Emel ile Serdar yıllardır evli ve mutlu bir çiftti. Bazen ufak tefek tartışmaları olsa da, temelde bir sorunları yoktu. Hayatın monotonluğunu yaşama sevinci ve pozitif mizaçları ile değiştirmesini bilirlerdi.
Her ikisi de rollerinin idraki içinde, sorumluluklarını yerine getirir, hayata artı katkıda bulunurlardı. Birbirlerinden ve yaşamdan bir şikâyetleri yoktu.
Emel, kısa bir süre önce, rahatsızlanmıştı. Evde ilaç tedavisi görmekteydi. İlaçların alerji yapma riski vardı. Doktoru; “ateşinizi sık sık ölçün, 39 olursa, mutlaka en yakın hastanenin aciline gitmeniz gerekir” diye tembihlemişti. O yüzden evde kontroldeydi. Sıklıkla ateşi ölçülüyordu.
Bu ara, Emel’in cep telefonu bozuldu. Kapanan telefonunun pinini kodladığında ekrana; “hatalı kodlamadan dolayı pin şifreniz bloke edilmiştir, lütfen “puk” kodunuzu giriniz” diye bir uyarı yazısı çıktı.
Yıllar önce alınmış bir telefonun “puk” kodunu bulmak pek de kolay değildi doğrusu. Gerçekten de bütün aramalara rağmen, Emel bu kodu öğrenecek belgelere ulaşamadı.
Serdar, önemli bir işi gereği dışarıya çıkmak zorundaydı. Eşi Emel, ister istemez telaşlandı. Herhangi bir rahatsızlanma halinde eşi Serdar’a ulaşması gerekmekteydi.
Serdar duruma çözüm getirdi. Kullandığı iki cep telefonundan birisini eşi Emel’e bıraktı. Hatta eşi, aramada güçlük çekmesin diye, pratik nasıl aranacağını da uygulamalı şekilde gösterdi.
“Artık gözüm arkada kalmadan işime gidebilirim değil mi?” diyerek eşinin tasdikini aldıktan sonra evden ayrıldı. Bir süre işlerine devam ettikten sonra, bir aksilik çıkmasın diye eve bıraktığı telefonu aradı. Karşısına eşi çıktı.
Hal hatırdan sonra, anormal bir durum olup olmadığını sordu. Her şey normal seyrindeydi. Hatta Emel, eşini rahatlatmak için, çok iyi olduğunu ifade ederek, acele etmemesini, işlerini bitirmesini söyledi.
Neticede anormal bir durum
gözlenmemiş, akşama doğru de Serdar eve dönmüştü. Emel bir süre eşinin
telefonunu kullandı. Daha sonra kendi telefonunun sorunu çözüldü. Böylelikle
eşinin telefonunu da geri verdi.
Aradan birkaç gün geçmişti. Bir Pazar sabahı Emel ve Serdar, güle oynaya karşılıklı kahvaltı yaptılar. Sonra da keyif çaylarını sohbet ederek sürdürürlerken Serdar’a bir mesaj geldi.
Genellikle bankaların kredi ve reklam spotları olurdu bunlar. Gerçekten de öyleydi. Fakat Serdar; “ farklı bir mesajmış, iyi ki sendeyken gelmemiş, yoksa yakalanmıştım” şeklinde espri yaptı.
Bunu dinleyen eşi Emel telaşlanarak atıldı: “Hah demek ki şüphem doğruymuş. Söylemek istememiştim. Fakat yeri geldiği için açıklayayım. Geçen gün cep telefonun bendeyken merak ederek mesajlarını okudum. Birisi hayli şüpheli ve dikkat çekiciydi. Üstelik isim ve telefon numarası vermeden rumuz kullanmıştı.” Dedi.
Bunları dinleyen Serdar, hiç de tedirgin olmadı. Üstelik de tebessümünü sürdürdü. Çünkü saklayacak bir şeyi olmadığını biliyordu. O yüzden rahattı.
Eşine gülümseyerek: “Hangi mesajlarmış bakalım şüpheli olan, içeriğinde ne yazıyormuş, biraz açıklar mısınız? Dedi.
Emel eşine sonsuz güven duymaktaydı aslında. Şimdiye kadar da böylesi hususlarda her hangi bir nahoş durumuna rastlamamıştı Serdar’ın. Fakat okuduğu mesaj da gerçekten kafasını karıştırmış, bir hayli tedirgin etmişti kendisini.
O yüzden ister istemez eşine: “Ne bileyim işte, bir takım nahoş ifadeler vardı. “Sizinle birlikte olmak en büyük mutluluk. Birlikte nice bayramlara gibi … Üstelik de rumuz kullanmış. Herkes mesaja adını ve telefon numarasını yazdığı halde, bu neden sadece şifre kullanmış? Sonra birlikte olmak da neyin nesi?” diye hüzünlü ve kırgın ifadelerle sitemkâr konuştu. “Üstelik de umursamaz görünüyorsun. Bu tavrın beni daha da kırıyor” diye de ilave etti.
Serdar bunları dinlediğinde ufak bir tereddüt geçirdi. Sonra eşine dönerek: “Bu mesajı okuduğuna göre, demek ki hala telefonda kayıtlı, öyleyse hemen bularak neyin nesi olduğunu çözelim” dedi.
Serdar’ın rahatlığı Emel’i şaşırtmakla birlikte, teklifi de hoşuna gitmişti: “İstersen bul oku. Yalan söyleyecek halim yok. Gördüğümü söyledim, çok da üzgünüm doğrusu” dedi.
Serdar telefonu alarak kayıtlı mesajlardan, konusu edilen mesajı buldu. Önce sessizce kendisi okudu. Sonra da büyük bir rahatlıkla Emel’e okudu: “Bayram sevincini birlikte taşıyor olmak en büyük mutluluk. Birlikte nice bayramlara…Gönderen BRC”
Sonra eşine dönerek: “Okuduğun mesaj bu muydu? Dedi. Emel hemen atıldı: “Evet evet buydu okuduğum. Bak BRC diye de isminin baş harflerini yazmış. Kim bu terbiyesiz yuva bozan? Üstelik de bayramın adını lekelemiş. Ne günlere kaldık, evli insana karşı nahoş laflar, hem de bayramda.”
Serdar eşine hitaben; “size aynen katılıyorum. Bayramlarda saygılı ve resmi bir dil kullanılır elbette ki. Zaten gönderen de öyle davranmış. Seni şaşırtan BRC kısaltması sanırım. Bu mesaj bir bankadan gelmiş olsa rahatsız olur muydun?” Dedi.
Emel; “elbette rahatsız olmazdım. Üstelik de samimi ve değer veren bir ifade olurdu” diye sitem etti.
Serdar tebessümle; “Ne güzel söyledin Emelciğim. Bu mesajı gönderen de, 6 ay önce otomobilimize tüp takan BRC OTOGAZ SİSTEMLERİ ŞİRKETİ. Senin, “isminin baş harfleri” diye şüphelendiğin BRC de, bir kuruluşun simgesi. Yani herhangi bir bayana ait kısaltma değil.”
Emel hem rahatlamış, hem de utanmıştı. Eşine karşı şüpheci bir tavır takınmasından ötürü özür diledi.
Noktayı Serdar koydu: “Emelciğim bir insan güvenini yitirmemeli. Güven oldu mu gönül ve zihin rahat olur. Anormal gözüken durumlar da iyiye yorulur. Dürüst ilişkilerde, her yanlış anlaşılan olayın mantıklı bir nedeni ve izahı vardır. Küçük bir “acaba” yüzünden güzel gönlün incinmiş boş yere. Yine de saklamayarak açıkladığın iyi oldu. Yoksa boşuna üzülüp duracaktın.”
Emel, “geliyorum” diyerek odadan çıktı o ara. Serdar, eşinin mahcubiyetten dolayı strese girerek çıktığını sandı. “Biraz rahatlasın iyi gelir” diye düşündü.
Az sonra Emel bir tepsiyle içeriye girdi: “Buyur kocacığım, şu köpüklüsü senin” diyerek Serdar’a iki kişilik kahve tepsisini uzattı. Kendisi de ikinci fincanı alarak eşinin karşısına oturdu. “Çoktandır karşılıklı kahve içmemiştik” diyerek Serdar’a baktı. Gözlerinin içi gülüyordu.
Serdar köpüklü kahveden bir yudum höpürdetti: “Bu seferki daha bir kıvamında olmuş. Acaba neye borçluyuz bunu Emelciğim” diyerek tebessüm etti.
Hafif bir mahcubiyetle mutluluğu birlikte soluyan Emel; “Artık orasını karıştırma” dedi.
Birbirlerine bakan gözlerde sevginin gökkuşağı vardı san ki…Karşılıklı olarak “seni seviyorum” demenin fazlalık olduğunu düşünmüş olmalılar ki sustular.
Ne kadar çok şey vardı bu susmalarda sevgi adına. Bazen beden dili ile konuşmak daha bir güzeldi galiba. Onlar da bunu seçtiler…