MÜZİK
Adam müzik dinliyordu. Dinlediği müzik, gerçekte, havadaki
molekülleri titreştiren mekanik kökenli bir enerjinin kopyalanışından başka bir
şey değildi. Ve adam düşündü: “Ben sadece havayı dinliyorum aslında. Hava yoksa
ses de yok. Ama maddeyi titreştirip, kulaktan beyne elektrik sinyalleri
ilettiren bu tınılar, nasıl oluyor da birbirinden farklı ruhları taşıyor? Ve
ruh, farkın idrakine varıyor? Bir köpek de belki farklı müzikleri ayıracaktır
ama, kendi gibi mi? Ve madem ses, sadece bir madde hareketi, neden bazı
şarkılar hüzünlendiriyor beni?
Ve adam durdu. Bir süre daha müziği dinledi. Ve dedi ki:
“Belki de, daha önce öğrenilip kaydedilen yaşantılardan dolayı… Geçmiş
tecrübelerle yenilerini devamlı birbirleriyle karşılaştıran ve gruplar halinde
düzenleyen beynin marifetleri… Ama öyle olsa bile, beyin kendi dünyasında
yaşıyor demektir. Ve dış dünyanın gerçekte ne olduğunu kim bilebilir?”
Ve adam sustu. Düşünce dindi. Kendini müziğe bıraktı. O artık
bir düşünce akışı değil, akıp giden müzikti; bir söz değil, sesti…
Ve adam bildi ki aslında ses yoktur, madde hareketidir, ve
madde yoktur, olan, ruhtur. “Ruh da bizce var” dedi idraki daha yücelere
erdiğinde kendisine de ait olmayacak adam. “Evet, ruh da yoktur bu yokluk
aleminde.”
Ve yokluk alemini varlık alemi zanneden ruhunun varlığına
güldü. Havadaki moleküllere enerji yükleyen bir güç olan gülüşü, kapalı
camlardan dışarıya sızamadı. Tıpkı bildiğini taşıyamayan düşünceleri ve
düşündüklerini yansıtamayan sözleri gibi…
PORSELEN BALIK
Kırmızı balık, nehirde yüzüyordu. Ve arkası mıknatıslı
porselen bir balık, beyaz bir zemine yapışık, duruyordu. Ve akvaryumlarda
binlerce balık vardı. Kırmızı balığı, daha iri, ve çok eski ataları mavi olan,
mor bir balık yuttu. Akvaryumlardaki binlerce balıktan yüzlercesi, kırmızı
balıktan biraz daha uzun yaşadı. Ama hepsinden önce, mıknatıslı porselen balık,
beyaz denizinden hoyratça çıkarılıp, sert mozaik zemine küçük bir el tarafından
atıldığında, parçalanmıştı. Fakat, kendisinden sonra ölen tüm balıklara rağmen,
o hala vardır; çünkü o aslında bir balık değil, balık şekli verilmiş, boyanmış,
arkasına mıknatıs yapıştırılmış bir porselendir; ve şimdi, dağınık parçaları
birleştirip, eksik parçaları zihinde tamamlandığında, dikkatli gözler
tarafından, “porselen bir balıkmış zamanında” denilen, varlığına verilen balık
imajı dağılan, ama ölmeyen, hala porselen olan ve göreceli olarak porselen
olmaya devam edecek bir maddedir. Bununla birlikte, daha dikkatli gözler, onun
porselenden oluşmuş bir madde değil,bir atomlar bütünü olduğunu, daha da
dikkatlileri atom altı parçacıklardan
oluşmuş bir frekans okyanusu olduğunu, çok daha dikkatlileri, varolan enerji
paketleri ya da dalgalar evreni olduğunu, en dikkatlileri ise, bir hiç olduğunu
görürler. Tıpkı kırmızı balık, mor balık ve akvaryumlardaki binlerce balık
gibi… Ve canlı balıkların, önce kavuşmuş olduğu sanılan hiçliğe, porselen
balığın ve hatta tüm balıkların, öteden beri hep sahip olduğunu düşünürler.