Sayfamdayım ve beyazın
tınısı ile buğuya dönen günün efkârı bir nebze de olsa dokunmazken ruhuna
gölgelerin, af diliyorum bilinmezin avucunda, sükûtuna vurulduğum rahvan gönlün
makamında sığındığım o isimsiz şarkıya. Ve dem vuruyorum yerli yersiz, sızlanmanın
çok ötesinde pembeye boyalı duvarlara boca ediyorum rahmetini aşk’ın yine de
derdim başımdan aşkın olsa da yönlediğim kıblede, biliyorum ki dokunmaktayım
gök kubbeye her ne kadar ulaşılmadığına rücu eden karanlığa siper tutmuşken
boykotunu beyaz bulutların.
An’a sığındığım ve her
anı’mı teslim etmişken düne, üç beş damla yaş süzülüyor belli belirsiz içimin
hıçkırığı iken tek gürültülü şarkım. Ağlamayı seviyorum sanırım ama her ne
hikmetse içime akmalı her bir rahmet. Ola ki yakalanayım, biliyorum ki kahkaha
olarak dönecek şu garip kulun niyazına sakladığı hüznü.
Hüzün… Fazlasıyla
yeknesak ve tedirgin bir bukle saçıma takılı hele ki atkuyruğu öfkem ile sahip
çıktığım değerlerime biçilen anlam ve her bir kifayetsiz sızı alabildiğine içre
dönük bir minvalde gelip gitmelerle meşgul. Oysaki… Devamını getirmek istiyor
muyum peki? Evet, mecburum yoksa tıkanan nefesimde boğulur terk eylediğim
çocukluğum.
Daha dünkü çocuk
diyenlere bakıyorum da nereye sığdırmışım bunca yılı da, hazin bir teselli
arıyorum bir adım ötemdeki aksimden. Yoksa çok mu aksiyim de bundandır
serzenişi gönlün? Ama sevmekten muzdarip bir gölge değil ki muhatabım hem kem
gözleri görmezden gelmenin de ötesinde keramet bildiğim bir kelime saf tuttuğum
ıssızlığın siper teşkil ettiği o büyük boşluk.
Sığıntı olmadığım bir
dünyanın hangi aklı evveli ise hicap ettiğim, alabildiğine uzağındayım. Yeter
mi, diye düşünmek pek de akıl karı değil doğrusu. Yetmediğini bilmek ise en
azından dokunaklı bir ömre tekabül edip, iştigal ettiğim hangi görev ise bir o
kadar gazabına uğruyorum nefret iken tekelinde şunca faninin.
Sevmiyorum aslında,
neyi mi? Fark etmez zannımca hadi, itiraf edeyim: Sızlanmak pek de makbul değil
çoğunun nazarında yine de öfkesine yenik düşenlere nazire eden bir peyzajda,
var olmanın ağırlığını boşlatıyorum kova kova akıttığım gözyaşı iken ve
yılgısına sığdırmanın da ötesinde yenilgi adına durak bellediğim sıcak kucağı
sevdiklerimin. Lafı mı olur, demeseler de biliyorum, gözlerinde gördüğüm o
pırıltı en kabul gören tarafımca.
Aşkı satan tezgâhlarda,
sığındıkları yalanlarını da görmezden gelmem belki de bana biçilen değerlerin
başına ekledikleri…
Ne çok sitem, ne çok
yalan, ne çok hicap hele ki ne çok gıybet.
Dün konuştuğum en
değerlimden duyduğum bir söyleme takılıyorum durduk yerde:’’ Kimseyi yola
getirmektense sen çıkma da yoldan kızım!’’
Keşke bir alıntı olsa
şu mizacım her beyaz sayfada…
Keşke yolumun
tümseklerini bir bir yontsam…
Ve atsam keşke tüm
keşkeleri lügatimden…
Annemin bir serzenişi
belki de en yakınmam gereken. Ne dediğinden ziyade kimden neyi duyup da
yüreğimin rotasında konaklanan o sevgi yüklü mizaçları iken en büyük desteğim…
Hibeli bir ömür belki
de şu yıkılmışlığım ve her gündönümünde sığındığım dualarla attığım ilk adım’la
adımı ananlara yüklediğim o tekil tezahürü gönlün. Gönülsüz geldim bu dünyaya
madem, bu mudur payıma biçilen değersizlik iken yüzleşmem gereken. Hem kime ne
ki, bunca duyumsamanın tekelinde biriktirdiğim bozukluklar. Çoğula dönen
varlığım hele ki ıssızlığımla ile rücu ettiğim ve adım adım iz sürdüğüm hatta
dilime söz geçirip sığındığım maneviyatı doya doya duyumsadığım her bir satır
iken yükümü boşalttığım her ne kadar yükümlü olmasam da kimine göre.
Aşk en büyük yoldaşım
ve sırdaşım ve âşık olduğum her yeni gün üstelik sığındığım her gönül yetmedi
aşka doyamayıp doğurduğum üzünçlerle teselli bulduğum…
Aşka dayadığım başım
hele ki vicdanım iken soluklandığım her yeni satırda, bir bir ifşa ederken
halis munis gölgeler iken aşk ile oynaşan…
Varlığımı tamamen
teslim ettiğim bir aşk, yaşamaya doyamadığım kadar da yüksek bir rakıma ulaşmış
iken üstelik.
Kulağımı tırmalayan bir
sesten ziyade gönlümü mutlandıran naif bir tını, yine yüreğin sesi her ne kadar
duyulduğuna pek de vakıf olamadığım ve her nasılsa duyurmakla kendimi mükellef
kıldığım…