Sükûtu mesken edinmiş
bir ömrün son yarısı belki. Belki de son demi o ötelenmiş, yaftalanmış
imgelerin sağdıcı yalnız ve suskun dervişvari yoksunluk tefe konmuşken
ihtişamlı gölgeler tarafınca.
Bir tarafımda sen’li
cümleler asla biz’e tekabül edemeyecek ve bir tarafımda tekil ve sakil
yadsımazlığı ta ki buzdağının görünmez kitlesi boylamışken dibi. Dibi boylayan
onca safsata gerçekçi boyutuna hibe edilmiş sayısız yalan ile bezeli…
Onca edilgen zihniyet
bir adım uzağımda usa dair, uzantısı pek çok açılım ile irdelenmiş.
Kılı kırk yaran ne çok
farazi eylem. Asrın indirgendiği beşeri vasıflar fazlasıyla istem dışı bir
yadırgamazlıkla soyutlanmış üstelik.
Ve somut tüm o edimler
fırsatçı ve yeknesak düzeneğin ötelediği yarınlara ulaşmak adına.
Basite indirgersek,
varoluşçu zihniyetlerin kimlik kazanımı adına sürdürdüğü o edilgen arayış tüm
yetkin yetilerini devreye sokup kazanımlarını en tepeye yığma gayreti ile
üstelik. Belki bir illet belki sıradan ama sonuç itibariyle reşit yetilerin
ergen dehşeti hala arayışa odaklı.
Ahenksiz devinimin
alengirli işleyişi sürece uyum gayreti ile güdümünde iken onca zaruret.
Rivayet o ki…
Garip gönlün konduğu
nice çiçek kâh klasik bir sevi diliyle romantik bir üzünç eşliğinde kâh
romantizmin ılık esintisi taşırken çiçek tohumlarını gönülden gönle.
Sonsuza meyletmiş
ruhani vasıfların gölgesinde seyrelen ne çok kâfir duygu.
Sona tekabül etse de
hayatlar engin boşlukları kat etmeksizin seyrelen nice düşüngeç.
Gizemin çekiciliğinin
günah çağrıştıran o tınısı ki günahların ödenmemiş suretlerinde çalan nice
ıslık.
Sahip olmasak bile haiz
olduğumuza dibine kadar inandığımız ve güven telkin eden müthiş bir merakla
taklit edilesi sayısız müphem veri ışığında nöbete dururken vasıfsız yargılar
hatta sayısız yergi kabulü ayrı inkârı ayrı zor. Düşünüyorum, düşünüyorum da
erişimi ihtimal dışı o sorunun olmayan cevabına tekabül ederken onca şık arz-ı
endam etmişken teker teker.
Sıradan bir gün ve
sıradan bir kahraman gibi gözükse de karşılaştıklarımız zihniyetlerin o
vurdumduymazlığı değil mi çalıntı özgürlüklerimizin fazlasıyla hicap edilesi
yeknesaklığı…
Makamından ya da
tahtından feragat eden birer kralız oysa birbirimizin nezdinde tebaasına vaatte
bulunan olmazın oluru olsa olsa ya da kötünün iyisi belli ki bir zaruret
edinimi karalanmayı bekleyen.
Karalarken vicdanları,
köreltirken inancı ve yüksünmezken utancımızdan ölürcesine niyaz etsek de
değişmeyen tek gerçek. Saçma sapan bir imge belki de her birimizin
eşleştiğimize inandığı o ruh ikizi. İkilemlerin seyrinde ve iklimlerin
gölgesinde ne çok muafiyet yetiler can çekişirken hatta devinen o sarkaç ana
odaklı ve beklerken beklendiğimize inandığımız o gizil kimliği gelmeyeceğini
bilip de itiraf etmekten yüksündüğümüz. Ne de olsa her materyalin ve her
izleğin bir ruh var aynı mekânın özdeşleştiği bir ruhani süreç hatta neşe gibi.
Hevesimiz kursağında
kaldı kim bilir kaç kez yarını parsellerken yaşadığımız an ya da terk etmeye
hazırlandığımız bedenler sayısız hücreden ve anıdan mükellef. Bir kere
ölmektense öldürmek günü eşiğinde ölümün. Yeniden doğmayı farz kılarken o evrim
süreci üstelik dünyanın yaratıldığı ilk andan itibaren…
Sefalete doğru evrilmiş
öğeleri kayıp cümleler dilbilgisi hatalarından arınmış ve yazarken kalem yüzüm
gözüm mürekkebe bulaşmış.
Damarlarımda akan kanın
rengi bile lacivert tanıştım tanışalı bu yazma dürtüsü ile ve yerleşmişken arzu
ve dileklerimin mihrabına.
‘’Hadi bakalım, tut
günün muhasebesini’’ dercesine rakamlarla olan tanışıklığımı çoktan devrettim
harflere. Eksensiz, hanesiz, sessiz ve nasıl da uysal her biri. Aralarında
canhıraş bir telaşla adımı çağırırken o çığırtkan imgeleri de satır aralarına
nasıl da serpiştirdim.
Bir gül bahçesinin tam
da ortasındayım ara sıra batıp yüzümü gözümü çizse de dikenler: Kanatan ama can
veren… Can yakan ama ruhuma enjekte ettiğim o panzehir, cümlelerden ibaret
ölüme koşullanmış bedenimin tek çıkış noktası hatta kayıp ruhumun da iştirak
ettiği ve yeniden doğduğum doğururken her yeni hikâyeyi kendimi bile
inandırdığım o mutlu sona odaklı.
Hangi aşk neye meyletse
de kim bilebilir ki mutluluğa tekabül eden bir imgelenmenin ışığında raks
edeceğini. Yine de ümitvar bir tahakkümle çıkmak yola her yeni gün sona ermese
de. İsabetli bir vuruşla hedefi on ikiden yakalayan bir sanı mıdır yoksa
kifayetsiz varlıkların eş güdümlü birlikteliği mi ambiyansı çoktan teyit edilmiş…
Yoksa bakir ve ıssız bir ova mıdır buluşma noktası iki yaralı yüreğin… Mucize
kabilinden doğmak kadar kutsal ve imkânsız belki de…
Kayıp şehirlerin ölü
insanları kadar korkutucu bir kefaret ödenen kâfir ve yoz sayısız yanılsama
esir almışken. Yine de yeniden diyebilmek her terk edişin gıyabında yeni bir
hikâyeye başlamak kahramanı isimsiz ve imgesiz ve değişmeyen tek kural:
Var olmanın ve sevdanın
dayanılmaz hafifliği iki kayıp ruh esaretindeyken kaderin…