Sadece ve sadece
yaşamaya çalışıyorum gölgelerin çok çok uzağında kalmak adına çabalarken.
Soluklandığım
satırların nezaretinde sığındığım imgelerin yalın tezahürü delip geçen: bazen
bir ok bazen sessizlik en derine saplanan.
Amaçsızlığın
hegemonyasında türetilmiş çaresizliğin imgelem gücünde seğirten bir kar
tanesiyim altı üstü: birazdan eriyip yokluğa karışacak. Yokluğun yoksunluğu
mademki yalın dokunuşu hayat denen zafiyet yüklü zaman yığınının belli ki
hiçlik katsayım tüm edilgenliğime gölge olmuş bir devinim ben kırılganlığı bir
meziyet bellemiş salkım saçak dolanırken ortalık yerde. Hayır, demek düşse idi
payıma tüm tedirginliğime rest çekip avaz avaz bağıracaktım. Ne malum çığlık
atmadığım ya da kimin umurunda mı demeliydim?
Mana yüklü anlamsızlık
tüm devingenliğinde saklı iken mizacımın yol vermişim vermemişim pek de önem
arz etmiyor ne de olsa bariyerlerin arkasında çıkış noktası arıyorum.
Farkındalık seviyesine bir gösterge mi yoksa tepkisizliğin zıt düştüğü hayat yolculuğu:
seğirten serçeler gibi ne yiyecek peşindeyim ne de… Sahi, sizce o minnacık
kuşların tüm derdi ekmek kırıntısı mı? İşte ayrıştığımız tek nokta zira daha
dün avucumdaydı o küçük serçe yavrusu üstelik bomboştu elim ama dolu hissettiği
gibi dolmuştu gözlerim o sığındığında avuç içime.
Bir kuş bile güvene
hasret iken…
Tüm yalıtılmışlığımızla
ruhumuzun kepenklerini indiriyoruz ve karşılaşıyoruz tam da yolun ortasında tüm
tutarsızlığımızla muhalif bir benliğe rest çekip aynı şarkıyı söylüyoruz ister
istemez hatta yüksünmeden ezberliyoruz baştan sona dile pelesenk olmuş
sözcükler bile sırt çevirmişken hala bekliyoruz neye mal olacağını bilmeden.
Zoru kolay kılan mı kolayı zora sokan mı? Ya anlam yüklü anlamsız yarılarımız
heder olmuşken konuşlandığımız benliğimiz mi bedenimiz mi sırra kadem basan
soruların cevabını merak dahi etmezken…
Sözcükler boş aslında
çünkü içimizden geçenleri yansıtmıyor: anlık bir dokunuş nüksederken
türetiyoruz ardı ardına ve tüketiyoruz tüketilmişliğimizi hesaba katmadan
amaçsızca soluklanıyoruz birbirimizin gölgesinde: sevmediğimiz ruhumuz kilit
vurmuşken sevmediğimiz kim varsa gözyaşı yüklüyoruz hicap yüklü bekleyişine
sonlandırırken hikâyesini kendi hikâyemizi yazıyoruz bir avazda. Sadece
mutlanacağımız tümceler kuruyoruz zafiyet yüklü egolarımızı baş tacı edip…
Sıradanlıkların
nezdinde sıra dışı yüklemleri yine yok ediyoruz öznesiz birlikteliklerini
görmezden gelip. Edilgen ruhların coğrafyasında sadece etkin ruhlar gövde
gösterisi yaparken soluklandığımız her kıtada eşlik ediyoruz güftesiz şarkıya…
Bir edim ve bir izlek
derken sonuçsuz bir rabıta kısacık ömürlerin nezdinde uzun çok uzun hayat
hikayeleri. Aşkların dirayetini sınayan adamlar ve kadınlar, hakkaniyet
bilmeyen sorgu hâkimleri ve sığıntı ve göstermelik mahkemelerde hak ve adalet
arayan insan öbekleri…
Ne güzel usul usul
sevmek hatta dokunmadan, görmeden yeter ki teğet geçmesin o izafi varlığı.
Müşkül kılan mı mağdur
eden mi? İkisi de değil sadece mutlandıran bir o kadar keyfi, telaşı tüm o
durağanlığın.
Kutsallığı ve imkânsızlığı
aslolan yine de istisnalar kaideyi bozmaz yeter ki ayrı kalmayın özümsemekten
ve hissetmekte aşk damarlarınızda dolaşırken her ne kadar görünmez ve ulaşılmaz
olsa da…
Ölümün şekillendirdiği,
isyanın günah kılındığı ve nimetlerin değerini bilmeyenler ile sınırlandırılmış
iken cennet duvarları pür-neşe masumiyet ilk kez anlaşılmanın vermiş olduğu o
huşu belki de saflığın meleklerdeki izdüşümü.
Zafiyetlerin
doğurganlığı mı başarı odaklı çağrışımlara verdiğimiz tepki yoksa asılsız bir
söylence mi o izafi gölgelerin çağrıştırdığı umutsuzluk ve derken pekişen
yaşama sevincimiz bir ölümlü olmamıza rağmen başarıyı peşkeş çekerken ruhumuza.
Tedirgin mizaçlar, yoksun bedenler ve zaafını görmezden gelip mutlu kılmak için
evreni mutsuzluğu çağrıştıran bir pekiştirece anlam yüklemek: Bir devinim yaşam
tüm muhalif tınısını duymazdan gelip hala evet hala odaklandığımız büyülü bir hikâye
kahramanını ellerimizle biçimlendirdiğimiz yeri geldi mi yok saydığımız daha
doğrusu yok sayıldığımız.
Kolektif bilincin bir
tepkisi belki de görsel hafızaya yüklediğimiz ve o esrikli mizaçlar tozutmuş
hatta coşmuş ama yok olmaya aday.
Gizemi sağaltan ne
varsa ve mutluluğu çağrıştıran: Bir edime sahip çıkmak mı geride kalan son
izlek mi bizi biz yapan ama görmezden gelinen. Hele ki o benmerkezci ve
yadsımaz tavırlarıyla görmezden gelindiğimiz ve sığıntı mizaçlarımız
özgüvenimizin kaybolduğu ama yine de umutların saklı tutulduğu…