Dedi sakince, yaşlı ama o narin sesiyle
annesi. Yaşlı elleriyle kızının saçlarını okşadı, saçlarını öptü ve kokladı
kızını. Annesinin kokusuyla her sabah ki
gibi huzurla uyandı Nilgün, annesine sarıldı ve kokusunu içine çekti. O kısacık
anın ardından yüreği acıdı, ya bir gün olmazsa diye düşündü ve daha güçlü sarıldı. Yıllar geçtikçe daha
fazla hissediyordu bu duyguyu.
Nilgün otuz iki yaşına gireli birkaç gün
olmuştu. Annesi ile birlikte babadan kalma küçük bir evde yaşıyorlardı ve başka
kimseleri yoktu. Nilgün çalışıyordu ve küçük
bir maaşla evi geçindiriyordu. Her sabah, annesi huzurla uyandırırdı onu ve işe
gitmesi için hazırlardı. Yiğit kızım derdi ve yardımcı olurdu giyinmesine, ipek
saçlarını taramasına, evden çıkarken bir şey unutmamasına. Nilgün görmüyordu.
Küçük yaşta atlatamadığı bir hastalık almıştı o güzel gözlerinden ışığı.
Sık sık son aklında kalan, gözleri ile görmüş
olduğu ne varsa ve hatırladığı, sessiz akşamlarda annesine anlatırdı. Bazı
anılar yüzlerinde tebessüm yaratır, bazı anılarsa sevgilerini göz yaşları ile
harmanlardı. Babasını da hatırlayabiliyordu, sesini duyabiliyorum sanki derdi,
sonra annesinden babasını dinlerdi. Uzun uzun; nasıl giyinirdi, nerelere
giderlerdi, neler yaşamışlardı. Böylece Nilgün’ün karanlık dünyası aydınlanırdı
anıların sızan ışıltılarıyla.
İkisinin de ortak bir korkusu vardı.
Annesi, “Bir gün ben ölürsem kızım ne olacak” diye için için düşünür, Nilgün’
de “Bir gün annem olmazsa ben ne olacağım” diye yüreğini karartırdı. Bazı
zamanlar sarılır annesine ağlar, ağzından kaçırıverirdi yüreğindeki endişeyi.
Annesi dik durur, üzüntüsünü saklar ve şimdi düşünmeyelim kızım derdi.
Nilgün altı yıldır, eldiven ve şapka diken
bir tekstil atölyesinde çalışıyordu. Biten ürünleri sayarak karton kutulara
dizerdi. Yıllardır işi buydu ve memnundu. Ayrıca çalıştığı için daha fazla
güven duyuyordu. İşine gitmek için her sabah sokağın köşesindeki durağa kadar
yürür, saatinde gelen otobüse ineceği durağı hatırlatarak binerdi.
Bir sabah yine yola çıktı, saatinde
otobüsüne bindi ve koltukları yoklayıp, ancak arkalarda boş bir yer bulabildi.
Uzun bir kışın ardından otobüsün camından geçen güneş ışığını göremese de
ısısını hissediyordu. Giderek otobüsün kalabalıklaştığını, ayakta kalan
insanların artan konuşma gürültülerinden anlıyordu. Gürültü arttıkça
tedirginliği artıyor ve durağı geçme ihtimali Nilgün’ü huzursuz ediyordu. O gün
gürültü her zamanki gürültüden çok daha fazlaydı, neredeyse kendi iç sesini,
düşüncelerini duyamıyordu. İlk kez bu kadar boğulmuş hissediyordu kendisini.
Bir önceki otobüsün arızalanması neden olmuştu bindiği otobüsün bu kadar kalabalıklaşmasına.
Yanındaki
insanlara duyuracak biçimde seslendi:
-Güzelce Durağına
geldik mi acaba? Diye sordu. Hemen yanıt alamadı. Kısa bir süre sonra “Güzelce’
yi geçtik sanırım.” cevabını duydu. Hemen yerinden kalktı, oldukça tedirginleşmiş
ve üzülmüştü. Kalabalığın arasında güçlükle otobüs şoförüne ulaşmaya çalışıyor,
insanlardan geçmek için izin istiyordu. Biri huysuz bir ifadeyle,
-Yavaş be! Nereye
gidiyorsun be kardeşim! dedi.
-Otobüs durağını geçmişim,
şoföre ulaşmam lazım.
Nilgün’ün yüzüne
bile bakmaya gerek duymayan adam:
-Uyumasaydın
kardeşim. Hem düğmeye bassana ya!… Niye gidiyorsun ön tarafa?
Nilgün:
-Ben görmüyorum. Nerede
inerim, nasıl dönerim? Sormam lazım. Dedi
-İyiii, diye
karşılık verdi adam ve sustu. O kısa anda Nilgün duyduğunu anlamaya çalışıyordu,
“iyi” ne demekti? Görmediğin için oh olsun anlamında mı yoksa tamam
geçebilirsin anlamında mı? Bir yandan aracın önüne, şoföre yaklaştığını anladı
ve
-Güzelce’yi kaç durak geçtik ?
-İki durak geçtik,
sizi indiniz sandım; şimdiki durakta indireyim, geri gidersin.
-Olur, lütfen.
Otobüs durakta
durdu ve Nilgün otobüsten indi. Nerede indi, karşıya nasıl geçecek, binmesi
gereken otobüsü nasıl ayırt edecek bilemiyordu. Sakinliğini korumaya çalışsa da
tedirginliği giderek artıyordu. Tam o sırada çok düzgün bir ifadeyle bir adam
Nilgün’e seslendi,
-Afedersiniz, ben size
yardım edebilirim. Ben de şimdi indim aynı otobüsten, Güzelce Durağına
dönebilmeniz için karşı ki duraktan gidemezsiniz. Az ilerisinde yan yol çıkışı
var, oradaki duraktan gidebilirsiniz veya buradan geriye de yürüyebilirsiniz fakat
mesafe iki kilometreden fazladır sanırım. Dedi.
Güven veren bir
sesti, bir beyefendi olmalıydı ama itimat etmeli miydi? Cep telefonuyla
annesini arasa kadıncağız korkabilir, üzülebilirdi. Halbuki şu sendromu
atlatırsa ne annesi üzülecek ne de bir daha otobüste şoförden uzak bir noktaya
ömrü billah gitmeyecekti.
-Teşekkür ederim
dedi. Nilgün
-Buyrun, üst
geçitten geçelim. Dedi sesin sahibi.
-Sizi yolunuzdan
alıkoymayayım?
-Ne demek,
O sırada başka
biri seslendi,
-Ertuğrul Bey
merhaba !
-Merhaba
-Sizin
çalıştığınız şirket karşı taraftan üç durak ötede değil mi? Mutlaka öğlen gibi
gitmem gerekiyor da.
-Evet ama yanyolda
ki duraktan binmelisin, kolay gelsin.
Bu soru Nilgün’ü
şaşırttı. Bu soruya ve cevabına göre yardımcı olan kişi de Nilgün’le kaçırdığı
durakta inmiş olması gerekiyordu. Nilgün’ün endişesi biraz daha arttı. Bütün dikkati
endişe ile atan kalbi ve kulakları arasında gidip geliyordu. Adam sordu:
-Adınızı
öğrenebilir miyim?
-Nilgün
-Nilgün Hanım çok memnun
oldum, benim adım da Ertuğrul.
-Ertuğrul Bey ben
de memnun oldum ve ayrıca teşekkür ederim, yardımınız için.
-Estağfurullah
Nilgün, bastonunu
çıkardı ve yavaş yavaş yürümeye başladılar. Nilgün çok endişelenmişti. Otobüs
durağına varırsa endişesinin bir kısmı, otobüse binebilirse ki özellikle doğru
otobüse bindiğine emin olursa endişesinin büyük kısmı, işine varabilir ise
endişesinin tamamı ortadan kalkacaktı. Bunlar aksamazsa akşam evine
dönebilecekti. Bunu hesaplamıştı. Bunlardan birinde aksilik olursa ne
yapabileceğini de düşünmeye başladı. Otobüs durağına gidemezse, ya otobüse
binemezse ya da yanlış otobüse binerse, bindirilirse, işine gidemezse,
hepsinden öte bir daha evine dönemezse; ya annesi… Nilgün’ ün gözünde bir yaş
belirmişti ki,
-Otobüs durağına
geldik. Dedi Ertuğrul Bey
-Çok iyi!
-Nilgün Hanım,
tedirgin değilsiniz değil mi?
-Yok, yok değilim,
ilk kez böyle oldu, malum işime zamanında gitmeliyim. Dedi ama yüreği
ağlıyordu, gizli gizli.
-İşte, otobüsümüz
geldi, dedi Ertuğrul Bey.
Nilgün daha derin
düşünmeye başladı, duyduğu “otobüsümüz” sözü artık normal değildi. Evet bu
sözün üzerine aynı durağa gidecekleri belki de sabah binmiş olduğu otobüste,
durağı kaçırmasaydı aynı durakta inmiş olacakları kesindi. O zaman bu kişi
neden yanındaydı?
Otobüsün kapısı
açıldı. Otobüse binerken Nilgün biraz titreyen bir sesle şoföre sordu,
-Güzelce Durağından
geçiyorsunuz değil mi?
-Evet, dedi şoför.
Nilgün derin bir nefes aldı. Nilgün’ün endişesi yarı yarıya azalmıştı. Kısmen
boş gelen otobüsün kapıya en yakın ikili koltuğuna oturdular.
Nilgün,
-Ertuğrul Bey size
tekrar çok teşekkür ediyorum, bana yardımcı olduğunuz için.
-Ne demek Nilgün
Hanım. Estağfurullah.
-Ertuğrul Bey,.. aslında
siz de ilk otobüste, yani benim indiğim otobüste Güzelce Durağında inecektiniz
değil mi?...
Diye sordu Nilgün,
her zaman sahip olduğu, annesinin “yiğit kızım” diye boşuna söylemediği keskin cesaretiyle. Ertuğrul Bey bir
süre yanıt veremedi, önüne baktı, Nilgün’ün yüzüne baktı, biraz camdan dışarı
bakıp tekrar yüzünü Nilgün’e çevirdiğinde Ertuğrul Bey’in gözünde bir damla yaş,
yüzünde çocuksu bir masumiyet vardı. O da bütün cesaretini toplayıp,
-Doğru diyorsunuz
Nilgün Hanım, biz yıllardır her sabah aynı durakta ineriz. Her sabah görürüm
sizi. Hatta güzel yüzünüzü göremezsem günüm ters gidecek diye düşünürüm. Bazen
sesinizi duyarım ve kalbime huzur dolar. Böyle işte… Bu sabah durağınızda
inmeyince, kalabalık nedeniyle terslik yaşadığınızı anladım, ben de inmedim.
Nilgün yaşamış
olduğu endişenin farklı bir duyguya dönüşmeye çalıştığını hissediyordu. Yüreği
ısındı, akşamları radyo tiyatrolarında dinlediği, dinlerken özlem duyduğu ve kendisinden çok uzakta kalmış sandığı aşk
kavramının onun için de bir gerçek olabileceğini yüreğinde hissetti. Ertuğrul Bey ise gözünden süzülen yaşın
aşkının evrimi olduğunu anlamıştı. Yıllardır taşıdığı bu sevginin ve sevgisinin
getirdiği takibin bugün meyvelerini almış gibiydi.
Nilgün:
-Keşke sizi
görebilseydim Ertuğrul Bey ama çok iyi bir kalbiniz var, anladım…
-Nilgün Hanım eğer
kalbimi görebiliyorsanız oradaki yerinizi de anlamışsınızdır sanıyorum, dedi ve
ekledi Ertuğrul Bey,
-O güzel gözlerinizle
göremeyebilirsiniz, bu sizin için hayatı çok zor, çok karmaşık yapıyordur,
tahmin edebiliyorum. Sizin için hissettiğim, yıllardır taşıdığım duygular
kalbimi sizin gözleriniz yapabilecek kadar güçlü. Umarım hayatımızın geri kalan
yolunu beraber yürümek nasip olur.
Nilgün:
-Kalbinizi
görebiliyorum Ertuğrul Bey;.. duydunuz mu?! İlk kez, görebiliyorum dedim. Diyerek gülümsedi Nilgün.
Ertuğrul Bey :
-Nilgün Hanım
biliyor musunuz? Yine durağı geçtik…
-Yapmayın!.. dedi
Nilgün, kalem kaşlarını çattı ama yüzünde bir gülümseme vardı.
Sonrasında gülüştüler
bu duruma.
Geçmiş oldukları
bir duraktı bu sefer, indiler ve konuşa konuşa geriye yürüdüler. Geriye
yürürken sevginin eşiğinden geçmişlerdi ve ileriye yürüyorlardı aslında, mutlu
bir geleceğe…
Nilgün Hanım ve
Ertuğrul Bey
Nilgün’ ün hayat zorlukları, yaşamış
olduğu ve yaşayacak olduğu sıkıntılar onun için görememenin, bir başkası
için duyamamanın, konuşamamanın ya da yürüyememenin getirdiği engeller ve kederler ancak sevgi ya da sıcak
kalplerin huzuru ile giderilebilir. Toplumların anlayış ve sevgi kavramları, ancak
bireylerin kalplerinde, arkadaşların dostluğunda, anne ve babaların şefkatinde
ve tüm insanlar için ruhu engelli olmayan düşüncelerin aydınlığında biçimlenebilirse yok edebilir tüm engelleri, hem de
sonsuza kadar…
Ertan Kargıtuğ VIII.2014