Temelinde insan olmayan yönetim biçimleri zorbalıktan öteye geçemez. Tarih bu denklemin ispatlarıyla doludur. Devletin ve devlet adamlarının dokunulmaz hatta kutsal olduğuna inananlar yanlış ve hatta bir adım ileriye gidersek hasta zihinlere sahip insanlardır. Devlet yönetiminde rant peşindeki art niyetli odaklar, bu hastalıklı zihniyetin yaşaması için mesai harcarlar. Tüm istedikleri makam ve mevkilerinin devamlılığını sağlamak olan bu devlet adamları kamuoyuna korku zerk ederek tabiri caizse ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışırlar. Ülkemizde bu çalışma ve çabalardan maalesef payına düşeni fazlasıyla almıştır.
            Cumhuriyetimiz ve demokrasi anlayışımız maalesef sık sık askeri darbelerle sözüm ona ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Ama her darbeden sonra halk daha fazla fakirleşmiş ve otoriteyi darbe ile ele geçirmiş odaklar haksız yere daha fazla zenginleşmişlerdir. Bu kötü durumun menfi yöndeki etkileri elbette ekonomi ile sınırlı değildir. Bu darbeler ve darbeci anlayış sosyal ve kültürel açıdan da felaketlere yol açmış, ülkemizin uluslararası platformda önlenmesi mümkün olmayan bir biçimde prestijinin zedelenmesine yol açmıştır. Bir toplum için bu durum maalesef çok kötü neticeler doğuran bir felakettir. Ülkemizdeki devleti ve devlet adamlarını kutsal görme alışkanlığı Orta Asya steplerinde devletler kurmuş atalarımıza kadar uzanmaktadır. Orta Asya Türklerindeki kut inancı hükümdar ailesine devleti yönetme gücünün yaratıcı tarafından verildiği anlayışını hakim kılmış ve bu anlayışın halk üzerindeki etkileri devleti ve devlet adamlarını tinsel birer öğe olarak görmelerini sağlamıştır. Bu elbette hastalıklı bir bakış açısıdır. Aynı durumun yaşandığı ortaçağ Avrupa’sında kilise ve kilise odaklarının halka otoritelerini dayatmaları ve elbette bu otoritenin devamlılığı için katliamlara başvurmaları aynı sebepten kaynaklanmaktadır.
            İslamiyetin kabulünden sonra ise hilafetin Osmanlı İmparatorluğuna geçmesiyle birlikte devletin kutsal bir anlam kazanılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Millet olarak devleti kutsal görme alışkanlığımızın ikinci büyük temeli ise bu eski alışkanlığımıza dayanmaktadır. Ama ana düşünce olarak cumhuriyet ve demokrasi anlayışı bu alışkanlığa karşı çıkar. Devletin ve devlet organlarının temeline insan öğesini yerleştirir. Bu son derece rasyonalist bir düşünce biçimidir. 1924 yılında halifelik resmen kaldırılmış olsa da toplumun zihnindeki kutsiyetini maalesef kaybedememiştir. Bu oldukça ağır bir itham olmakla birlikte darbe yanlısı odaklar bu zihniyetin bir korku öğesi olarak toplumun belleğinde kalmasını özellikle istemişler ve bu uğurda emek harcamışlardır. Çünkü devleti kutsal görmek, devlet adamlarını kutsal görmek, gerçekten kutsal olan dinsel öğelere gösterilen saygı ve teslimiyeti kişisel esaret altında kullanmaktır. Bu durum son derece alçakça bir durumdur ve kati suretle engellenmesi gerekmektedir. Şu ana kadar yazdıklarımdan devlet oluşumunun varlığına karşı çıkan birisi olduğum izlenimi hasıl olmuşsa bu muhakkak ki bir yanlış anlaşılmanın eseridir. Devlet çağımızda ve tarih boyunca gerekli bir oluşum olmuştur. Çünkü devlet toplumların varlığının sürdürülebilmesi için son derece mühim bir oluşumdur. Benim asıl anlatmak istediğim bizzat toplumun kendisinden hasıl olan devletin topluma ve toplumu oluşturan fertlere, bu fertlerin en temel haklarına saygılı olmasıdır.
            Güncel verilerle mevzuyu kuvvetlendirmek gerekirse ülkemizde seçilmişlerle atanmışlar arasındaki ilişkinin içeriği bize yardımcı olacaktır. Cumhuriyetin ve demokrasinin temelinde milletin egemenliği temsil eden bir vaziyette bulunan seçimler karşımıza çıkmaktadır. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir anlayışıyla kurulan cumhuriyetimiz maalesef seçilenlerin üzerine atananlarla çiğnenmektedir. Darbe anayasasından aldıkları geniş yetkilerle yerel yönetimlere atanan vali ve kaymakamlar bunun en net örneğidir. Bürokrasinin içindeki kamburlardan bahsetmeyi ise bu aşamada son derece lüzumsuz bir iş olarak görmekle birlikte önemle altını çizmekten yüksünmüyorum. İlgili lisans düzeyindeki eğitim ve öğretim aşamasından sonra son derece ilkel şartlarda atanan bu meslek grupları kendi feodalitelerini devletten aldıkları otorite ile perçinleyerek sözüm ona devletin kutsallığını ve dokunulmazlığını savunmaktadırlar. Yanlızca kendi heva ve hevesleri için toplumu ve toplum fertlerinin haklarını pervasızca işgal etmektedirler. Devletin kaynaklarını kendi bireysel huzurları için israf etmektedirler. Bu bir tür zorbalıktır. Aynı zamanda yönetimsel bir hastalıktır. Milli egemenliği ve milli iradeyi savunan devlet anlayışının mücadele etmesi gereken ilk ve en önemli vazife bu hastalıkla mücadele etmek olmalıdır. Bu şartlar altında, milli egemenlik üzerine kurulan bir devlet anlayışının içerisinde, toplumun tercihleriyle belli yönetimsel makamlara gelmiş kişiler, bizzat devlet eliyle atananlar tarafından yok sayılmaktadır. Bunun meali; devlet olarak topluma ve toplum tercihlerine saygı duymuyoruz demek değil de nedir?    
            Şu yadsınamaz bir gerçektir ki; devlet ve devlet organları gerekliliği defalarca kanıtlanmış gerçektir. Yalnız yönetim anlayışlarının temelinde insan ve insanla yaklaşımlar olmalıdır. İnsan haklarını ve hukuku hiçe sayan bir devlet anlayışı zorbalığın ötesine geçemez. Darbe anayasasıyla çizilen devlet portresi de bunun bir aksetmiş biçimidir. Devletin topluma ve toplumun tercihlerine saygı duyması gereklidir. Ülkemiz ancak bu durumda gelişmiş ve modern bir ülke olabilir. Aksi halde kendi kendini kandıran bir üçüncü dünya ülkesi olmaktan öteye maalesef geçmemiz mümkün değildir.  Devlet karşısına toplumu değil, toplumu ve toplum haklarını tehdit eden olguları almalıdır, bu son derece basit bir denklemdir. Bu denklemi anlamazdan gelenler bunu kasıtlı olarak yapmaktadırlar.                                       

( Devlet Ve Toplum Denklemi başlıklı yazı zzz tarafından 12.08.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu