Kaygısız günüm geçmiyor
ki hatırlamıyorum bile tarihini eş güdümlü kaygılarım düzene yenik düşmüşken.
Oturdum karşınıza
sevgili dostum hatta can yoldaşım. Kimden mi bahsediyorum… Fark eder mi
varlığını ifşa etsem ya da varlıklarını her nasılsa görmez gözlerle dönenip
duran bunca insan varken çevremde varsın hiçbir izahatta bulunmayayım.
Boş bir sandalyenin
kukla gölgesi ki izafi bir tanımlama olsa olsa hele ki benliğim böylesine coşku
doluyken bir Pazar ertesi.
Henüz adımlamadık yeni
haftanın girizgâhını. Adım diyoruz demesine de bir koşturuyoruz ki sormayın
gitsin.
Sıradan bir rehavet
çökmüş iken sabahın ilk saatlerinden kocaman bir vurdumduymazlıkla vurdum
kendimi yollara. Ne dün ne de yarın sadece anın hazzı güneş de eşlik etti mi
değmeyin keyfime.
Kaygı idi değil mi girizgâhı
şu anlatımın. İyi de hangi birini sayayım. Ne ise dem vurduğum ne ise
densizlerin göstergesi bu değil mi rotamı tayin eden bu yüzden ne kadar
teşekkür etsem de yeterli gelmez harici gölgelere. Mademki bu denli zaruri
yadsımak ya da yaftalamak alın benden de o kadar, diyemem. Demedim de
demeyeceğim de. Bu ne bir utanç ne bir itiraf ne de basit bir inkâr güdüsü ile çetrefili
bir anlatım. Sadece verdiğim değer bana verilmez iken zerresi. Genelleme yapmasam
da yok yok var bir tuhaflık. Alın işte, yine kaygı düzeyim tavan yaptı. Öyle ya;
edebi bir kaygı gütmem gerekirken günden dem vurdun ve onca zincirden ki koptu
kopacak. Ne de olsa sakıncalı bir devinim adına zincir denen. Benden iyi de
kimseler bilemez. Evet, iddia ediyorum o zincir bileşkesine dâhil olan tüm
istemlerimi ya da istem dışı ne varsa beni ben yapan.
Sürekli bir tekerleme
dönmekte zihnimde: Aklınıza ne gelirse. Önce hayatın bir muhasebesini yapıyorum
derken günün derken tüm söylemler hele ki kulağıma çalınanlar yok mu. Ne ifşa
ederim ne de rencide zira haysiyet değil mi insana en yakışan giysi ne var ki
yerini çalıntı roller ve maskeler aldı. Öyle ki çalınmadık hayalim kalmadı ben
çalmadık kapı bırakmazken.
Alın işte; paydos zili…
İyi de neyin paydosu ola ki? Yemek arası mı çay molası mı? İşte en sevdiğim de
bu: Özgür ruhumun kıvrımlarında dönenirken bağımsızlık duyguları tabi olmadığım
her ne ya da her kim ise. Denedim hem de taarruza izin verdim istimlâk
edilirken ruhum. Hayır, yanlış anlamayın sakın: Ne güdümüne girdim insanların
ne de hükmetmelerine izin verdim ki bahsettiğim ikili ilişkiler de değil. Soruyu
sormadım ama cevap vermek için nasıl da cebelleşiyorum her nedense. Huyum kurusun:
Hep açıklama yapma ihtiyacı gütmemden bir marifetmişçesine duygularımın dahi
hesabını veriyorum.
İyi de kimse böyle bir
gaye ne güder ne de aklına gelir benim aklıma gelen onca detayın yanında ne ki
iştigal ettikleri. Aklıma takıldı da bir Pazar ertesi… Ne mi? Çok şey…
Mesela avare avare
dolaşan onca insan. Eh, ne de olsa güzel bir tatil günü. Ruhlar da avare
edimler de.
Mutluluk emsali
gülücüklere pek rastlamadım desem yeri değil zira somurtuk hiçbir yüze
rastlamadım cadde boyunca. Cadde de cadde hani. Bırakınız ismini cismini ve
semtini ama açık olmam gerekirse başka dünyaların maliği onca insan zira yarım
saatlik bir mesafe aralığında bile kılık kıyafetten tutun ruh haline kadar her
şey ve herkes evrim geçirmekte. Kanıksamak zor değil: Paranın gücü ve satın
alma dürtüsünü karşılayan onca mağaza ve bir o kadar çekilen ziyafetler. Bütçelerin
zorlanmadığı meydanda yalnız ne yazık ki küçük bir azınlık mademki yolum düştü
oralara gözlem yapmaktan da geri kalmadım. Ne de olsa seksen bir milyonun temsil
etmiyor muyuz her birimiz? Ne yazık ki hayır zira genelleme yapmak akla zarar. Ters
istikamete gittim mi biliyorum ki bu mutlu azınlıktan tek birini dahi
göremeyeceğim.
Ülkenin koşulları da
meydanda insanların satın alma gücü de. Bir yanda paraya para demeyen para
babaları bir yanda ocağına incir ağacı dikilmiş büyük bir kitle. Ne siyasi
propaganda yapmak amacım ne de eleştirel bir bakış açısı getirmek ama görünen
köy de kılavuz istemiyor doğrusu.
Gözüm takıldı bir ara
bir mağazanın vitrinine ve içimden çığlık attım:’’Bunu almalıyım.’’ve fiyat
analizi yaparken gördüm ki sayılar bana bir oyun oynamakta ne yazık ki ben gibi
çok insanla rastlaştım bu kaosa dâhil olan. Sadece son haneye yerleşmiş ‘’sıfır’’ı
görme yetimi kaybettiğimi fark ettiğim ve aslında hiçbir değer taşımayan bu
sıfır rakamı öyle bir konuşlandırılmış ki son haneye.
Umurumda değil de sahip
olamadığım ya da tenezzül etmediğim tüketim mallarının hayalini kurmak ki haddi
hesabı yok iken yirmi dört saatlik süreçte kurduğum hayallerin. Bir eksik bir
fazla hiç sorun değil ama haricimdekileri düşününce benimle aynı olgunluğa ya
da saflığa nail olmamış hele ki çok genç yaştakilerin halini düşününce canım
acıyor. Her hangi bir giyim eşyası olmayabilir de alım gücünüzün yetmediği ama
ya canınızın çektiği bir gıda maddesi ise mutfağa sokarken zorlandığınız ve
hele ki gelir düzeyiniz de yetmiyorsa durum içler acısı. Kısıtlı bir bütçe ile
ay sonunu getirenler ya da getirmeye çalışanlar kim bilir kaç takla atıyor
bütçeyi denkleştirirken ki denkleştiği koca bir yanılgı. Bir tek mutfak masrafı
ya da üç beş giysi ile olmuyor ki gider ve gelirin denkliği. Ekonominin ivmesi
sürekli seyir değiştirmekte üstelik toplumun her kesimini etkileyen. Buna sağlık
harcamaların dahil etmedik bile hele ki demirbaş giderin diğer öğelerini de
kattık mı…
Kaygı demiştim değil mi
ya da korkular hayatı zorlaştıran aslında en korkutucu olan ölüm korkusu iken
benimki de laf mı…
Güzel bir günün
nihayetinde içinizi karartmaya hiç gerek yok. Gecikmeli de olsa eşlik eden
bahar güneşini küstürmeyelim değil mi…
Tüm yaptırımlar ve
isteklerimiz müdahil olalım ya da olmayalım ve ne kadar olumsuzluk varsa
yaşadığımız ve yaşama ihtimalinin çok da uzak olmadığı…
Günler devinirken ve
hayat kayıp akarken yeter ki koruyup kollayalım içimizde yeşeren mutluluğu. Zor
mu? Bazen hayli zor ama bir o kadar mümkün.
Her şeye rağmen hiçbir şey
keyfimizi kaçırmamalı. Ne kaygan zemin ne de mesul kılındıklarımız.