ÖLÜMSÜZ BİR SEVDA, EMSALSİZ BİR KADIN:

                            İLKİN HANIM!

                                Kılık kıyafet yönetmenliği gereği; takım elbise ütülü, bakımlı ve pırıl pırıl olmalıydı ayakkabıları. Bir tane ayakkabısı vardı zaten. Bir boyacı çocuğun boya sandığı önünde durdu. Sıra sıra dizilmişlerdi Belediye meydanındaki kaldırımda. Sevindi üstü başı yırtıklar içindeki çocuk. Ekmek parasıydı ne yapsın. Güneşli bir Eylül ayı.  Oturdu küçük sandalyeye ve sağ ayağını koydu sandıktaki o malum yere. Boyamaya başladı ayakkabıyı çocuk büyük bir gayret ve hevesle. “ – Değiştir !” sesiyle sol ayağını uzattı, bir yandan da seyre dalmıştı etrafını, gelip geçen insanları.

                                 Ve işte o an! Bir kıza takılı kaldı gözleri. Köprünün hemen sonunda olduğu yere doğru yürümekte olan o muhteşem varlık. Hiç böylesini görmemişti; her haliyle farklı, harikulade biriydi. Bir yangın düştü yüreğine o an. Tesadüflere inanmayan Murat, bu karşılaşmayı Allah’ın bir lütfu, işareti olarak algıladı. O kaderiydi. Uzun, perçemli, rüzgârda sağa sola savrulan siyah bakımlı saçları, endamı ve ritmik ceylan yürüyüşünde tarifsiz güzelliği ile oturdu heyecanla çarpan yüreğine. Bir başka âleme gitti adeta yanından geçerken kız. O kadar vakur ve asildi ki. Kömür karası gözlerini gördü bir lahza. Hiç bakmadı ve aynı muhteşem haliyle yürüyerek geçip giderken, sanki yüreğini de peşinden sürükler gibiydi. Takip etti o gidişi kafasını çevirerek, bir türlü alamıyordu gözlerini ondan. Donup kalmıştı, peşine takılıp takip etmek aklından bile geçmemişti. Orası Çarşamba İlçesiydi. Nasıl takip edebilirdi ki. Herkes birbirini tanıyor ve biliyorlardı ne yaptıklarını zaten. Boyacının ayakkabısına fırça darbeleri ile vurup “ – Değiştirsene Abi. Ne zamandır uyarıyorum. Oralı olduğun yok !” sesiyle irkilerek kendine geldi. Titriyordu, şaşkındı hala. Kimin nesiydi, kimdi o kız? Bu sorularla, içinde bir sevda başlangıcının sıcaklığı,  evinin yolunu tuttu mırıldanarak.

                                 Uyku tutmadı sabaha kadar. Aklında bin bir soru ve merakla kalktı. İştahı kesilmişti, zor içti bir bardak çayı. Her geçen günde daha da iştahsız, uykusuz ve durgun halde kaldı. Unutamıyordu karşılaştığı o anı. Gece gündüz yüreğinde bir sızı ve merakla kahrolmaktaydı.

                             Öylesine sessiz ve hiç farkında olmadan girdiğinden beri dünyasına;  sokaklar çığlık atıyordu, bir karanfilin göbeğinde. Güz çiğdemlerinin bir yağmur sonrası bitişi gibi öbek öbek  topraktan bitip yeşillere döndüğünde,  soluk alışları hızlandı bir gülün dudağında ve bütün yıldızları  gülüşü sandı yağmurlardan sonra. Bir balaban kuş gibi yüreği çırpınıyordu onun varlığı ile göğüs kafesinde; bir eylül’ün ürpertici serinliğinde teslim oldu emsalsiz gülüşüne, sımsıcak avuçlarına bıraktı ürkmeden, korkmadan cesurca. Bir çığ gibi büyütsün, hissetsin, ninnilerle  sevda şarkıları söylesin diye. Güle oynaya; belki de ölesiye yaşansın  gelincik kokulu sevdalar barikatlarında yaşamanın diye. 

                              Hep onu bekleyip durmuştu sanki   yüreği. Bir mucize gibiydi  gelişi; bir alem gibi bambaşka ve her şeye bedel. Hissediyordu kaderi olduğunu. Çünkü o artık her şeyde ve her yerde olandı. Gönlü yanmak da buram buram  sönmezcesine. Saçlarında yıldızlar var gibi, kıvılcımlar dolmakta alev alev. Gözler de ve dudaklarda kor gibi ateşler. Bu yangınlar sarmak da  dört bir yanını. Ah gelmeli, başını koymalıydı  göğsüne. Elleri! Ellerini  koymalıydı avuçlarına. Meltemli geceler, mehtap ve deniz… Şelale sesi suyun, uzayıp giden teraneleri cırcır böceklerinin. Güneş ve yıldızlar semada.  Aslında bu alemdeki her şey, bu cümbüşler, bu ebrulilikler hep onun  şerefineydi. Varsa yoksa o! Yetip de artıyordu  bile. Gördüğünden beri; en ferahlatıcı rüzgâr ondan esiyordu   her yönden. Onda  seyrediyordu denizlerin en mavisini. Med ve ceziri;  dalgaları kah azgın, kah sakin. Hele yok mu yakamozları, çıldırtıyordu Murat’ı. Onda idi çiçeklerin en solmazı ve müstesna rahiyası, meyvelerin cümlesi. O bir nimet, armağan, yüreğinde hüküm süren, saltanatı anlatılamayan güzelliğiyle. Ay renkli anlamlarla âlemler yüklü kara kömür gözleri. Kuğu gibi çıplak boynunda emsalsiz bir koku yüzerken, gülmeye hükümlü yanakları. İnci dudaklarında bale yapıyordu gülücükleri, oynuyordu çehresinde. Bir meleğin kokusu yayılır can bahçelerinden tenine ve o tanrısal bir güçle tekrar çiçek açtırandı kurak, susamış gönlüne. 

                   Kıskanmak hakkıydı, sahip olduklarından dolayı kendini. O umutların vahası, bir seraptı  ardına düşülen. Kolay olmayacaktı ona  ulaşmak, erişmek. Mutluluk, sevinç ve ışık dolu melekti  nice yürekleri dölleyen sevdasına. Onlar; kala kalacaklar ışıksız bir kavşak da. Açsa da açmasan da bekleyecekti Murat gönül kapısında..

                          Düğmelerini cömertçe çözmekte gün. Sevdalar her gün daha örer mi örer, ipliklerini gönüllerden gönüle. Ne ırmaklar fışkırıyordu gülücüklerinden şelale şelale. Ne güvercinler, ne serçe sürüleri besleniyordu yanaklarında. Bir orman soluması gibi yüreği. Ama o  nereden duyacaktı  ki?  Bak; menekşeler takmış mor mor saçına gece. Boynu bükük bir sözcük gibi saplanmaktaydı Murat’ın biçare, yorgun yüreğine. Unuttu her şeyi. Günlerden ne? Hangi ay dayız? Yıl kaç hicri veya rumi? Umurunda  değildi, hiçbir şey, varsa yoksa o…Keyfinden  uçuyordu rüyalarına girdiği gecelerin ertesi. Ve o sabahları sırf bu yüzden bütün gün, mutluluklar  yüzünde  gülücüklerle  geziyordu  adım adım, bir an önce gece olsun diye. Artık çiçekleri çalınmalı bahçelerin, çağlaları ağaçların. Ve güle oynaya belki de ölesiye yaşanmalı gelincik kokulu sevdaları barikatlarında yaşamanın.

                        Acılar, özlemler yaşamın suyu. Dolaşır bir bıçak gibi tenlerde. Bilezik gibi kollarında denizin dalgaları. Ve denizin sabahları, seğirmekte yüzünde. Bak etrafına; kayığına binmeye hazır nice sevdalar. Dalgalarıyla süslenip girmek için gönlüne. Ama gitmemeliydi onlarla. Zehirli hançerler taşındı  hep bağrında. Ve aheste adımlarıyla yaşamın, sisler içinde nice baharlar bırakıldı gerilerde! Can atıyordu; göz göze bir nisan yağmuru gibi bakışlarında dünyaya doğmak için yeniden . O kızla  yeni güne başlanabilse, renk kokardı çiçekler baştan başa. Umutlar her keresinde dev boyu, eksilmiyor işte.  Gönlü barut gibiydi sayesinde, dokunsa  yanıp patlayacak. Gözler hasret dolu buram buram, baksa ağlayacak! Korkmadan sarmalı, sevda herkese lazım. Gıdası hayatın. Karşı çıkılmalı  gerekirse kurallara, falcılara ,hocalara.. Sarmalıydı işte tüm güzelliği ve içtenliğiyle. Nazar değmesin..Tüh! Tühhh! Maşallah ! Hayaller ötesi güzelliğine.

( Do Re Mi .. Es- 16- başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 7.02.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu