Ağır
ağır merdivenlerden indim. Eski binanın eski merdivenlerinden son kez inmiştim.
Koskoca bir kapısı vardı yaşlı binanın, kapalıydı ve sonbahar rüzgarının
sürüklediği sararmış yapraklar kapının altından içeri giriyordu. Benim gibi
sararmış yapraklar, benim gibi yorgun. Ben giderken onlar geliyordu, sanki
sığınıyorlardı bu yaşlı mekanın doğasına. Hayatımda ilk kez yaprakları
kıskanıyordum. Burada kalmak için neler verirdim, yaprak olarak kalmak bile
artık hayalden de öteydi, ne yazık ki.
Kapıyı
açtım, sonbahar rüzgarı ve üzerinde taşıdığı gelecek yağmurun habercisi olan su
damlacıkları yüzüme çarptı. Derin bir nefes aldım. Sokağın hemen karşısında ki çıktığım bina kadar eski ve yaşlı binaya
da selam vermek geldi içimden. Bir basamak aşağı indim ve bir elim halen kapıyı
tutuyordu. Yıllarca her çıktığımda güvenlik için özenle kapadığım kapıyı bu
sefer kapatamıyordum. O sırada karşımda belirdi, komşumun minik kızı. Şaşkın
bir ifadeyle karşımda ve gözlerini kırpmadan bana bakıyordu.
-Gidiyor musun
Rıfat Amca ?
İlk
okul dördüncü sınıfa gidiyordu minik Leyla. Bu binada doğmuştu ve bu yaşlı
binada var olan tek minik hayattı. Her gördüğünde benimle konuşur, benimle
dertleşir ve beni çok severdi. Gözlerine bakamadım, başımı eğip “Evet,
gidiyorum” dedim ve kapıyı açık tutarak içeri geçmesini bekledim. Gözlerini
benden ayırmadan, yüzüme baka baka içeri girdi. Son bir gözlerine baktım, dolu
dolu, ağlamak üzere pırıl pırıl gözler bana bakıyordu ve başımı öne eğip oradan
ayrıldım. Arkamdan bakıyordu, sokağın köşesini döndüğümde hiçbir şey
kalmamıştı; dönüp baksam da görecek bir şey yoktu artık.
Birden
durdum ve kendi kendime kızdım. Keşke! Evet keşke kızcağıza bir gülümseseydim.
Bir tebessümle ayrılsaydım. Zaten ne verebilmiştim ki ona. Hangi bayram
geldiğinde bir harçlık ya da bir mendil, o da olmadı bir şeker. Utandım hem de
çok utandım, son defa hiç olmazsa bir tebessüm ile ayrılabilirdim.
Elimdeki
bavul içerisinde üç parça eşya olmasına rağmen bana ağır geliyordu. Bu kadar mı
yaşlanmıştım ? Bu kadar mı çabuk geçmişti seneler ve bu kadar yalnız kalacağımı
hiç tahmin etmemiştim. Otobüs durağı gözüktü. Bir otobüs, sonrasında bir vapur,
ondan sonra da bir tren beni buralardan götürecekti; hayır buralardan
silecekti. Neden huzur evleri hep çok uzaklarda olur. Bir daha geri dönmemek
için mi?
Otobüs
durağında oturdum ve düşünmeye başladım. Buraları bırakmak, birden benim için
ikinci dereceye düşmüş, minik Leyla için daha karamsar kalmıştım. Aslında onu
ne çok özlemiştim. Keşke o benim torunum olsaydı ya da ben genç olsaydım o da
benim kızım olsaydı. Geç bunları Rıfat, keşke o minicik yanaklarından,
gözlerinden öpseydim. Hoşça kal deseydim, keşke hiç olmazsa bir tebessüm
etseydim.
Otobüs
geldi, bindim. Artık kesin gidiyordum. Çocukluğumdan beri yaşadığım bu yerler
artık beni taşıyamıyordu. Bir ağaç olsam ya da bir elektrik direği. Burada
kalacak bir kuru yaprak olmaya bile razıydım. Nafile artık, ben yaşlı, aciz ve
yalnız bir adamım, bu, geriye kalan yalnızca bu.
Vapurda
üşümeden hafif bir rüzgara maruz kalabileceğim bir yerde oturdum. Sonra trende
dışarıyı rahat görebileceğim bir yere. Yolculuk bitti. İstasyonda
karşılayacaklardı, bir görevli beni götürecekti. Öyle de oldu. Bilmediğim bir
yerde, yeni sayılabilecek bir binada, bir odadayım. Yine yalnızım. Oysa ki gözlerimi
kapadığımda yaşlı binada evimde gibiyim. Evden çıkarken kapının altında gördüğüm
yapraklar ve minik Leyla…
Hiçbir
şey önemli değilmiş aslında, en son yaşanan duygular koca ömrümü ezdi geçti,
ahh! Keşke şu kıza bir tebessüm etseydim, o dolu dolu gözlerini öpüp son bir
kez sarılsaydım. Meğer hayatımdaki son varlık minik Leyla imiş. Keşke kendine
iyi bak, derslerine çok çalış, sen çok önemli biri olacaksın deseydim.
Bir adres, bir
telefon verseydim.
Keşke bir
gülümseseydim…
Kapı çaldı, “Buyrun”
dedim. Kıyafetinden belliydi, bir görevli kısık bir sesle “Amcacığım yemeğe
inebilirsiniz, iyi akşamlar.” dedi ve yavaşça kapıyı örttü.
Bir lokma bile
yemek istemiyordum. Üzgündüm, pişmandım. Yorgundum. Artık çok yaşlıydım. Oturduğum
yatağa uzandım, gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Ağlamayı unuttuğumu sanıyordum
ama ağlıyordum; çocuklar gibi. Sanırım Leyla’da arkamdan böyle ağlamıştı. Minik
kızım benim…
Keşke diye
gözlerimi kapadım, keşke son bir kez sarılıp, keşke son bir kez gülümseseydim.
Keşke son bir kez
daha Leyla’yı görebilseydim.
…
Ve bir daha
gözlerim açılmadı, denedim… açamadım,
Anladım…