Zamanın ve anın önemini
çoktan yitirdiği bir devriâlem süregeldiğine kani olduğum. Başı bilinmedik bir
noktadan yapılan nokta atışıyla zikretmiş adımı. Sıcak bir kucakta geçmiş ömrün
tamamı. O kucaktan inmek istemediğimden belki de bu çocuk yanım. Bir türlü
büyümeye vakıf olamamışken haricimde kim varsa büyütmüşüm gözümde…
Yeri geldi mi
arkadaşımı yeri geldi mi adını sanını dahi bilmediğim onca yabancıyı benim
esintimin bir sinek vızıltısı kadar münafık ve ötelenmiş olduğunu gerçeğini
kanıksamış olmamla birlikte.
Tuhaf mıyım? Farklı
isem muhteva ettiğim tek bilinmez midir ayrışmış olmak? Aslında mizaç mıdır
ayrı bir kalıba sokan yoksa biçimlenmiş karakterim midir taviz vermekten hep
imtina etmiş?
Problem çözmek kadar
beyin fırtınası mıdır haiz olduğum belki okul dönemindeki o katı sistemin sadık
bir neferiyim ruhu seksenlerde kalmış…
Zabıtlar çoktan
tutulmuş olsa da her gün yeni kayıt yapmakla mükellef zihnim belli ki oldukça
hoşnut halinden bir o kadar yadsımaz bir tavırla küçük bir çocuğun rahatlığıyla
saklambaç oynarken üstelik kendi başıma.’’ Nereye saklanmış olabilir o çılgın
çocuk’’ diye biteviye bir telaşla ve canhıraş bir o kadar beklenmedik azimle iç
içe geçmiş matruşkaları ortaya çıkarmakla meşgulüm. Daha nice sorumluluk
omuzlarıma yüklenen her ne kadar otoritesi altında olmasam da üs bildiklerimin.
Ne de olsa senaristi de başrol oyuncusu da benim bu tek kişilik gösterinin. Dâhil
de etmiyorum kimseleri ve bilsem sebebini değiştireceğim oyun taslağını baştan
sona hem de. Ve yeni oyuncular ile devam edeceğim yola.
Aç ruhumun gözü dönmüş
o meşakkatli ve hüzünlü yansımasını gördükçe mazoşist öğelerle donatıyorum
masayı. Belli ki bir efsun bu. Bir kaşık özlem bir kaşık öfke ve depreşirken
acılar henüz kabuk tutmamış olsa da kaşınıyor basit bir semptom olma ihtimalini
çoktan elemiş olsam da.
Tüm belirteçler tek tek
kayıtlı fihristimde. Hem de el yazımla. Teknolojinin nimetlerinden
faydalanmanın verdiği o rahatlık bile batarken elimde kalem kâğıt karalayıp
duruyorum. Ara ara olsa da atıfta bulunuyorum tüm günümü masa başında
geçirdiğimi sananlara.
Öyle olsa bile bilmiyorum
hesap verme zorunluluğum olup olmadığını. ‘’Alışmış olmalıydım bunca zaman
hükmedilmişken’’ diye iç geçirmem bile bir çekince değil mi çoğunun nazarında.
Kim ola ki çoğu dediğim ya da var mı bir mesuliyetim sürekli kayıt altında
tutulma ihtimalini yadsımazken.
Yadsısam ne olur kabul
etsem neye yarar? Üstelik yadsınmanın verdiği o kaygı ve burukluk dağlarken
benliğimi kabul görmenin hazzına bir gün nail olabilecek miyim?
Sorular makineli
tüfekten savrulan mermi hızında ve yetiştiremediğim, bulamadığım tüm o cevaplar
bulma ihtimalinin çok uzak olduğu. Uzak olan ne çok şey ne çok insan var.
Sıfatlar unvanların önünde geçmiş ve çoklu haneler isimlerin yerini almış ve
sayısız kartvizit ne bir ruhu ne de bir gölgesi olan. Tek gölgesi olan benim
belki de standartlara uymayan ve geliştirdiği o kaygı ile cebelleşen.
İşgal altındaki ruhum o
kadar bezgin ki sıkılgan kimliğimle yine dertte başım yoksa yoksa…
Sahi neydi sonrası?
Kolaysa çöz şu karışık
yap-bozu ki kayıp parçalarını bulmaya çalışırken elimdekileri de yitirdim hele
hele…
Söylesem neye yarar ki
keza muhatabı olan her kim ise iletişime geçtiğim hepten yok saymışken.
Ya ben, ya ben de bir
gün yok sayabilecek miyim nazarında ne derece önem taşıma ihtimalinin
bulunduğunu bilmediğim o varlıkların? Muadilim kim varsa ama ne özdeş ne de
prototip sadece iki ayağı ve iki bacağı olan haricinde hiçbir benzerlik teşkil
etmeyen. Belki de cansız bir eşya kadar yok değerim. Öyle ya, ne leb-i derya
bir apartman katıyım ne de bankada bir kasam var içinde milyon dolarların
saklandığı. Borsada işlem gören hisse senetlerine bile değer biçilemezken
duyduklarım olsun ya da kulağıma çalınan hicap ediyorum maliklerinden bu
düşüngeçlerin adı zihniyet ya da varlık dahi olmayan. Sözüm ona eşref-i mahlûkat
ve sürekli ahkâm kesen kendilerine verdikleri payelerle.
Kendime vereceğim
payeyi ifşa etmek ne derece doğru ya da kabul edilebilir ki her ne kadar bir o
kadar emin olsam da. Bu sefer başka sıfatlarla yargılanma ihtimaline karşı
almalıyım tedbirimi. Belki de bir koruma tutmalıyım ama sadece ruhu olan. Zira
ruhum çok yorgun her ne kadar çoğu zaman bir çocuk neşesinde tuttursam da
kıvamını hayatın. Dolu dolu iken kova kova boşaltıyorum zihnimi kelimeler eşlik
ederken her bir kovaya ve yeniden dolduruyorum bir yandan beslenirken eşlik
edenlerin nezdinde. İşte yeni bir parça buldum ve yerleştiriyorum yap-bozuma.
İşte kocaman bir ‘’g’’ harfi. Olsa olsa gülümsemenin verdiği o rahatlık
yerleşirken yüzüme sırtımı sıvazlıyorum:’’Aferin, kızım.’’