Bir nebze de haklı
olmayı bilmek neyi değiştirebilir ki en az önem arz etmenin ya da etmemenin
önem arz etmemesi kadar…
Ne de olsa
biçimlendirip şekilden şekle sokmak harcıdır herkesin.
Gerçek olan şu ki;
istisnasız çoğu insan her şeyi ilgi alanına dâhil etmekte. Yeri geldi mi, hüznü
yeri geldi mi neşeyi yeri geldi mi derinden hissedilen her ne ise ya da görünen
değil görmek istediklerini üstelik. Hele ki deşmek ayrı bir sorumluluk
yüklendikleri.
Sayısız somut örnek
yağmakta oluk oluk ne var ki bunları ifşa etmek ne derece doğru zira çok
uzağımda her ne kadar yakın addedilsem de. Aslolan şu ki; istisnasız ve
kaidesiz herkes sadece ve sadece kendinden müstakil.
Gözlem katsayım
arttıkça acı eşiğinde de doğru orantılı yukarı doğru bir seyir izlemekte
grafik. Ki sadece tek bir kıstas da değil bu, hayatıma dâhil ettiğim. Bu da
demek değil ki sükûnetimi bir ömür boyu muhafaza edeceğim!
Ne bir isyan ne bir
serzeniş ne de öfke. Tek gerçek; tüm gerçeğe bir çırpıda vakıf olmak her ne
kadar sindirmek zor olsa da. Her halükarda ivme hız kesecek diye bir durum da
söz konusu değil. En azından bir müddet sürecek olsa da. Süreç paralel
seyretmek zorunda kazanılan güce bağlı olarak. Güçlü ya da zayıf olmak mı? Kim
ne derece buna vakıf olabilir ki? Gülüp geçmek belki de en doğrusu. Zira kimseyle
bir sözleşmem bulunmamakta. Tek karar merci zaten ilk günden beri elini
üzerimden çekmedi. Bu da her şeye değer üstelik. Sessizliğin ve sessizliğimin
buluştuğu ortak nokta ve bir o kadar tasavvur edemeyecekleri kadar uzağında çok
şey bildiğini sananların…
Zaman zaman öyle bir
noktaya takılmak mümkün ki; ne bir adım ileri gidebiliyorsun ne de geriye dönüp
her şeyi baştan inşa etmek mümkün. Kronometre an itibariyle sıfırlandı. Karar mekanizması
ise kısa süreliğine de olsa devre dışı. Özellikle son on onbeş sene zarfı hep
yaptığım gibi. Zira ani karar vermek hep bir öncelik olmuştur şahsım tarafınca.
Sonucu ister müspet olsun isterse menfi. Zira aşırı kontrollü olmam gözümü
karatmayacağım anlamına gelmedi hiçbir zaman. En şikâyetçi olduğum noktalardan
biri olsa da bir o kadar heyecan verici bir mekanizma zira neyin nasıl
sonuçlanacağı bilgim dâhilinde olmadı hiçbir zaman.
Zaman içinde o kadar
çok şeye maruz kalıyoruz ki. Kim varsa yakınımızda, uzağımızda ve duyup
gördüklerimiz. Okuduğum onca şey hiç tanımadığım insanların zikrettiği. Bazen tek
bir kelime ya da anlık bir duygu bile etki edebilmekte. Zira şekillenen ya da
şekillendirdiğim her ne ise bir şekilde etkisi altında duyumsadıklarımın. Bu da
hassasiyetin getirdiği bir sonuç. Sebep ya da sebepler o kadar da önemli değil
üstelik.
Skalanın neresinde yer
aldığım konusunda asla net bir bilgiye sahip değilim. Nitekim derecelendirme
kurullarını aratmayacak şekilde, kafalarında bariz bir derecelendirme yapmaları
söz konusu tüm gölgelerin. Ne var ki; ekonominin bel kemiği olan ne bir
bankayım ne de bir kamu kuruluşu. Kim ya da ne olduğum ise sadece O’nun
takdirinde ve tekelinde…
Dem vurduğum o grubun
bir üyesi olarak sesleniyorum:
‘’Bakmayın, görün.’’
‘’Duymayın ama
dinleyin.’’
‘’Uyumayın, canlanın ve
düşünmeyi deneyin. Zira akıl sadece sorgulamak için değildir. Mümkün mertebe
kullanmadığınız aklınızı az da olsa harekete geçirin.’’
Biliyorum, farkındayım
da; boşa kürek çektiğimin. Hep de akıntıya kürek çekmedim mi ahir ömrümde…
Mantığımı arka planda
bıraktığım için ayrıca bir o kadar suçluyum. Bilginin, duyguların takibinde
olmak, kişisel gelişimi ön planda tutmak ise işlediğim en büyük suç.
Eğer an itibariyle şu
satırları yazıyorsam biliyorum ki; yine suç işliyorum çoğuna göre. Zira bazılarına
göre vakit kaybı. Farklı bir konumu reddettiğim ve düzenli bir maaşı umursamadığım
için bir o kadar uyumsuzum da.
Ve bir o kadar mecnunum
kalemime hele ki şu son iki yıl zarfında nasıl da sevdalandım yazmaya. Tabii ki;
ek olarak başka hatalarım da var: Samimi bir seyir izlemek, eşitçi yaklaşım,
yalın ve net olmak gibi. Doğruyu söylemek gerekirse boyumun ölçüsünü öyle bir
aldım ki…
İçimde sesini
bastıramadığım o çocuğu da hesaba kattım mı bir o kadar yetim, öksüz ve
yalnızım…
Sayısız kuş tuttum
ağzımla ve yine yaranamadım. Bu sefer de kuşun rengine ve cinsine kusur
buldular. Bir kafes dolusu kuş ve bir o kadar tepkisiz suret ve kimlik.
Bir açılım süreci bu
evre öncesinde aksetmiş diğer evreler gibi. Yalın, içten ve olabildiğince
güzele, güzelliğe meyilli ve odaklı üstelik tıpkı diğer evrelerdeki arayışım
gibi.
Ama koca bir gemiyi
nasıl idare edebilirim ki onca fırtına, hortum ve azgın dalgalar arasında?
Mürettebat ise çoktan firar etti. Ve tayin etmekte zorlandığım şu istikamet…
Rotanın değişmesi an
meselesi zira tüm çaba zayiat vermemek adına. Ama gerçek şu ki; kopmak
istemiyorum kalemimden her ne kadar aramızı bozmaya çalışanlar olsa da.
Ne direkt bir temas
konusu ne de dolaysız bir taarruz ama bir o kadar da bilincindeyim dış mihrakların.
Ne zaman ki gözümü
kararttım çok kişi de mutlu olmuştur. Aynı hatayı yapmam ise an meselesi. Ve ne
yazık ki ne somut bir kanıt ne de net bir gösterge mevcut elimde. Ve varlığını
esirgeyen nicesi.
Değer verdiğim,
önemsediğim her kim ya da her ne ise…
Koşullandığım ve
koşullandırıldığım tüm kıstaslar…
Yanlışlarım ve
doğrularım…
Yâdsınsam bile yadsıyamadığım
nicesi…
Tüm gerçekler gizli
saklı ve sayısız yalan…
İnandığım, inanmak
zorunda olduğum ve vazgeçemediğim, vazgeçemediğimiz onca mefhum…
Her ne kadar inkâr
etsek de sadece ve sadece bir kum zerresiyiz kâinatta…
Kaybolmamak ve
kaybolmamanız ümidimle…