Ferhat ile Mecnun, Kerem ile Tahir, Aslı İle Şirin, Leyla ile Zühre hikayelerinden bu yana bu kadar kötü bir öyküyü ünlü yazarımız Sami Biberoğulları bile yazamadı a dostlar! İnanın bana, doğru söylüyorum.


Aha bu gözlerimle şahit olmasaydım, ben de yazmayacaktım ya, şahit oldum bir kere, yazmak vicdanımın bir borcu oldu…


“Şahit olmayaydın kardeşim, zorla mı oturttular?” diyebilirsiniz; haklısınız, kimse kimseyi zorla oturtmaz. Ama parayla kandırarak oturtabilirler. Ben de paraya kandım. Sami Emekli denilen o sümsük, sünepe, pis, iğrenç, yani kısacası mendebur mahluk  nikah şahitim olursan iki yüz kayme vereceğim deyince, gittim, şahitlik ettim.


“Bir iki yüz kayme için zavallı Kamil Oğuz Mngırcıklıoğlu’nun başını yakmaya değer miydi?” dediğinizi duyar gibiyim. Çok haklısınız! Beni, “yazıklar olsun, tuh sana!” diyerek kınayın kınayabildiğiniz kadar; hatta, “Allah seni davul etsin Alikemal!” diyerek beddualar da edin. Hak ediyorum. Vicdan azabı çekiyorum. Utanıyorum. Ağlama sesinin nasıl yazıldığını bilmediğim için buraya yazamıyorum ama inanın ki ağlıyorum da…


Aslında çıbanbaşı olan huzurevinin müdürü olacak o Kel Bedroş adındaki adam. Her şey onun başının altından çıktı. Hiç kimse bilmiyor, ama ben biliyorum.


Bu adam, “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” öz deyişiyle meşhur Emrullah Efendinin “Tûbâ Ağacı Nazariyesi” ile yetişmiş olup, “şu bunaklar olmasa huzurevini ne güzel idare ederim” disturuyla hareket ederek, huzurevine yatırılan bunakları tez zamanda öte tarafa intikal ettiren zalimin tekidir.


Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Kanada, ayrıca ABD’de Washington, Oregon, Montana ve Vermond eyaletlerinde aktif ötenazi uygulanması, bu adamın o ülkelerin ve eyaletlerin meclislerine sunduğu “kanun teklifi” nin oylanarak kabul edilmesi üzerine yürürlüğe girdi. Tabii ki, memleketimizdeki dini bütün milliyetçi güruhun korkusundan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aynı kanun teklifini sunmaya cesaret edemedi. Edemeyince de ne yaptı. Bunakları çaktırmadan halletmeye başladı. Anlıyorsunuz, değil mi? Anlamıyorsanız, “anlamıyorum” deyin ki, yeniden anlatayım…


Bu zalim müdür o kadar uğraşmasına rağmen Kamil Oğuz ile Sami Emekli’yi bir türlü halledemedi, çünkü ‘yemeklerden önce aç karına için’ denilerek kendilerine verilen zehirli hapları bu iki bunak hiçbir zaman içmedi. Şeker zannederek ceplerinde biriktirdiler. Daha sonra, “çocuklar, alın size şeker” diyerek huzurevi önünde oyun oynayan mahalleli çocuklara verdiler. Kalanları da, mahalleli çocuklar arasında toplu ölüm vakaları olduktan sonra okutulan mevlid i şerif sırasında cenaze evlerine gelen misafirlere mevlit şekeri diye dağıttılar. Velhasılı koca bir mahalledeki herkes öldü, ama onlar asla ölmediler.


Kel Bedroş gibi pedroş biri Sami ile Kamil gibi nahoş iki bunağa ecelleriyle ölmelerini bekleyecek kadar tahammül gösteremezdi elbette. (pedroşu bedroşa kafiye olsun diye uydurdum, siz gudubet biri diye algılayın)  O da ne yaptı? Çağırdı ikisini makamına, “canlarım, dostlarım, sizin hakkınızda iyilik düşünmüyorsam namertim. Sizin kadar yakışıklı, haşin, karizmatik olan hiç kimse yoktur bu dünyada,” diyerek bir güzel yağlayıp pohpohladıktan sonra onları, “o Al Karısı ile Nurten Koş’a eyvallah mı edeceksiniz? Siz, öyle gudubet avratlarla değil; siz, size layık avratlarla evlenmelisiniz. Avrad dediğinin ağzı küçücük olmalı ki, bir rujla ömür bitire. Elleri küçücük olmalı ki, yağmurun bile öyle küçük elleri olamaya. Ayakları küçücük olmalı ki, ayakkabı bulamaya, hep yalın ayak dolaşa. Kulakları küçücük olmalı ki, küpeye bile zor yer bula. Avradın burun delikleri öyle dar olmalı ki, sadece nefes alabile. Kulak delikleri öyle dar olmalı ki, ancak kendi sesini duyabile. Göbek deliği öyle dar olmalı ki, delik demeye bin şahit lazım gele. Ağzı öyle dar olmalı ki, leblebi bile sığamaya. Avradın alnı öyle geniş olmalı ki, öyle geniş olmalı işte. Gözleri öyle geniş olmalı ki, bir bakışıyla adam devire. Göğüsleri öyle geniş olmalı ki, daha baktığı an insanın gözü doya. Butları öyle geniş olmalı ki, tut tut bitmeye. Avrad dediğinin boynu öyle uzun olmalı ki, zürafalar bile kıskançlıktan çatlaya. Burnu öyle uzun olmalı ki, Pinokyo'yla yarışa. Kaşı öyle uzun olmalı ki, saçlarına karışa. Parmakları öyle uzun ola ki, yaprak sarmasını kimse ondan daha iyi saramaya. Ve yürüdüğü zaman kalçaları deprene, ve huyu tatlı ola, sözü tatlı ola ve yumuşak ola. Avrad dediğin herşeyiyle size münasip ola... Sizi huzuyrevine atan o iki avradda bu hususiyetlerden biri bilem var mı? Yok…Çünkü, size layık olan avradların hepsi hastanelerin acil kapılarında kuyruğa girmişler, Sami Emekli ile Kamil Oğuz gelseler de bize talip olsalar diye gördükleri her ağacın dalına çaput bağlıyorlar. Hadi, koşun, gidin yanlarına!” diyerek hastane acil kapısına yolladı.


Hastane kapısına ulaşan iki bunak gözlerine inanamadı. İnanılacak gibi değildi gördükleri manzara da ondan. Birbirinden edalı en az yüz kadın onlar için kuyruğa girmiş, onların gelmesini bekliyorlardı. Hatta araya erkekler bile sokulmuştu.


“Yahu Samiciğim, bu erkekler de mi bizimle evlenmek istiyor?”


“”Yok Kamilciğim, onlar avratların babası, abisi filan; evleneceğimiz karıyı onlardan isteyeceğiz.”


“Ha… Anladım.”


 Tam da anladığı anda yanlarından bir ihtimal babası olacak bir herifin koluna girmiş halde öyle bir afet-i figan geçti ki, o an yer sarsıldı, gök gürledi, sanki bir afet oldu, Kamil Oğuz’un dizbağları çözüldü.


“Samiciğim, Samiciğim, şuna bak! Tusili Nasreddin’in Bahname’sinden çıkıp gelmiş şu kadını görüyor musun?”


“Evet Kamilciğim, tam senin ağzına layık. Allah, ayağına yolladı nasibini! Koş, talip ol!’


Kamil Oğuz, hemen koşup talip olmadı. Önce koşup bir kuyumcu buldu. Kuyumcudan bir adet 24.78 carat ağırlığında Graff Pembesi satın alıp yaldızlı bir kutuyla ambalajlattı. Kuyumcunun hemen yanı başındaki çiçekçi dükkanına daldı. Fakirler gibi karanfil, papatya değil, çok zengin olduğu için bir gonca gül çelengi aldı. Gerisin geriye acil kapısına geldi. Baktı idealindeki avrat da onlar için kuyruğa girmiş, hemen yanına seğirtti.


“Selamün aleyküm!”


Aleyküm selamı avradın yanındaki adam söyledi; sonra da, “buyur emmi, bir şey mi vardı?” diye sordu adam.


Kamil Oğuz, “he!” demeden önce elindeki elmas kutusunu kadına uzattı ve gonca gül çelengini kadının boynuna geçirdi. “Bunlar size…”


Kadının yanındaki adam yine ukela ukela, “hayırdır, nedir bunlar?” diye sorunca Kamil Oğuz,


“Allah’ın emri, peygamberin kavliyle bu hanımefendiye talibim!” dedi.


Tam da o anda bir şeyler oldu ama, Kamil Oğuz anlayamadı. Galiba deprem oldu da hastane binası üzerine yıkıldı.


Allah’tan enkazın altında ölmemiş, kurtarılmış, bacakları, kolları ve de başı sargılar içindeyken, öylece yoğun bakım ünitesinde tedaviye alınmıştı.


Sami Emekli yoğun bakıma hasta ziyaretçisi alınmadığı için canciğer kuzu sarması dostuna günlerce servis penceresinin dışından, öyle uzaktan bakarak, “Allahım, dostumu bana bağışla!” diye dualar etti.


Köpeğin duası kabul olsa gökten kemik yağardı, diyenlere bakmayın siz; Sami Emekli’nin duaları kabul oldu. Ve Kamil Oğuz ölmedi. Bunu, “müjdeler olsun, dostunuz ölmedi!” diyerek yanına gelen yoğun bakım hemşirelerinden öğrenmişti. Ama ve lakin aynı hemşireler, dostunun gece gündüz, “ben garı isterem!” diye sayıklayarak hüngür hüngür ağladığını, bu yüzden ince hastalığa yakalandığını, çöp gibi incecik kaldığını da söylemişlerdi. Keşke söylemeselerdi.


Dostunun bu kadın düşkünlüğü yüreğine oturmuştu Sami Emekli’nin. Ona bir ‘garı’ bulmalıydı, ama nasıl? Fecibokda, dostunun en madur görüntüsünü günlerce yayınlayıp üstüne, “Bu adam karısızlıktan ölmek üzere. Acil karıya ihtiyacı var. Bu ilanımı lütfen siz de paylaşın ki, tüm kadınlar okusun. İçlerinden bir salak çıkar da bu adamla evlenir belki…” diye yazdı.


Ne yazık ki bu talebine karşılık verecek kadar salak bir kadın çıkmadı. Olsun! Sami Emekli, dostu için bir çare bulurdu elbet.


Buldu da…


Dosdoğru gidip bir güzellik salonuna girdi. Güzellik uzmanı travestinin sırnaşıklıklarına katlanmak bahasına derdini anlattı. “Beni tüm tüylerimi yolarak ve de kafama Madonna’nınkinden bilem sarı bir peruk takarak dünya güzeli bir dönmeye çevirin,” dedi.


Döndürdüler. Arkasından dekolte mi dekolte bir gelinlik giydirdiler…


Oradan dosdoğru amele pazarına gitti. Amelenin biriyle, “hastane yoğun bakım servisinde yatmakta olan ağır bir hasta için acil karıya ihtiyaç var. O karı da benim. Nikahımızı kıymak için kaç para istersin?” diye sorarak pazarlık ettikten sonra anlaşıp adama nikah memuru cübbesi giydirip eline bir nikah defteri tutuşturdu.


Ve ünlü yazarımız Sami Biberoğulları’yla birlikte acil polikliniğinde karı tavlamaya çalışırken bizim yanımıza geldi. Önce nikah şahitliği yaparsak bir günlük günahımızın silineceğini söyleyerek kandırmaya çalıştı bizi. Kanmadık tabii ki… Ama ne yazık ki, iki yüzer kayme vereceğini söyleyince kanmak zorunda kaldık.


    Ve de yoğun bakım ünitesinde hazırlanan nikah masasının bir kıyısına oturup bu iğrenç öyküye şahitlik yaptık.


Evet değerli dostlarım, bu zalimliğimden doklayı bana, “kakanı yaparken klozetten çıkan bir el ödünü poguna karıştırsın inşallah!” diye beddualar edin, müstahakım ben…


( "Sami İle Kamil"... başlıklı yazı AliKemal tarafından 4.08.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu