“Seni sen olduğun için değil, seninle birlikte olduğumda ben olduğum için seviyorum.”
Gabriel Garcia Marquez
Güzel bir beldemizin şirin bir okulunda dördüncü sınıfların rehberlik ve denetiminde bulundum. Bu okulumuzun ismini olumlu anlamda duymuştum. Fakat tanıma fırsatı olmamıştı.
Sınıf öğretmeni beni sıcak karşıladı. Tanıştıktan sonra karşılıklı hal hatır sorduk. Çalışmamızın usul ve esaslarını kısaca kendisine anlattım. İki ders saati birlikte ders yapacaktık.
Kendisine, isterse daha sonra da gelebileceğimi, önemli olanın birlikte isteyerek paylaşımda bulunmak olduğunu ifade ettim. Gayet samimi bir tavırla;
“Tabi ki rehberlik ve denetim istiyorum. Hem bilmediklerimi öğrenmiş olurum, hem de bir an evvel stresten kurtulurum.” dedi.
Belli ki biraz heyecanlıydı. Bu durum rehberlik ve teftiş çalışmalarında hep olur. Kendim de öğretmenliğimde teftiş heyecanını çok yaşamıştım. Mümkün mertebe hoşgörü ve güler yüz göstererek öğretmenimizin kendisini iyi hissetmesini sağlamaya çalışıyordum.
“Öğrencilerine bilgi verir misiniz? Fakat dikkatli olun ki paniklemesinler. Sınıfımıza bir öğretmen misafir gelecek sizi dinlemek, sizinle ders yapmak istiyor.” gibi bilgi sunarsanız heyecanlanmazlar dedim.
Öğretmenim “tamam efendim” diyerek ayrıldı. Teneffüs saati olduğu için ben de çalışma odamıza müfettiş arkadaşlarımın yanına döndüm. Giriş zili çaldıktan sonra dışarı çıktım. Öğretmenimiz koridorda beni bekliyordu.
“Tamam mıyız her hangi bir sorun var mı öğretmenim?” Dedim.
“Tamam efendim her şey yolunda. “ Dedi.
Birlikte dersliğe doğru yürüdük. İçeri girdiğimizde, bütün öğrenciler birden ayağa kalktılar. Kendilerine tebessümle; “günaydın” dedim. Sonra da oturmalarını rica ettim.
Yüzlerine baktığımda hepsinin sevinçli ve bir kuş gibi ürperti içinde olduklarını anladım. Biraz sakinleştirmek gerekiyordu. Öğretmenimize; “lütfen buyurun siz öğretmen masasına oturun ben öğrencilerimizle tanışayım” dedim. Sonra da öğrencilere dönerek:
“Nasılsınız iyi misiniz?” Dedim. Tabi koro gibi hep bir ağızdan:
“İyiyiz sağ ol” cümlesi çıktı.
“Sizde sağ olun ben de iyiyim.” Dedim.
Bir kaçı tebessüm etti. Anlamıştım inceliği. Çünkü bana; “siz nasılsınız” şeklinde sorulmadan “ben de iyiyim” demiştim.
Öğrenciler cıvıl cıvıl ve çok içtendi. Bir süre birlikte konuştuk. Sınıf başkanını sordum, O’nunla tanıştık, adı Burcu idi. Nasıl başkan olduğunu anlattı. Takımlardan konuştuk, derken samimi bir ortam oluştu. Kendilerini çok sevdiğimi ve birlikte olmaktan mutlu olduğumu ifade ettim.
“Biz de” dediler.
Bu hususta hepimiz samimi duygular içindeydik. Öğretmenimiz yalnız kalmasın, sıkılmasın diye de zaman zaman kendisine sorular sorarak gruba dahil ediyordum. Bu tanışma faslından sonra öğrencilere dedim ki:
“Sizinle birlikte ders yapacağız ister misiniz?”
Verilen cevabın “evet” olduğunu tahmin edersiniz. Sonra da birlikte ders yaparken parmak kaldırarak söz istemeden konuşulmamasını, dürüst hareket edilmesini rica ettim.
“Tamam” dediler.
Bundan sonra defterlerine bir cümle yazdırdım. “Herkes yazdıktan sonra defterlerini lütfen kapatsın” dedim.
Bütün defterler kapandıktan sonra cümlenin doğrusunu tahtaya yazarak, sözcük sözcük bu şekilde yazanlar parmak kaldırsın dedim. Birçok öğrencinin parmak kaldırmadığını gördüm. Oysa daha çok parmak bekliyordum.
Acaba yanlış mı anladılar diye defterlerine baktım. Gerçekten de parmak kaldırmayanların tamamı sözcüğü yanlış yazmıştı. Öğrencilerin bu dürüstlüğü gerçekten de beni etkiledi.
İşte “eğitim bu” dedim içimden. Ne olursa olsun DÜRST olmak, olabilmek çok önemliydi. Çocukların bu davranışlarını olumlu anlamda zihnime not ettim. Derslere devam ettik.
Matematikten işlemler yaptık, soru cevap şeklinde konuştuk. Diğer derslere geçtik. Çocuklar bilemedikleri yerlerde hiç yalana tenezzül etmeden dürüst davranıyorlardı. Tabi dürüst hareket ettiklerinden, öğretmenimizin beklediği başarıdan daha az bir netice çıktı ortaya. Herhalde bunda benim de öğrencilerin alışık olmadığı farklı soru sorma tekniğimin rolü oldu. Örneğin çocuklara şöyle soruyorum: “23 Nisan da ne oldu?” Hemen anlatıyorlardı.
“29 Ekim size neyi hatırlatıyor?” dediğimde, hemen cevap veriyorlardı. Bu kez üçüncü bir soru soruyorum: “Cumhuriyet mi önce ilan edildi, TBMM mi önce açıldı?”
Bu sefer ay sırasına göre düşündüklerinden hemen yanılarak “Cumhuriyet” diyorlardı.
Tabi bunlar aslında detaylar, ben bu öğretmenimizin Türk Milli Eğitiminin Genel ve Özel tüm amaçlarını gerçekleştirdiğini gördüm ve ikna oldum. Ancak çocuklar detayda bazı basit soruları bilemedikleri için mahzunlaştılar. Çünkü bilemedikleri durumlarda boyunlarını bükerek öğretmenlerine bakıyorlardı. Oysa dediğim gibi çocuklar öğretim ve özellikle de eğitim boyutunda mükemmeldiler.
İki ders saatimiz doldu. Öğretmene ve öğrencilere teşekkür ettim, çok mutlu iki ders saati yaşadığımı ifade ettim. Fakat öğrenciler bir saat daha birlikte olalım diye ısrar ediyorlardı. Kendilerine teşekkür ederek bu kadarının yeterli olduğunu, başka sınıflara da gideceğimi söyledim. Bunu öğrenen çocuklar gözümün içine bakarak sanki benden bir şeyler umuyorlarmış izlenimi verdiler.
Belki de yanılıyorum diye düşünerek derslikten çıkmak istedim. O anda sınıf başkanı parmak kaldırarak söz istedi.
“Buyur Burcu seni dinliyorum.” dedim. Tanışma faslında ismini öğrenmiştim. Ders işlerken böyle birkaç öğrencinin ismini hatırımda tutarak onlarla konuşurken adlarını kullanırdım.
“Öğretmenim sınıfım adına sizden bir şey rica edebilir miyim? Sorduğunuz soruların bazılarını bilemedik. Oysa öğretmenimiz bunların tamamını bize öğretmişti. Öğretmenimizin hiçbir hatası yok. Hata bizlerde. O nedenle, sizden özür diliyoruz. Ne olur bizim yüzümüzden öğretmenimizin notunu kırmayınız. Öğretmenimizi çok seviyoruz. Zaten bazı soruları bilmeyerek O’nu üzdük. Notu da az gelirse daha çok üzülecek.”
Burcu’nun bu sözleri beni sarstı. Bu ne biçim konuşmaydı, bu ne biçim duyguydu. Öğretmeni sevmek bu muydu acaba? “Keşke bu öğretmenin yerinde ben olsaydım” diye gıpta ettim. Öğrencisinin öğretmenini böyle sevebilmesi, öğretmeni tarafından daha çok sevilmesinden kaynaklanabilirdi. Sevilmeyen sevemezdi çünkü. Çocuklara hitaben:
“Ben sizlerin ne kadar mükemmel yetiştirildiğinizi gördüm. Sadece bilgi düzeyinde yetişmek yeterli değil elbet. Eğitim bir insanda güzel özelliklerin de bulunmasını amaçlar. Bunlar; medeni olma, yardımlaşma, dürüst olma, hoş görülü olma, vefalı olma, sözünde durma, saygı ve SEVGİ gibi şeylerdir. Bu gün ben bunları sizlerde fazlasıyla gördüm. Özellikle de öğretmeninizi çok sevdiğinizi anladım. Demek ki öğretmeniniz sizi daha çok seviyor. Sevgiyi alamayan veremez.”
“Not vermeye gelince. Siz öğretmene not verilip verilmeyeceğini nereden biliyorsunuz?” Konuşmadan mahcup şekilde tebessüm ettiler.
Gülerek, “Sizleri tanımaktan çok mutluyum, haydi hoşça kalın.” dedim.
Bir anda bir alkış tufanı koptu. Hepsi ayağa kalkmıştı.
Buğulu gözlerle bana el sallayarak; “Güle güle öğretmenim, güle güle…Yine gelin öğretmenim…” temennilerinde bulundular.
Oldukça duygulanmıştım. Bu sesler içinde derslikten çıktım. Öğretmen de çıktı. Kendisini böyle bir sınıf yetiştirdiği için defalarca tebrik ettim.
“Çok teşekkür ederim efendim” diyerek saygı gösteren öğretmenimizin o mütevazı tavrı karşısında derslikten uzaklaşırken, “hala bir şeyler yapamadığını sanıyor” ne kadar yüce ve önemli olduğunun farkında değil.
Saygı duyulacak birileri varsa işte “böylesi öğretmenlerdir” dedim.