidi hey seyrelmiş
bulutlarla flört eden çınar ağacı. Kim bilir kaç âşık öpüştü senin gölgende ve
ıssızlığın en kuytularında. Kuytu yürekler çaldırdılar yine düşlerini. En az
kalplerinin içine düştüğü o çıkmaz gibi koyuverdiler kendilerini aşkın
imgelerine.
Zifiri karanlık bir
nebze de olsa sarıyor kapanmayan yaraları nicedir. Karanlık mı izbe köşelerde
gizli saklı yoksa efkâr mı dağıtmakta o beyaz bulutları.
Pembenin tonları
çiçeklerde nükseden ve beyazın asaleti mis kokulu papatyaların boyunduruğuna
girmiş.
Bir çocuk seyretmekte
yol boyu; hafif aksarken yalpalıyor ve tüm çabası düşmeden evine bir somun
ekmek götürmek. Belli ki kırgın belki de hayıflanmakta benzememek adına
arkadaşlarına. Nasıl da ötelenmiş nasıl da yadsınmakta. Oysaki ne suçu var ne
de günahı. İki santimlik bir fark ile nüksetmiş bu ayırım ve bir ömür boyu
sürüp gidecek.
Geceden kalma bir kadın
baygın bakışlarıyla telaşlı telaşlı arıyor evinin yolunu. Evi olsa bile yüzü
yok kapısını açacak anasının yüzüne bakmaya. Kirlenmiş bedeni ayırt etmiyor
bile ona uzanan elleri ve şehvetli ruhları. Zindanda geçen bir ömür onunki her
gün doğan güneşe rağmen ve bir o kadar temiz yüreği. Kimin umurunda ne de olsa
görünen köy kılavuz istemez. Belli ki hem feleğin sillesini yemiş hem
ahvalinin. Oysa ister miydi nereden akşam orada sabah olsun.
Satılık olan sadece
bedeni değil ki… Tüm düşleri çoktan firar etmiş. Etmese neye yarar ki. Bir kere
damgalanmış. Bir kere ötelenmiş ve örselenmiş.
İşte iki çocuk yöneldi
sokağın en başında. Nerede çöp kutusu görseler bir ganimetmişçesine
mutlanmaktalar. Olsa olsa iki şişe olsa olsa üç beş karton kutu. Kim bilir,
dibinde iki yudum şarap bile başlarını döndürmeye yeter. Bir yandan tiner
çekiyorlar. Belli ki kafaları dumanlı. Gam yüklü iki çocuk. Dert yüklü iki
zavallı. Onlar mı seçti bu uyumsuz ve uygunsuz hayatı. İstemezler miydi; beyaz
yakalı önlükleriyle sınıfın en önündeki sıralarında oturup tebeşir tozuna
bulanmayı. Bulana bulana kederin küf kokulu pisliği ile esaretindeler naylon
hayatların. Var mıdır ki bir sedir üzerinde sızacakları. Var mıdır bir kanepe
kuytusu analarının başını okşadığı.
Bir yandan ıslık
çalıyor rüzgâr bizler kendi öykülerimizde kendi şarkılarımızı mırıldanırken.
Nice âşık esir alınmış
benlikleri ile imkânsızlığın kıskacında aşk acısı çekmekte.
Kalabalık yalnızlıklar
yaşanmakta diğer yanda. Her yer insan dolu gözleri dolu dolu olan ve içine
akıttıkları gözyaşları ile. Ayıp çünkü ağlamak en az âşık olmak kadar. Düşmek
ayıp, dikkat etmeli nasıl da gülerler.
Döngünün devinimi
istediği kadar himayesine alsın kim varsa. Kimse himaye altına girmek istemese
de unutmamalı bir hiyerarşi var gündelik yaşamda. Kocasının himayesine giren
onca kadın belki de eşlerinin himayesinde yaşamayı tercih etmiş onca erkek. As
üst ilişkisi hiyerarşinin bir uzantısı diğer yandan.
Kurumsal hayattan tutun
en küçük sosyal gruplara kadar. Binlerce kural, sayısız yaptırım ve bir o kadar
mutsuz insan ruhunu satılığa çıkarmış: Sahibinden satılıktır; bir akıl ve bir
ruh, kira getirisi yüksek. Tertemiz ve ihtiyaçtan satılık. Karşılığı ne olursa
olsun bir kere gözden çıkarılmış onca yaşam bir o kadar kifayetsiz.
Uymalı düzene yoksa
halimiz harap. Ne yaparız sonra kolladıklarımızla. Ne madalya takıyorlar ne de
onaylıyorlar eğer ki muhalif bir yapınız varsa.
Para, para, para…
Varlığı bir dert yokluğu yara.
İnsan, insan, insan.
Kazanımları bir cepte ne kadar kaybı varsa diğer kefede. Bakın, yine dengesi
kaymış, yine yetileri felce uğramış. Ne varsa mantık dâhilinde sürdürmekte
mücadelesini. Gönlü boş olsa da neye yarar ki. Ne de olsa bütünün ayrılmaz bir
parçası belki de bir joker: Her zaman her yerde hazır ve nazır.
Sızlanmanın ne yeri ne
de sırası. Kafile kafile insan arıyor kaybolmuş ve çalınmış ne varsa: Kimi
kendini kimi aşkını kimi varlığın yokluğunu. Ele elebildiğin kadar ve as
eleğini, çekil kuytu köşene ve asla ses etme. Nefesin dahi duyulmasın.
Susacaksın, susmalısın zira bülbülün çektiği dili belası boş yere sarf edilmedi
insanlığın ilk günlerinden beri. Biraz ketum ve olabildiğince vurdumduymaz ne
de olsa sistemin gidişatı bu yönde.
Ket vurma kendine,
bırak taarruza geçsin istimlâk edilmiş ne kadar duygun varsa. Olabildiğince
naif olabildiğince çekincelerin eşliğinde. Anlık bile olsa depreştirme
bastırılmış güdülerini. Olabildiğince insan, olabildiğince duyarlı.
Sus, sadece sus.
Ve bekle sadece, neyi
beklediğini de bilmeden.
Aç ellerini ve uzat en
uzağa ve bil ki yanında Yaradan. Şüphe etme asla O’nun varlığından.
Şüphe de etme
kendinden. Ne ruhundan ne kalbinden…