İstimlâk edilmiş bir
benlik, ötesi yok.
Kifayetsiz bir
yaradılış bir o kadar zararsız ve halis munis.
Bitmek bilmez
kuruntular benliği sarıp sarmalayan. Havadan nem kapmak bu olsa gerek.
-Neden gözünün üzerinde
kaşı var,
Demek belki de en
ürkütücü.
-Ya, karşıdan karşıya
geçerken şu sarı araba çarpıp da hastanelik olursam,
Diye geçirmek aklından.
Belki de gaz kaçağı ile
evin havaya uçması ihtimali kadar korkunç kansere yakalanmak.
-Güveniyorum sana,
canım sevgilim. Biliyor musun o çiçekleri hala atmadım: Hani geçen gün aldığın
şu pembe güller. Sahi, benden başka kime çiçek alıyorsun, böyle. Doğru söyle,
var mı bir başkası?
-Evet, sevgili
arkadaşım: Olay aynen böyle gerçekleşti. Tam eve dönüyordum ki bizim Mualla’ya
rastladım. Tanrım, ne kadersiz kız. Kocası onu başka bir kadınla aldatıyormuş.
Bu aramızda kalsın, e mi? Bilirim, ağzın sıkıdır. Ama sen yine de mukayyet ol
kendine. El birliği yapalım yardım edelim Mualla’ya,
Deyip bir o kadar
şüphelenmek ağzı sıkı mı, diye.
Ne riya ne de yalan.
Neden bunları bana reva gördüler, neden bu denli sorumluyum sorunlarımdan?
Sorunlarımdan biri de
kendimden ve her bir davranışımdan şüphe duymak. Yoksa onlar da mı duyuyorlar
bu şüpheyi?
Şüphe duymamam mümkün
mü?
-Neden bu denli
yalnızım, Allah’ım? Yoksa suç mu bu insanların gözünde? Kim bilir, belki de
suçtur gocunduğum onca şey. Belki de yanlış tasavvur ediyorlardır bu kifayetsiz
ve yetersiz sanrılarımı. Öyle ya, ne inkârı mümkün ne kabulü. Onca müphem
davranış sergilenen ve sınırsız şüphe zihinlerde cevaplanmayı bekleyen. Hep
kendim gibi belliyorum karşımdakini ve bir bardak su ikram eder gibi açıyorum
ruhumun ücra köşelerini bir medet umarken kıstırılıyorum sözcüklerimin heceleri
arasına ve zincirlenmiş duygularımı bir bir ifşa ediyorum korunaksız ve yetisiz
dünyamın metruk köşelerine kadar.
Olması gerekenleri
engelleyemezken olmaması için çırpındığımız hata addedilen onca mefhum
şahsımıza ait ve tarafımızca yetersiz kılındığımız…
-Evi su basar mı ben
yokken?
Binlerce muhalif ve
rahatsız edici düşüngeç rakımı bir o kadar yüksek.
Sil baştan bir hayat
yeniden doğmama ihtimaline karşın.
Tanıdığımızı sandığımız
onca insan kendini gizleyen ve naif ruhlar her an taarruz altında ya da olası
tehlikelerin gölgesinde. Tehlike diye addedilen ne olabilir ki? Basit bir
yansıması mı o acımasız dünyanın ya da canhıraş tehditler mi her an olması
mümkün.
Neyden korkuyoruz bunca
belirsizlik hüküm sürerken? Cevabı basit, aslında. Belirsizlikler değil mi
kaygı uyandıran. Bir tür anksiyete çözümü mümkünsüz ya da rast gele bir tutum
kayıt dışı. Belki de kayıt altına alınan her bir sözümüz biz çoktan unutmuşken.
Açık kalan camdan
yüzümü yalayan bir esinti uzağında durmak gereken. En kötüsü de bu işte: Ne
varsa istenmeyen ve her kim ise uzak kalınması gereken karşı taraftan gelen bir
atak…
Tam bir yanılgı hatta
istem dışı bir duygu fazlasıyla uzak kalınması gereken: Aşk gibi, ihanet gibi
hatta iftira ve alay gibi. Belki de hatta büyük ihtimalle kaybolmuş güven
duygusu bu denli hasar ve sıkıntı yaratan.
Dünyanın derdi
omuzlarımda: Olmaması gereken her kim ise uzak durmam gereken ve ne varsa sıdkımsıyrılmış…
Yalnızlığın izdüşümü
bunca kalabalık arasında iken ve bir o kadar görünmez. Ve yadsınmak
yadsımazken.
Sınanmak bu olsa gerek:
Korkularımızla yüzleşmek ve karşılıksız tüm duygular her ne kadar bir bir ifşa
etsek de…
Ve en büyük tepki:
Tepkisizliğini muhafaza eden o seçilmiş kalabalık seçilmiş bir yürek yana
yakıla ağlarken…
Aslında verilebilecek
en büyük tepki değil mi sessizliğin muhafaza edilmesi ve dipsiz bir sancı
çözüme odaklı süreç ilerlerken belki de asla cevap olmayacak o müphem karşılık
asla karşılık bulmayan…