Rehaveti sessizliğin
daha kabul görür vicdanın bastıramadığın çığlığını duymaktansa.
Sayısız kere bakıyorum,
nereye baksam elimle koymuş gibi buluyorum tüm o yarım kalmışlıkları. Bir yerde
kırık bir vazo içi bomboş, başka bir mekânda bir ayağı eksik bir sandalye.
Ne mefhumlar ne de
imgeler bariz ve görmekten hicap ettiğim sayısız teferruat.
Bilmekteyim,
farkındayım doyumsuz ruhumun çırpınışlarının. Görünen mi? Var olan mı? Yoksa
kıyamet mi koptu da bihaberim…
Sentezleri bile
ayrımcılık, varlıklar sorgulayıcı, aşkın bıraktığı iz açık bir yara gibi
kanamakta.
İçine düştüğüm o açılım
nasıl nasıl hükmediyor, neye mi? Her kafada ayrı bir tablo. Tam bir yap-boz. Tamamlamak
istemem suç olabilir mi, diye bir atıfta bulunmam bile esef verici.
Yolum düştü yine sana.
Sen ki meçhul bir gölge
biteviye mahkûm etmişsin bedenini ayrı kalmış ve arınmış duygulardan. Çok duygu
var, bilmez miyim esir olduğun. Ama o nüansı aktaramadım sana. Can vermek kadar
yakıcı. Mustarip olduğum onca haksızlık bile canımı bu kadar yakmadı.
Körelmek bir yana
korkular işgal etmekte ama bana dair değil hiç biri. Sadece su alan bir sandal
yolculuk ettiğim. Elimde sapı kırık bir kova bitimsiz hamlelerle boşaltmaktayım
dolan suyu. Okyanusun tam da ortasında, tepemde hiddetli bir güneş kavuran
acımasızca. Yine de mutluyum ne de olsa henüz cehennem ateşine düşmedim. Cennetimdeyim
meleklerin varlığından emin ve gururlu. Ne beşeri bir gurur bu ne de bir
garanti. Tek garantisi ömrün saklı duygularım. Tercüman olan şu satırlar sadece
bir kısmı hissettiklerimin.
Güdümündeyim farklı
güçlerin. Umurumda bile değil. Güç addedilen her kim ise aldatamazlar beni. Aldatsalar
bile kandıramadıkları İlahi Güç bilincinde tüm yaşadıklarımın.
Bunlar bildiklerim. Bir
de ispatlamaktan aciz olduklarımı da hesaba kattık mı işim çok zor. Aciz olduğum
varsın delil yetersizliği olsun.
Korkmuyorum da. Sevip,
inandığım ve çekindiğim tek yetkili merci haricinde neyden ya da kimden korkma
gafletinde bulunabilirim ki?
Ya sessiz ve hunharca
ya da sarf edilen onca kinayeli itham?
Kendi kendine yanan bir
mumdan ne zarar gelir ki üstelik sönük kalplerin karanlığını aydınlığa çıkarmak
arzusuyla yanıp tutuşurken. Bilemedim karanlığın bu denli bitimsiz olacağını.
Yanmak mı aslolan
sönmek mi rüzgârın esintisiyle?
Belki de ıssız bir
köşede sessizce beklemek ışığın huzmesi ile kamaşırken gözlerim. Asla da
indirmeyeceğim kepenklerini ne ruhumun ne de gözlerimin.
Yüzyıllar öncesinde
vakıf olmuş da yüce düşünür Mevlana bizler nasıl hala görmemekte ısrar
ediyoruz:
‘’Şu deredeki su, kaç
kere değişti, yıldızların akisleri hep yerinde.’’
Devinimin hız kesmeyen
ivmesi artık hayrete de düşürmemekte. Denklemin sabit değişkeniyim ne de olsa. Tüm
bileşkeler ne eşitliği bozar ne de kıymetimi kaybederim.
Ne bir beşerin
sürgünündeyim ne ihtirasın ne de şehvetin. Varsa yoksa güdümündeyim sefil
hayatın. Hatta ebedi sürgündeyim doğduğum günden beri. Ne korunaklı ruhum
alıkoyar yolumdan ne de gafleti haricimdekilerin.
Eksiklik duygum ise
çocukluktan bu yana baki. Ne var ki eksikliğini hissettiğim o meçhul duygu hiç
bir fanide mevcut değil. Ne de benzemek adına arayışım. Varsa yoksa erişmek
güneşe binlerce ışık yolu uzak olsa da. Ne de olsa izafi bir kavram bu
gösterge. Anında transfer olmak da seçeneklerden biri. Nasıl muhteşem bir duygu
boyutlar arasındaki mevcudiyet. An itibariyle göçmen bir kuşun gölgesinde
bambaşka bir âlemdeyim kulağıma gelen fısıltılarla. Gıyabındayım aşkın. Hükmündeyim
varlığımın. Ve yoksunluğundayım arzu duyduklarımın. Kefilim ruhuma, kefilim
aşka ve kefilim sonsuzluğa. Muzaffer bir üslupla gülenler ne arzu ettiğim bir
konumda ne de kıskacında ölümsüzlüğün. Bir kere ölmek mi bin kez ölüp tevekkül
ve aşkla dirilmek mi?