Kafeteryada
sağa sola asılmış hoparlörlerden yabancı şarkılar yayılmaktaydı.
Bora Kavak, “Mamy
Blue” isimli şarkı çalınmaya başlayınca, dikkat kesilerek müziğin ritmine
uygun hareketler yapmaya başladı. Aynı müziği kafeteryanın dışındaki
hoparlörlerden solcu öğrenciler de dinleyerek şarkının ritmiyle uygun
hareketler yapıyorlardı. O daima, hem sağcıların, hem solcuların aynı
müştereklerde buluşmasının mümkün olabileceğini düşünürdü. “Ricky Shane’nin
Mamy Blue’si bunu becerebiliyorsa, yurtseverlik ideolojisi neden beceremiyor?”
diye düşünmekteyken, dışarıda ki solcu grubun yanına elinde şişkin bir poşetle gelen,
sınıf arkadaşı Metin’e dikkat kesildi. Metin, gruba el kol hareketleri ve
mimiklerle bir şeyler anlatıyordu. Onun, arkadaşlarına anlattığı şeylerin neler
olduğunu işitebilmeyi çok isterdi. Buradan bir tahminde bulunmak gerekiyorsa,
konuşmalarının arasında, elindeki poşete baktığına ya da onu gösterdiğine göre,
gruba poşet içindekiler hakkında bilgi veriyor olmalıydı.
Aynı
görüntüye Burhan da takmıştı kafasını. “Komünistleri görüyor musun abi?”diyerek
masadakilere Metin’in bir şeyler anlattığı grubu gösterdi. “Ekonomicinin
elindeki poşette, kitaplar var?”
Cemal,
Burhan’a, “ekonomicileri niye genelliyorsun kardaş?”diye çıkıştı. “Ben
de ekonomi okuyorum, Bora da, Hülya da… Bir sürü ekonomi okuyan kardaşımız
var…”
Burhan, “yok,
genellemiyorum abi… DıKapital okuyan ekonomicilerle bir tutar mıyım sizi hiç?”diyerek
sırıttı.
Ahmet,
dışarıdakileri göstererek, “gene kitap dağıtacaklardır bunlar,”dedi.
“Bir derse
ihtiyaçları var bunların.”
Kemal, “Ne
kitabı dağıtıyorlar bunlar?”diye sordu.
Paşa, “Nutuk’u
dağıtacak değiller ya... Karl Marks’ı dağıtıyorlardır…”dedi.
Halil Kaya
kafeteryaya girdiğinde bir masayı çevreleyerek oturmuş arkadaşlarını hararetli
bir sohbet içindeyken buldu.
Halil Kaya, “Selamünaleyküm!”diyerek
masaya geldi. Masadakiler onun selamını “Ve Aleykümselâm!”diyerek
aldılar.
Halil Kaya
elindeki evrakı masanın üstüne doğru attı. Attığı evrak piste inen uçak gibi
süzülerek masanın üstüne kondu. Paşa onu eline aldı, şöyle bir göz atıp, “Doktora
diplomanı almışsın?”dedi.
“Az önce
aldım.”
Paşa, ayağa
kalktı, heyecanla haykırdı: “Hey millet! Doktor Halil Kaya’yı alkışlayın!”
Kafeteryada
bulunanlar büyük bir curcuna ile alkışlamaya, ıslıkla tempo tutmaya ve
haykırmaya başlamıştılar.
“Helal olsun
sana Ayvalıklı!”
“Islatalım o
diplomayı!”
Masadakiler
ayaklanmış, her biri sevinç gösterisi yaparak Halil Kaya’yı tebrik etmişti.
“Sağ olun
arkadaşlar! Aslında ben buraya, vedalaşmaya geldim.”
Cemal, daha
önceden konuştukları için, “Halil Ayvalık’a gidiyor bugün,”dedi.
Paşa,
Cemal’e, “ev arkadaşın ile ayrılıyorsun, desen ya?” dedikten sonra
Halil’e dönerek, “Eşyalarını götürmüyorsan, yeni öğrencilere vermek için ben
alırım,”dedi.
Ona cevabı
yine Cemal verdi: “Götürmüyor. Bir ay sonra işbaşı için dönecek ya…”
Paşa
hatırlayarak, “haa, sahi,”diye söylendi.
Ahmet,
Cemal’e, “bu bir ay boyunca tek başına mı oturacaksın hangar gibi evde?”diye sordu.
“Ne hangarı
kardaş! İki göz ev… Hülya yerleşecek Halil’in odasına şimdilik…”
“Bora?”
“N’olmuş
Bora’ya?”
“Sevgilisine
seninle aynı evde kalmasına izin veriyor mu?”
Bora,
bozularak müdahale etti. “Hülya, ev arkadaşlarıyla anlaşmazlığa girdi. Ona
yeni bir ev ayarlayıncaya kadar, şimdilik Halil’in boşaltacağı odaya
yerleşecek… Hem bende takılırım onlarla.”
Cemal,
Ahmet’e sataşarak lafa girdi. “İstersen gel, Hülya’nın yerine, seninle
oturalım. Kiranın yarısını ödersen tabii…”
“Mümkün
değil! Senin evin yarı kirasıyla ben bir ay geçiniyorum.”
Kemal, lafa
karışarak, “herkesin babası seninki gibi mebus değil kardeşim,”dedi.
Burhan, “hem
de toprak ağası,”diyerek üsteledi.
Cemal,
arkadaşlarının esprilerine gülümseyerek, “şurada bir ay sonra dönecek Halil…
Hem oturmayacağı bir ayın yarı kirasını da ödedi zaten…”dedi.
Onun üstüne
daha fazla varmamak için herkes sustu.
Halil Kaya, “sizin
geyiğiniz bitmez,”diyerek ayaklandı. “Hadi ben vedalaşayım da gideyim…”
Sinan da, “Biz
de geliriz otogara, geçirmeğe,” diyerek ayaklandı.
Halil Kaya, “doğrudan
otogara gitmeyeceğim, başka işlerim de var. Burada ayrılalım,” diyerek
Sinan’ın elini tuttu, yanak yanağa öpüşmeyi andırır biçimde kafalarını
tokuşturdular.
Sinan, “iyi
madem, sen bilirsin,” diyerek onunla kucaklaştı.
Halil Kaya
masadakilerle sırayla aynı şekilde kafa tokuşturup kucaklaşmaya başladı. Öteki
masalardan gelenler de oldu. Yoğun bir vedalaşma töreni yaşanıyordu… Bora
vedalaşma sırası kendisine geldiğinde, “Hülya’yla gideceğin yerlere arabayla
götürüvereceğiz kanka,” diyerek orada vedalaşmayı kabul etmedi. Nihayet
herkesle vedalaştıktan sonra Halil Kaya, son bir kez, “Allahaısmarladık!”diyerek
el sallayıp Bora ve Hülya ile birlikte oradan ayrıldı.
Kafeteryadan
çıkıp otoparka doğru yürürken, Hülya, “e? buradan nereye?”diye sordu.
Halil Kaya, “evden
iki valiz ile bir çanta alacağız, sonra doğru otogara,”dedi.
“O kadarcık
mı? Hani başka yerlere gidecektin?”
“Yok yahu…
Gelmesinler diye öyle dedim.”
Gülüşerek
otoparka doğru gittiler.
*
Kafeteryada
kalanlardan Paşa, Metin’in solcu gruptan ayrılarak elindeki poşetle kafeteryaya
doğru geldiğini görünce dikkat kesildi.
“Anlarız
birazdan şu kitapların ne kitabı olduğunu.”
Kemal, “siz
gidin anlayın. Ben sizin kadar merak etmiyorum,”diyerek onlarla birlikte
hareket etmeyeceğini belirtti.
Sinan,
Paşa’ya, “Cemal’le Burhan’ı al git. Fazla kalabalık gerekmez,”dedi.
“Olur.”
Metin
kafeteryadan içeri geldi, salonun içindeki kalabalık masaların arasında
ilerleyerek birisine bakındı, aradığını göremeyince arka taraftaki başka bir
kapıdan çıkarak okulun koridoruna geldi. Koridor oldukça tenhaydı. Tek tük
öğrenciler gidip gelmekteydi. Koridor boyunca, hafif bir ıslıkla bir şarkı
üfleyerek ilerleyip, koridordaki tuvaletlerin kapısından girdi. O tuvalet kapısından
girerken, az önce onun çıkıp geldiği kapıdan bu defa, Paşa, Cemal ve Burhan
çıkarak tuvaletlere doğru gelmeye başladılar.
Metin açılan
hela kapısından çıktığı an, karşısında Paşa, Cemal ve Burhan dikildi.
Paşa,
sırıtarak, “Oo... Bakın kim var burada?” dedi.
Burhan, onu,
“solcu dangalaklardan birisi değil mi bu?” diye karşıladı.
Cemal, aynı
sınıfta okudukları Metin’e sokularak, “Okuldan köklerini bir türlü
kazıyamadığımız komünistlerden birisi...”diyerek tamamladı.
Paşa,
Metin’in elinde tuttuğu poşet torbayı almaya çalıştı. “Ver şu torbayı bir
bakalım. İçinde ne varmış!”
Metin,
poşeti teslim etmek istemedi. “Sizi ilgilendirmez. Ders kitaplarım var.”
Cemal,
arkadaşına yardım ederek poşeti zorla aldı, içindeki kitapları poşeti ters
çevirerek yere saçtı. Yere düşen kitaplardan birini alıp inceledi. “Manifesto...
Karl Marks... Sıçayım manifestonuza, geri zekâlılar!”
Cemal kitabı
Metin’in suratına çarpıp darp etmek ister gibi hareketlenince, Metin gerisin
geriye helâya kaçmak için davrandı. O an, Paşa tarafından yakalanıp çekildi.
Burhan da hemen arkadaşına yardım ederek diğer kolundan yakaladı. Metin iki
kişiye direnerek, itiş kakış ortaya getirildi. Cemal, iki arkadaşının
kollarından tuttuğu Metin’e sert bir yumruk vurdu. Metin aldığı darp ile yere
düştü. Cemal, Burhan’ı kapıya doğru ittirdi. “Kapıdan bak sen.”
Burhan, kapı
aralığına gidip dışarıyı gözlemeye başladı.
Cemal, “Seni
gidi komin seni! Demek propaganda kitapları dağıtacaksın ha!” diye
çıkışarak Metin’in karın boşluğuna sert bir tekme indirdi. “İstediğin bu mu,
ha?”
İkinci,
arkasından rast gele üçüncü tekmeleri savurdu.
Burhan, tuvaletlerin kapısına gelen bir öğrenciyi “Helâlar dolu kardeş. Daha
sonra gel,” diyerek durdurdu. Öğrenci, içeride olanları fark ederek
korkuyla oradan uzaklaştı.
Metin,
tekmeleri yedikçe acı ile iki büklüm kıvranıyordu, “Iıh! Ben kimseye bişey
dağıtmadım.”
Paşa, “Bunlar
ne? Ders kitabı mı?”diyerek elindeki kitabı salladı. “Bunu okursam, ben
de senin gibi komünist olur muyum?” diyerek sırıttı. “Ha haha! Hepinizin
boyunun ölçüsünü alacağız yakında!”dedi.
Cemal, bir
tekme daha atınca, Metin’in ağzına gelen tekme ile dudakları patlayıp kanamaya
başladı. “Bir şey dağıtmıyorsan, neden ayaklarımızın altında sürünüyorsun
madem, sevgili sınıf arkadaşım? Ha?”
Paşa,
eğilip, “Hiç olmazsa delikanlı gibi kabul et!” diyerek yakasına yapıştı
onun, “Öteki komünistlerle fısır fısır konuşup bunları dağıtmayı
programlamadınız mı?”
Metin, “Bunlar,
kendimizin. Kimseye dağıtmayacaktık, yahu!” diye inledi.
Paşa, “Neden
bunları dersliklere doğru götürüyordun madem?”diye sordu. Yerde yatan
gencin elinden tutup onu yerden kaldıracakmış gibi çekti. “Ha? Dağıtmayacaktın...
Bişey yapmayacaktın madem?”
Metin,
Paşa’nın onun ayağa kalkmasına yardımcı olacağını sanarak doğrulurken, Paşa’dan
göğsüne sert bir tekme daha yiyerek sırtüstü yere düştü.
“Bu, bizi
salak sanıyor galiba!”
Kapıda
gözcülük yapan Burhan, birden telaşa kapıldı. “Gelenler var!”Gelenlerin
arasında biraz önce kapıdan çevirdiği genci fark etti.
Paşa, “Kim?”diye sordu.
Burhan, “Komünistler
geliyor,”diye tekrarladı. “Az önce helâya sokmadığımız lavuk toplamış,
getirmiş.”
Daha büyük
bir telaşla, “bu yandan da… Bu yandan da geliyorlar!”diyerek içeri
kaçtı.
Paşa,
yerdekinin yanından ayrılarak, “Kaç kişiler?”diyerek geldi, kapı
aralığından koridorda iki tarafa bakındı. “Ne zaman toplandı bu şerefsizler
böyle!”
Burhan, “Köpek
sürüsü gibiler,”diyerek telaşlı hareketler içinde tuvaletlerin penceresini
açtı, demir parmaklıklı pencereden çıkmak mümkün değildi, onun niyeti de zaten
avluda dolanan tanıdık birisi görebilmekti. Hemen de amacına ulaştı, dışarıya
doğru, “Sebil!”diye seslendi.
Sebil diye
seslendiği kız pencere altına geldi. “Ne var?”
Burhan, “çabuk
kantine git, Sinan’lara solcular tuvaletlerde milliyetçileri sıkıştırmışlar de,
çabuk!”diye bağırdı.
Avludaki
kızla birlikte başka birkaç öğrenci daha hareketlendi. Karşılıklı laflar havada
uçuşmaya başladı.
“Komünistler
milliyetçileri dövüyormuş!”
“Faşistler,
arkadaşlarımızı sıkıştırmış…”
Paşa,
arkadaşlarını da yönlendirerek, “Gidelim... Dışarıdakilerle kapışarak yarma
harekâtı yapıp bizimkilerin yanına ulaşacağız,”diye seslenip kapıya
yöneldi.
Metin, “kaçın,
kaçın! Pis faşistler…”diyerek ağzındaki kanları Cemal’e doğru tükürdü. “Kaçamayacaksın!
Öldüreceğim ulan seni!... Ölüsün sen...” diye bağırmaya başladı.
Cemal, ona, “sen
de canın sıkıldıkça ölümle tehdit etmeye başladın beni, Isıracak köpek dişini
göstermez aslanım!” diye seslendikten sonra dışarı çıkarak kafeterya
yönünde hızlı adımlarla yürümeye başladı.
Paşa ile
Burhan da onun peşinden seğirttiler. Gelenlerden ikisi Cemal’in önünü kesip
elini kolunu yakaladıkları an Paşa geriden koşarak gelip onun elini tutanlardan
birine, adeta havada uçarak bir kafa geçirdi, kafayı yiyenle birlikte kendisi
de yere uçtu. Aynı şekilde Burhan’da saldırıya geçerek, yerdeki Paşa ile zapt
edilen kollarını kurtarmak için boğuşmaya başlamış olan Cemal’i hırpalamaya başlayan
grubun içine dalıp birinin burnuna denk getirerek bir yumruk savurdu.
Küfürleşmeler, bağrışmalar içinde kavganın şiddeti arttı.
O arada Ali
İhsan ve birkaç arkadaşı tuvaletlere girdiler ve yerdeki arkadaşlarını görünce
öfke ve şaşkınlıkla onun başına toplaştılar. Ali İhsan, yerdeki arkadaşını
kolundan çekerek ayağa dikitti.
“Tam
zamanında yetiştik galiba, ha?”
Metin, “Manyak
herifler, geberteceklerdi beni,” diye söylendi.
Ali İhsan, “öyle
bir niyetleri olsaydı gebertirlerdi,”diyerek onu lavabolara doğru götürdü.
Metin, “nereden
biliyorsun? Sopayı yiyen benim!” diye mızmızlandı.
“Şimdi de
onlar yiyor. N’olmuş?”
Metin’in kan
içindeki yüzünü inceleyerek, yaralara belenmiş tenini gördü. “Bu suratı
nasıl tamir edeceğiz bakalım!”
“Suratımı,
Cemal ismindeki kıro soktu bu hale!”
Gelenlerden
iriyarı olan birisi, Metin’in yüzündeki yaralara iyice öfkelenerek, “yürüyün,
şunların dersini verelim!”diye bağırıp dışarı doğru hareketlendi. Ali İhsan
ve Metin dışındakiler dışarı koşturarak kavgaya katıldılar.
Metin, yüzünü
yıkarken, “kitapları da saçtılar puştlar...” diye söylenmeyi sürdürdü. “O
kıroyu bir punduna getirip, gebertmezsem, şerefsiz, namussuz olayım!”
Ali İhsan,
onu, “getiririz bir punduna, gebertiriz,” diyerek destekledi.
Koridorda ki
patırtıyı bastıran bir ses tınladı birden: “Arkadaşlar! Nezih hoca
vurulmuş!”
Ani bir
“es”, sonra homurdanmalar:
“Kim
vurmuş!”
“Faşolar
vurmuş!”
Sinan ve
arkadaşları da toplaşıp gelerek kavgaya katılmışlardı.
“Kim? Kim?”
“Komünistler!”
Komünistler(!),
faşistler(!), bu defa Prof. Dr.Nezih Al’ın öcü için saldırdılar bir birlerine.
Koridorlardaki
çatışma patırtıları birden daha da arttı.
Koridorda bulunan amfilerdeki öğrenciler de amfilerdeki sıraları sökerek elde
ettikleri tahta parçaları ile dışarı çıkmışlar, koridorda iç içe müthiş bir
boğuşma başlamıştı.
En nihayet
koridora sığışamayınca kavga avluya taşındı.
Avluda doğu sporlarını andıran tekmeler, boks maçlarını anımsatan yumruklar,
karakucak güreşlerini anımsatan boğuşmalar, itişip kakışmalar, havada
uçuşmaktaydılar. Kimin kimi dövdüğü belli olmamaktaydı.
Bu iç içe
kavgalar epey sürdükten sonra gruplar mevzilerde yer almaya ve birbirlerine
taş, sopa, ellerine geçirebildikleri ne varsa, her şeyi fırlattılar. Bir
tarafın fırlattığı her şey ele geçirilir geçirilmez aynı şekilde karşı tarafa
fırlatılıyordu.
En nihayet
sirenler çala çala toplum polisi gelerek bu iki grubun ortasındaki boşlukta
yerlerini aldılar.
Polislerin
bu müdahalesi ile birlikte, az önce birbirlerine karşıdan karşıya taş, sopa
atanlar, saldırıya geçerek sıcak temas kurmaya başladılar. Panzerler onların
üzerine su fışkırtmaya, polisler biber gazı sıkmaya başladılar.
Başkomiser
Cevat Kavak, birbirlerine sıcak temas kuran iki öğrenci grubunun ortasına
daldı. Onu gören polis memurlarından bir kaçı daha bu iki grubun arasına daldı.
Başkomiser Cevat Kavak, öğrencilere isimleriyle hitap etmekteydi.“Paşa,
bırak o sopayı elinden. Geri çekil! Sinan, sen bu gençlerin önderi sayılırsın.
Bıraktır bu kavgayı şunlara… Cemal, Bora nerede? O da kavga ediyor mu?”
Cemal,
kafasını koltuğuna sıkıştırdığı birisini habire yumruklarken Başkomiser Cevat
Kavak’a, “Yok o… O, Halil’le otogara gitti…”dedi.
Başkomiser
Cevat Kavak, Cemal’in elinden kurtardığı solcu gence uzaklaşmasını söyledikten
sonra aynı genç yeni bir saldırıyla başka bir rakip öğrenciye saldırdı; ne
kadar müdahale etse, dil dökse de, kavga bir türlü durulmak bilmiyordu.
“Alın
şunları!”diye emirler yağdırdığı memurlarının, onun bu emirlerini yerine
getiremeyeceklerini o da biliyordu.
Ali İhsan,
Murat 124’ü kavganın olduğu avlunun yakınındaki yolda bıraktı, torpido gözünü
açıp oradaki tabancayı aldı, beline soktu, koşturarak kavganın olduğu yere
gitti. Kalabalığın içine girmeden, Metin’i aradı bir süre, sonra da gördüğü
arkadaşını çekiştirerek götürmeye çalıştı. Metin öyle hırslıydı ki, üstü başı
kan içerisindeydi ve hala tekmelerini, yumruklarını çalıştırarak birilerine
zarar vermeye çabalıyordu. Ali İhsan onu çekiştirmek isterken Metin, Ali
İhsan’ın belinde sokulu silahı fark ederek çekip aldı, Ali İhsan’ın elinden
kurtularak silahı da yirmi beş- otuz metre ötede birilerini yumruklama telaşı
içindeki Cemal’a yöneltti. Başkomiser Cevat Kavak Cemal’i kolundan çekerek
kavganın dışına doğru götürmek için hamle yaptığı an tabanca ateş aldı, kurşun,
Cemal’le itişen sırtı dönük Cevat Kavak’ın tam da sol kürek kemiğinin üstünden
kalbine saplandı. Adam bir külçe gibi orada yere yığılıverdi. Tabanca sesi
duyulduğunda panikle kaçışanlar, yerlere yatarak hedef küçültenler oldu. Ali
İhsan Metin’in kolundan çekiştirerek, onu adeta sürükleyerek götürdü, arabasına
bindirdi, hareket edip hızla uzaklaştı.
Cemal, “Cevat
Amcaaa!”diye bir çığlık atarak adamı kollarıyla kaldırmaya çalıştı. Hemen
resmi kıyafetli polislerden yardım edenler oldu, Cevat Kavak’ı kalabalığın
dışına, yolun kenarına taşıdılar. Üniversite içindeki Mavi Hastanenin
ambulansını istediler telefonla. Hemen beş yüz metre mesafeden ambulans tamı
tamına yirmi beş dakika sonra geldi. Yok, yok, bu yirmi beş dakikanın sadece on
dakikası ambulansın gelişine aitti, diğer onbeş dakika telefon etmek için
harcanmıştı.
O arada
Başkomiser Cevat Kavak, ölmüştü.