Hoşça kalın ümitler.
Hoşça kal sevdiğim her
ne ise ve her kim.
Anlam arz eden
yankılarım elveda.
Dikenli gül bahçem ve
renk renk o güller size de elveda.
Damga vuran ne varsa
hayatıma birer birer soldu. Hiç solmayacak sandığım onca çiçek, onca duygu ve
sevgiyle yoğurdum tüm insanlar içimde sakladığım, koruyup kolladığım onca
hatıra başında nöbet tuttuğum size de elveda.
Bir bir yıkıldı
duvarlarım ve bir bir terk edildim fütursuzca üstelik. Gözüne soka soka
haykırdım insanların: Ne varsa sevdiğim ellerimle sundum ve göz göre göre ne
çok ihanete uğradım ömür boyu. Ne aşk acısı ne sıradan bir duygu ya da öylesine
bir mefhum. Bile bile yıktılar, bile bile ve büyük bir zevkle. Evet, isyan
ediyorum ama sadece canımı yakanlara. Ne gündelik bir öfke ne de
yadsıyabileceğim basit ve sıradan bir tezahürü yaşadıklarımın. Aslında koca bir
özeti ellerimle dizdiğim o kelimeler alfabeden çaldığım.
İlk sırada çocukluğum
ve mimarı tüm o yakınlarım beni seven ve gözeten. Ve derken aşırı korumacılığı
ile bana kök söktüren onca insan. Ne isimleri önemli ne de sıfatları hatta
kimlikleri bile o kadar önemsiz ki. Çocukluğumu çaldılar çünkü.
Ve derken hayallerimi
kaybettim izbelerde. Kıyıda köşede kalmış sıradanlığımı yitirdim farklı olmanın
telaşını yaşarken. Ve derken bir bir anlattım dost bildiklerime. Bir bir açtım
içimi duyumsanmanın gölgesi düşmüşken çiçek bahçeme. Derken sınandım, defalarca
hem de. Sınayan insanlardı. Ama O’nun ışığı üzerimde olduğu için hep kabullendim.
Hep sustum. Ve asla çıkmadı sesim. Çıkamazdı ki.
Kime neyi ne şekilde
doğru yansıtabildim ki…
Anlayan anladı üstelik.
Ve acısını çıkardı yaşanmamışlıklarının. Oysa benim görüp göreceğim ne idi ki.
Kimine göre koca bir
yetişkin ve bana göre zavallı küçük kız çocuğu.
Boyum uzadı değil mi
sığındım gölgelere… Boyum arşa kadar uzadı üstelik güneşi bile göremezken. Yeri
geldi karanlıkta el yordamıyla ilerledim fütursuzca, sersemledim bu sefer
koyultulmuş yalnızlıkta. Bu sefer de yalnızlığım cezp etti asil geçinen o
kalabalıkları. Suçluydum zira inanmıştım. Tekil bir yalnızlıktan çoğula giden
ahenksiz bir devinim. Gölgelere sığınmak iyi gelmişti ne de olsa ben de bir
gölgeydim. Çünkü gölge olmam işine geldi insanların. Oysa sahip olup olacağım yegâne
varlığımdı beni terk etmeyen gölgem.
‘’Gölge etmeyin, başka
ihsan istemem.’’ Tarihin sarı sayfalarından düştü bu gölge üzerime. Gölgem
çiğnendi bu sefer. Yine kifayetsiz bir kimlik gölgesini aramakla meşgul. Neyi
bulacaktım ya da ne sandım ki…
Sevdiğim ne varsa çalındı.
Önce hayallerimi çaldılar. Çünkü biliyorlardı hayallerim olmadan bir hiçtim
ben. Hey gidi hey hayallerim…
Tozlu okul sıralarından
uzandı ellerim ihtişamlı plazalara. İhtişamlı koltuklarda oturmak çok
önemliymişçesine ben de savdım sıramı ve yer aldım o bulutlara uzanan mekânlarda.
Ve üzerine basa basa haykırdım; bulunduğum yeri ne çok sevdiğimi. Üzerine basa
basa söylendim: ‘’Aranızda olmayı seviyorum’’ dedim. Kullanılmaksa beyaz yakalı
bir işçi olarak kanımın son damlasına kadar sömürüldüm.
Derken attım kendimi
başka yollara ve defalarca üstelik. Soluksuz arayışlarım bir türlü nihayete
ermedi. Yine de yadsıyamadım ellerine nasıl koz verdiğimi. Serzenişte bile
bulunmadım. Sadece izin verdim hükmetmelerine o duyarsız kimlikleri ile.
Son, dedim. Bu son, diye
attım altına imzamı. Yıldım ve sil baştan.
Kumunu taşıdım, harcını
yoğurdum, ne varsa içine kattım benden. Ne varsa can hıraş telaşlarla
yüksünmedim de. Yüksünmemeliydim, yüksünemezdim ki.
Yıllar yılları
kovaladı. İnsanlar tanıdım: Farklı yüzler, farklı alt yapıları olan ve farklı
kültürlerden gelen. Suçluydum çünkü saydım ve sevdim.
Ve bir kez daha
suçluydum: Kendime değer vermedim ve kanıksadım tüm o sözleri, tüm o itham dolu
duyumları duydum benliğimle. Bile bile ve göz göre göre acı çektim. Her seferinde
yeni umutlara yelken açtım.
İşte yine oldu. İşte
bir kez daha yanıldığımın ispatı. Ne kimlikler ne insanlar ne de sıfatlar. Tek
suçlu benim. Cezam çoktan kesildi. Ama ne yazık ki göremeyecek kadar safmışım.
Bir kez daha yanıldım içine düştüğüm o kısır döngüde bir kez daha yıkıldım.
Sevdiğim ne varsa
çalındı. Ne bir insan ne de somut bir varlık.
Sadece hislerim
çalındı. Anlam arz eden tüm hislerim. Duyu organlarım artık iflas etti.
Evet, hissetmiyorum:
Duymuyorum, görmüyorum sadece yaşıyorum rüzgârın götürdüğü yere itirazsız
sürükleniyorum.
Körelmiş bir benlik ve
umutları sonlandırılmış. Çünkü suçluyum. Çünkü defalarca beyan ettim ve
sevdiğim kim varsa ya da neye bağlandımsa ihbar ettim.
Suç teşkil ettiğini
bilemezdim ki gözümden sakındıklarımın ne derece önemli olduğunu söylediğimde.
Bilemezdim de üstelik
bunun bana karşı bir koz olarak kullanılacağını.
Başarılar dendi bana ve
yeri geldi dolaylı yolla aşağılandım. Zira uyumsuzdum hatta en uyumsuzu. Çünkü
sorumluydum kendimden ve bir o kadar sorumsuz ilerleyen gidişattan.
Belki de bir o kadar
sorunlu. Ne de olsa insanım. Ama kime göre ne ya da kimdim. Sütten çıkmış ak
kaşık ya da solmuş bir kâğıt parçası.
Ne önemi vardı ki ne ya da kim olduğumun. Keza
herkes kendinden mükellefti en az benim kendimden mükellef olmam gerektiği
kadar.
Evet, artık içsel
yolculuğum an itibariyle tamamlandı. Arayışım nihayetlendi ya da nihayetlenmedi
bu önemli değil ama en azından artık anladım özde ne ihtiva ettiğimi. Ve kimin
ne ihtiva ettiğini de bariz görebilmekteyim. Bu yüzden kendime olan güvenim
daha da arttı her ne kadar yılmam beklense de. Amaçsa amaç imkânsa imkân
sonuçsa sonuç.
Anlıyorum ki;
hayallerimin ölmesi benim ölmemle eşdeğer. Kimin ne istediği ise artık umurumda
bile değil.
Ya ben ne istiyorum?
Elbet sıram gelecek er ya da geç ve kanıksadıklarımı bir bir yüzüne vuracağım
insanların. Sonuç itibariyle yalınım ve bir o kadar gerçekçi. Görmek
istediklerim görmüyorum artık sadece görmem gerekenler önümde bir bir dizili.
İçten pazarlıklı bir egom olmadığı için ayrıca mutluyum. Ne yaşım önemli ne
cinsiyetim ne mesleğim ne de başarısızlıklarım. Sadece ben önemliyim bana ait
olan bir kimliği özümsediğim için.
Defalarca denedim ve
defalarca yolumdan döndürüldüm ve bilmekteler ki başarısızlıklarım aslında
onların zaferidir. Umurumda mı? Ya da o kadar aptal mıyım? Ne kabul ediyorum ne
de inkâr ediyorum zira kimseye hesap verme gibi bir zorunluluğum yok. Mademki
başarılarım göz ardı ediliyor o zaman yenilgilerim kimi ilgilendirir ki…
Onlar avunsunlar gelip
geçici zaferleriyle ve avutsunlar birbirlerini timsah gözyaşlarıyla.
Umudum kaldı ya da
kalmadı artık şunu gördüm ki neye dört elle sarılsam rahatsız ediyor bazı
zihniyetleri.
Sınavlara alışkınımdır
ve bir o kadar temkinli. Ve bir o kadar durağan yeri geldi mi panikleyen.
Sonuçta insanım. Biraz yitip gitmiş olsa da en azından körelmeyi kabul etmeyen.
Ve her ne kadar amaçlarına ulaşsalar da…
Evet, pek çok şeye
gücüm yetmiyor ve ben tüm beşeri duygularımla çırpınıyorum ve biliyorum ki kıs
kıs gülüyorlar her tökezlediğimde. Gülen gülsün ve el de vermesin.
Ve sonuç her ne olursa
olsun.
Yol uzun ve
nihayetlenmedi henüz. Sebep ya da sonuç her ne olursa olsun hayallerimi
yitirmedim ben. Her halükarda biliyor ve tanıyorum kendimi ve ellerimle
kazıyorum toprağı temelimi daha da sağlamlaştırmak adına. İster yalnız ister
izafi bir kalabalık.
O yanımda ve gerisi
önemli değil. Üstelik bunu kimselerin bilip anlaması da hiç mi hiç önem arz
etmemekte. Benim ve İlahi Gücün arasındaki bu erişimi ne anlayabilirler ne de
hissedebilirler.
İçimden geçenler sadece
O’na ait. Haricinde de hiçbir şey önem arz etmiyor artık zira anlam arz eden ne
varsa farklı bir suskunlukla sadece içimde yankılanmakta. Ne iddia ederim ne de
inkâr. Ne şüphe duyarım ne de suçluluk. Çünkü suçum sadece saf bir bencillikle
dört elle sarılmak hayata. Herkes kadar ama herkesten farklı sebep ve sonuçlar
gözeterek…